Ve'l-Asr etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ve'l-Asr etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Kasım 2020 Çarşamba

Çağının yeminli tanığı

Şüphesiz her yazar çağının tanığıdır ancak bakmakla görmek arasındaki derin fark tanık olmakla tanımak arasında da vardır. Tanımak, tanık olunan şeyin zihnen kavranmasıdır. Şayet bir yazar, içinde bulunduğu çağa tanık olmakla birlikte o çağı tanımamışsa çağa dair söyledikleri yüzeysel görüntülerden ibaret kalır. Tanıklıktan tanımaya geçmek ise büyük resme çok daha yukarıdan bakabilmek için yükselmeyi, resmin aslına nüfuz edebilmek için derinlere inmeyi gerektirir. 

İsmet Özel’in, kimilerince sıkça eleştirilen üslubundaki savrukluk işte bu iniş çıkışla izah edilebilir. Aynı metinde toplumun birbirinden çok uzak eğitim, kültür ve zihin dünyalarına sahip bireylerine hitap edebilmek için kendi dil dünyasını oluşturmuş güçlü bir hatip olarak çıkıyor karşımıza İsmet Özel. Onunki bir hitabet dilidir; çünkü topluma söyleyecek sözü vardır. Onunki bir edebî dildir çünkü o, estetik bir duyuşla konuşuyor. “Önce benim söylediğimin de herkesin söylediğine benzer bir lâf olduğu fikrini zihninizden sileceksiniz.” diyerek kendi üslûbuna dair önemli bir ipucu veriyor. 

İsmet Özel’in metin kurma yöntemi, yer yer hikâye anlatma geleneğimizle örtüşüyor. “Kıssadan hisse” çıkarırcasına kendi oluşturduğu örnek hikâyelerden konuyu daha sarih bir şekilde anlamamızı sağlıyor. İnsanların doğru bildikleri yanlışlara dair çok net ve oldukça sert ifadelerle açıklamalar getirerek bir çeşit zihinsel irşat görevini yerine getiriyor. Böyle bakıldığında kalem erbabı, modern bir şeyh gözüyle bakabiliyoruz ona. İsmet Özel, çağını tanımış; Müslümanlar üzerinde oynanan oyunu görmüş ve bu oyunu bozmak için çığlık atan bir meczuptur adeta.

Ve’l-Asr, İsmet Özel’in doksanlı yıllar Türkiye’sinde gündeme ve Müslümanların kadim gündemine dair yazdığı yazılardan müteşekkil. Yazıların ekseriyeti, 1945- 1990 yılları arasında yaşanan askerî, siyasî ve toplumsal olayların Müslümanlar açısından nasıl okunması gerektiğini göstermesi itibariyle önemli. Pek çok yazıda sistemli bir şekilde Müslümanlar üzerine yeni oyunlar oynandığını, Müslümanların bu oyunlar karşısında edilgen kaldığını vurguluyor. Bu milleti millet yapan asli unsur İslam olmasına rağmen toplumsal ve iktisadî hayatın şekillendirilmesinde Müslümanların yok sayılmasına haklı bir karşı duruşun adı oluyor yazar.

Kalabalık, tek başına bir kuvvet teşkil etmez. Kalabalığın kuvvete dönüşmesi şuurla mümkün olabilir. İsmet Özel; “Bir tarağın dişleri gibiyiz. Aynı sapa (hatta aynı sopa) bağlıyız; ama en yakın çevremiz bomboş. Bu boşluk içinde iyi ve kötü oluyoruz, iyileştiriyor ve kötüleştiriyoruz.” derken bu şuura işaret ediyor. Bu sözü Mehmet Akif’e dair anlatılan bir kıssayla birlikte düşünmek daha iyi olabilir: Akif’e, "Üstat ne zaman düzelecek bu ümmetin hali?" dize sorulduğunda; tereddüt etmeden; "Cuma namazına gelen cemaat sabah namazına da geldiği zaman!" der. Cuma namazında safları doldurup camilerin dışına taşan kalabalığa ümmet hüviyeti kazandıracak olan şey, şuurdur. İşte böylesi şuurlu bir kalabalık ciddi bir kuvvet demektir.

İsmet Özel, doksanlı yılların Türkiye’sinde konuşurken günümüz Müslümanlarına yönelik bazı öngörülerde de bulunuyor: “Daha da ilginç olan şu ki Türkiye’deki Müslümanlar şimdiye kadar kendilerinden esirgenen uğraşı alanlarına girmekle daha çok söz geçirme gücüne sahip oldukları zehabına kapılıyorlar. Bir alanda söz geçirdikleri zaman kullanılan yetkinin semeresini bir süre sonra yalnızlık olarak toplayıp toplamayacaklarını düşünmeleri gerek.”. Bu tespiti günümüz Müslümanları için değerlendirdiğimizde çok da isabetsiz olduğunu söyleyemiyoruz. Kamusal alanda ciddi makamlara gelen, ekonomik alanda geniş fırsatlar yakalayan Müslümanların, İslami tavır geliştirmek konusunda ne derece başarılı olduğunu görebiliyoruz. Yazar bu öngörünün ardından bir de uyarı yapıyor: “Rasulullah’ın sünnetinin ihyası bizim diktatör yalnızlığına uğramayacağımızın da bir güvencesi olacaktır.

İsmet Özel’in özellikle vurguladığı bir husus da “bu toprakları vatan kılan unsurun İslamiyet oluşu”dur. Türk tarihi boyunca Anadolu coğrafyasının uğradığı bütün felaketler İslam dininin birleştirici rolüyle atlatılmıştır. Bütün Avrupa birleşip bir yağma niyetiyle üstümüze Haçlı Seferleriyle yürüdüğünde bu toprakları ayağa kaldıran İslam’dır. Moğol İstilasına rağmen küllerinden yeni bir medeniyet kurduran İslam’dır. Birinci Dünya Harbinden sonra işgal edilen Türk topraklarını emperyalist güçlerin elinde oyuncak olmaktan kurtaran İslam’dır. İslamiyet Türk milletini öyle bir harçla yoğurmuştur ki artık Türk’ü Müslüman’dan, Müslüman’ı Türk’ten ayrı tarif etmek mümkün değildir. Bakın bu durumu nasıl izah ediyor İsmet Özel: “Eğer bu toprakları vatan kılan unsur Müslümanlıktan başka bir şey değilse ve bu ülke küçük veya büyük bütün badireleri atlatmak için Müslümanlıktan başka hiçbir toplumsal değere başvuramaz durumdaysa bizler ne dünyadaki Müslümanların bazıları, ne de Türkiye’de bulunan Müslümanların bazılarıyız. Bizler hiçbir açık kapı kalmayınca dahi geçilecek yerin bulunduğunu bilenlerin, herkesin her taraftan geçilebildiğini zannettiği zamanlarda ise sadece bir geçidin emniyet sağladığını bilenlerin varisleriyiz. Eskilerin en eskisinde ne vardı diye merak edenler e; en yeni, yepyeni ne var diye merak edenler de bize baksın.”. Bu değerlendirmeyi yaptıktan sonra Türkiye’de, özellikle dış siyasette güdümlü bir politika izlenmesini eleştiriyor. Bu güdümlü siyasetin esas sebebi olarak da insanımızın benliğini unutmuş olmasını gösteriyor. “Dolayısıyla kendi insicamının, kendi istikrarının ve kendi tesanüdünün şuuruna varmış bir Türkiye dünya sisteminin pençelerinin geçmeyeceği bir siyaset gütme kolaylığına da erebilir” diyerek bunu izah ediyor.

İsmet Özel’in yazılarının ve konferanslarının amacını şu ifadelerden çıkarabiliriz: “Ben tutturdum ülkemizde Müslümanların aralarından ‘güzide bir zümre’ çıkarmaları gerektiğini söylüyorum. Bu zümrenin, bu seçkin kesimin bir zihniyeti olduğu kadar, bir tutumu da temsil etmeleri gerektiğini savunuyorum.”. Bu amaçtan hareketle, İsmet Özel’in bir geleneğin takipçisi olduğunu da söyleyebiliyoruz.

İsmet Özel, cumhuriyetin kuruluşuna ve emperyalist devletlerle kurduğu ilişkiye dair de sert eleştiriler getiriyor: “Türkiye Cumhuriyeti teminatını galiplere verilen sözlere bağladı. Büyük düş kurmayacağına söz verdi. Sözünde hep durdu. Ne var ki sözünde durması yetmedi galiplere. Şimdi yeni şartlara niçin çabuk adapte olmadın diye azarlıyorlar onu. Türkiye Cumhuriyeti verecek cevap bulamayınca inisiyatifi yine galipler alıyor ve “Madem adaptasyonda aksaklık gösteriyorsun, yeni sözler ver bari!” diyorlar. ‘Büyük Düş kurmamak yetmez, büyük düş kurdurmayacağına da söz ver.”. Bu açıklama, ülkemizin Avrupa Birliğiyle, Amerika’yla ya da diğer güç odaklarıyla ilişkisini açıklaması bakımından önemlidir. Ne zaman ki milli bir hükümet kurulmaya çalışılsa ya da milli menfaatlere yönelik bir siyaset yürütülse milletin üzerine tanklar yürütülmek suretiyle bir dizginlemeye gidilmiştir.

Günümüz Müslümanlarına yönelik bir eleştiriyi de cemaatler üzerinden yapıyor yazar. İki taraflı bir değerlendirmeyle hem cemaatlerin ataletine hem de bu cemaatleri finanse eden güçlerin kirli ilişkilerine değiniyor. “Bu güne kadar sofular sadece sofu kalıp mevcudiyetlerini kafir otoritenin belirleyiciliğinden bağımsız kılan tutumu takınmadıkça Müslümanların birliğine matuf öncülüğü üstlenemediler.” diyerek bu yapıların içine düştüğü durumu eleştiriyor. Selçuklularda da Osmanlılarda da tarikatlar iktisadi ve sosyal hayatın düzenlenmesinde aktif rol almışlardır. Devletin ihtiyaç duyduğu hizmet erlerinin yetiştirilmesinde bu yapıların aktif rol üstlendiklerini biliyoruz. Tekke ve dergâhlarda yetişen ustaların yeni fethedilen yerlerin imarında ve irşadında büyük katkıları olmuştur. Bununla beraber bu yapılar kendi kendilerini finanse eden yapılardı. Günümüzde ise cemaatlerin bir kısmının gizli kaynaklarca beslendiklerini ve kısa sürede devletin bekasına ve toplumun ahlakına yönelik zararlı faaliyetlerin odağı olduğunu görüyoruz.

Bütün bu söylediklerimizle beraber çok daha fazlasını da söylüyor İsmet Özel ama sözün özü itibariyle bir karşı çıkışı, bir itirazı dile getiriyor: “Oyun, zilleti kendine yaraşır sayanların oyunudur. Biz bu oyunu bozmak üzere varız. Zorla bozacağız oyunu. Bizim zorumuz şiddet zoruna başvurmakla belirginleşmeyecek. Oyuna katılmadığı halde Müslüman kalma niteliğini gösteren herkes bir zor unsuru olacak dünya sisteminin karşısında.

Erhan Çamurcu
erhan.hoca.55@hotmail.com

20 Mayıs 2014 Salı

Ve'l-Asr: İnsan, ziyandadır.

"Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen
Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen."
- Şeyh Galib

"Dünyanın herhangi bir yerinde bir tek insan mahpus ise kendimi asla özgür hissedemem."
- Albert Camus

Hepimiz nankörüz. Sert mi başladım? Eğer yumuşak başlasaydım hepimiz adına nankörlüğe imza atmış olurdum. Nankörlükle başa çıkmamız gerekiyor. Tez zamanda bu tek tipleşmeye, yığınlaşmaya, gamsızlığa, gammazlığa, değersizleşmeye karşı durmamız şart. Tez zamanda kıymetimizin farkına varmak, değerimizi bilmek, anlama ve kavrama meziyetlerimizi ortaya çıkarmamız şart. Tez zamanda, şart. Çünkü hepimize zararda olduğumuz, ziyan olmamamız için dirilişe geçmemiz Kur’an’da bildirilmiş. Kitabı incelemeden önce hatırlayalım:

"Andolsun zamana ki, insan gerçekten ziyan içindedir. Ancak, iman edip de sâlih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler, birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka (Onlar ziyanda değillerdir)."

Asr suresi Mekke-i Mükerreme’de nazil olmuştur ve üç ayettir. İmam-ı Şâfii, Asr suresi hakkında şöyle buyurmuş: “Kur'an-ı Kerimde başka hiç bir sure nâzil olmasaydı, şu pek kısa olan Asr suresi bile, insanların dünya ve âhiret seâdetlerini te'mine yeterdi. Bu sure, Kur'an-i Kerim’in bütün ilimlerini hâvidir (kucaklıyor)".

Kitaptakileri kimi okuyucu şairin şiiri, kimi okuyucu şairin hikâyesi, kimi okuyucu da tatlı sert acı gerçeklerin, kuru kavruk bezendiği metinler olarak okuyabilir. İsmet Özel’in sağlam doğruları ve dertleri arasında kaybolmamak da mümkün değil. Fakat her kayboluşta yeni bir çıkış olduğunu da düşünürsek şunu bulabiliriz: İsmet Özel “Neyi Kaybettiğini Hatırla” derken hatırımıza ara ara düşenleri değil, unutulan yahut unutturularak yok edilen kıymetlerimizi birer birer ok gibi fırlatıyor. Öyle uzaktan da değil. Çok yakından, yakınlarımızdan. Bu bir yakın dövüş de olabilir. Er/hâtun kişi niyetine.

"Sözün özü; anladıklarımızla dost oluruz, ancak dostlarımızı anlarız. Artık anlayamadığımız dostlarımızı kaybederiz. Düşmanlarımızı ise anlamamız mümkün değildir. Onlar anlamadığımız kadar düşmanımızdır. Oysa onları öğrenebiliriz. Onları çok iyi öğrenerek bize verecekleri zararı en aza indirebiliriz."
(Düşmanını Öğren, Dostunu Anla - sf. 51)

Dudaklarını birbirine vura vura “Müslümanım!” diyenlerin farkına var(a)madıkları ve içinde boğuldukları gâvurluklar, küfür sistemini bırakın reddetmeyi adeta buyur eden müminler(?), modernizmin her beze dolanan tarağıyla saçını düzleştirenler, su ısıtıcısına basıp belerken tespih çekmeyi ihmal etmeyenler, mikrodalgada hayatının ısıtan ama bir türlü çözemeyenlere(!) birer darbe. Pazara çıkmayan, pazarlık da yapmayan her kimse, işte onların kitabı Ve’l-Asr. İlk baskısından yıllar geçse de önemini kaybetmeden yine onları bekliyor; okuyucusunu. Yani dertdaşını.

"En doğrusu, gelin birbirimize hakkı tavsiye, sabrı tavsiye edelim demektir; ama kimin tavsiye etmeye ve tavsiye olunmaya liyakat kesbettiğini düşünmekten kendimi alıkoyamıyorum. İçinde yaşadığımız medeniyetin iliklerine kadar işlemiş olan riyanın hepimizi ne ölçüde etkilediğini bir bileydik ne iyi olurdu! Tavsiyeye lâyık olmayışımıza hayıflanmaktan fazlası elimizden gelmiyor diye düşünüyorum. En azından, kendim için gerçek bu. Emeğimi hüsrana boğmaksızın sarf edebileceğim bir alana çekilmeye ne büyük bir hasret duyduğumu bilen bir Allah'ın kulu var mı ki?" (Size Tavsiyem Odur Ki... - sf. 131)

Kitaptaki başlıkların içinde saklı hazineleri siz bulun. Siz kaldırın o sandığı. Kaldıracağınız şey sadece sandığın kapağı olmayacak. Bir yükü omuzlayacak, bir dertlinin derdine ortak olacak, böylece aynı safta aynı şeylere itiraz etmenin ferahına erecekseniz. İsmet Özel'in okuyucusu olmakla, onu anlayan olmak arasındaki farkı bu yazıya konu etmeyelim. Sadece Şûle Yayınları'ndan 2004 yılında yayımlanmış (2. baskı) Cuma Mektupları-10'da yer alan "Bir Zamanlar Bir İsmet Özel Vardı" başlıklı yazıdaki işarete göz dikelim yeter: "Neye emek verdiğimi anlamayan insanların benim adımı ağızlarına almalarından oldum olası büyük bir rahatsızlık duyarım, ilk yazımda dedim ki kitle iletişim araçları vesilesiyle yazı işine giren bir Müslüman’ın vazifesi dikkate değer şeyler yazmak değil yazdıklarıyla dikkatlerin Kur’an-ı Kerîm’de yoğunlaşmasını sağlamaktır."

İnsan tercihleriyle insandır. Ziyan olmamak bir tercih midir, zaruret mi? Kitap, belki de bunun cevabı...

Yağız Gönüler
twitter.com/YagizGonuler
*Bu yazının tamamı Aşkar Dergisi’nin 28. sayısında yayımlanmıştır.