7 Ocak 2018 Pazar

Mai ve Siyah ya da hayatın üç rengi

Mai ve siyah; hayaller ve gerçekler. Romanın başkahramanı Ahmet Cemil’in maiden siyaha sürekli bir yürüyüşünden ziyade mainin ve siyahın tonları arasında salınan lakin nihayetinde siyahın en koyusunda karar kılan birkaç yıllık serüveni. Ahmet Cemil’in bir vapur taburesinde karanlıkta kalakalması ile neticelenen bu salınımın öncelikli nedeni kahramanımıza romanın başında biçilen ruh hali. “Onda şiir ile uzun iştigal mariz bir hassasiyet husule getirmişti.” diyerek bir nevi kahramanını nakıs bırakan yazar “…bir gün bahtiyar diğer gün bedbaht; bu dakikada şad, biraz sonra hazin yahut bir anda kalbi hem neşe, hem gam ile doludur…” diye devam eder. İşte bu ruh hali Ahmet Cemil’i babasının ölümünden sonra omuzlarına binen geçim sıkıntısına çareler ararken bazen azimli bazen yılgın; şair hasmı Raci ve eniştesi Vehbi Bey ile ilişkilerinde bazen hoşgörülü bazen kızgın; kendine meşhur olmanın kapılarını açacak şiir kitabıyla alakalı bazen ümitli bazen yılgın; nihayetinde Lamia’ya olan aşkında bazen umutlu bazen çekingen bir arafta bırakır.

Yazar bu gelgitler arasında kıvranan ruhu roman boyunca Raci, Vehbi Bey ve Hüseyin Nazmi ile çatıştırarak hikâyesini örer. Romanın tezi ilk bakışta hayallerle matuf bir hayatın nihayetinde hayatın sadmeleriyle yıkılacağıdır. Yalnız roman bunun yanında mai ve siyaha galebe çalacak bir rengi de okuyucunun zihnine kazır. Bu rengin ne olduğunu anlamak işte bu karakterlerin çatışmalarını merkez alarak okumayla gerçekleşir. Raci ve Ahmet Cemil; eski ve yeni. “…siz şiirimizi bıraktıkları noktada sabit görmek istiyorsunuz…” diyerek önce eski şiirin donukluğundan dem vurur yazar. Sanat ve ziynet gibi iki belanın şiire musallat edildiğinden bahisle bu şiiri söyleyenleri kuyumcuya benzetir ve “…bir ucundan tutulsa da silkilse taş parçalarında başka bir şey dökülmeyecek…” der. Baki ve Nedim bu donuk kütle karşısında şaşıp kalmışlar, Veysi ve Nergisi birer bilmece söyleticisidirler. Zevcesini Frenk karılarıyla aldatan, her şeyi sattıktan sonra oğlunun istikbali kağıtlara göz diken, sonunda kendini hastaneye düşürecek kadar işret meclislerine düşkün Raci’nin oğlunun ismi Nedim’dir. Ahmet Cemil kendi eserini hazirunun önünde okuduktan sonra Süleyman Vahdet Efendi’nin Şeyh Galip’in Hüsn ü Aşk’ından bahsedeceği cümle tamamlanmaya bile değer görülmez. Tüm bunlara karşın lezzetleri ile mest olunucak şairler ise “Goethe, Schiler, Milton, Yung, Myron, Hugo, Musset ve Lamartine” dir. Halid Ziya Uşaklıgil bu şekilde Ahmet Cemil’i eski edebiyata düşman, yeni haliyle batılı olanın ise yılmaz savunucusu şeklinde okuyucuya sunar. Bundan başka olarak karakter roman boyunca idealize edilme çabası içerisinde bütün iyi hasletlerin membaıdır. Raci ise roman boyunca tam bir sefihlik halinde karşımızdadır. Ve Raci dört beyiti yan yana getirmekten aciz bir mezar taşı sevicisidir. Ahmet Cemil eserde uzun uzadıya anlatılan sanat görüşü doğrultusunda mailiklerin kapısını ardına kadar aralayacak şiir kitabını hitama erdirir. Ve Hüseyin Nazmi’nin düzenlediği bir toplantıda okuyarak takdir toplar. Ama ne tuhaftır ki biz ne bu eser yazılırken nede okunurken tek bir dize dahi duymayız. İşte bu eser okuduğunun ertesi günü Raci’nin ceridede yazdığı bir tenkide kurban gider. Yada bize öyle görünür. Çünkü Ahmet Cemil’in roman boyunca kaybettiği şeylerin hepsi kendi iradesi dışında gelişirken kahramanımızın bile isteye kaybettiği tek şey kendi şiir kitabıdır. Her şeyini kaybeden Ahmet Cemil kitabını kendi ateşe verir. Yazarın gönlü burada yeninin eski tarafından alt edilmesine razı olamamış, belki yeni kaybetmiş lakin eski de kazanamamıştır. Hülasa mai müsaade ettiği için siyah üzerini örtebilmiştir.

Romanda ikinci çatışma Ahmet Cemil ile eniştesi Vehbi Bey arasında süregelir. Hülyaları arasında bir matbaaya malik olma hevesi de yatan Ahmet Cemil sırf bu niyetle olmasa bile kız kardeşi İkbal’i matbaanın sahibinin oğlu ile evlendirir. Evini ipotek ederek matbaaya ortak mesabesine gelir. Vehbi Bey de Raci gibi mülevves bir ruha sahiptir. İşret meclislerine müptela, babasına karşı sorumsuz, evlerindeki hizmetçiye rahatsızlık verecek kadar çapkın, hoşgörüsüz, kaba, üslupsuz… Ahmet cemil kardeşinin mutsuz bir evlilik geçirdiğini tüm safhalarıyla tetkik etmesine karşın hep pasif pozisyondadır. Ta ki bu durum İkbal’in karnına aldığı bir tekmeyle düşük yapması ve ölümü ile neticelenir. Bu olaydan sonra Ahmet Cemil sokakta tesadüf ettiği eniştesine bir tokat atmakla yetinir. Ne var ki kız kardeşi ölmüş evinden, matbaadan, mesleğinden olmuştur.

Raci ve Vehbi Bey’in ne kadar sefih Ahmet cemil’in ne kadar ideal bir tip olarak tebarüz ettirildiğinden yukarıda bahsetmiştik. Hüseyin Nazmi için ise okuyucunun zihninde böyle bir ahlaki perspektif kalmaz. Ama onu Hüseyin Nazmi yapan başka bir özelliği vardır. Ve bu yönüyle Hüseyin Nazmi Ahmet Cemil’in öykündüğü kişidir. Bu öykünmenin ne Nazmi’nin karakteri nede sanat görüşüyle ilgisi vardır. “…Hüseyin Nazmi maliye işleri müdürüdür…”. İste dostluklarının bidayetinde Halid Ziya karakteri bu şekilde sahneye koyar. Ahmet Cemil babasını kaybedip hayatın zorlukları ile karşılaşınca yazar “...Ah! O da zengin olsaydı. Hüseyin Nazmi ne kadar mesuttu…” dedirterek bize mutluluğun anahtarını gösterir. Ahmet Cemil hikâye boyunca Hüseyin Nazmi’nin mai köşküne, bahçesine, kütüphanesine, hatta dışarı baktığı penceresine bile hayrandır. Kardeşine düğün yapamadığından muzdariptir. Eniştesinin parayla ilgili münasebetsizlikleri karşısında sürekli ezilir. Nihayete bakacak olursak romanın kaybedenleri Ahmet Cemil ve Raci iken kazananları Vehbi Bey ve Hüseyin Nazmi’dir. Yani maviye galebe çalan renk yeşildir.

Hayatın üç rengi: mai, siyah ve yeşil.

Taha Selçuk
taha_selcuk@hotmail.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder