Sufi Terapistin Sohbet Günlüğü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sufi Terapistin Sohbet Günlüğü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Ağustos 2015 Salı

Sohbetten nasiplenmek yahut şifa aramak

"Hayallerinin peşinden gitmezsen bir sebzeden farkın kalmaz. Vakit geldiğinde yolda değilsen iş işten geçmiş demektir."
- The World's Fastest Indian, 2005

"Yürümek yeterli, sadece yürümek. Davet edilenler yolu bulacaktır."
- Bab'Aziz, 2005

Okuyuşunda samimi olan bir insan kitap seçmez, kitap onu seçer. Ne okuyayım diye de düşünmez, kitap onu bulur. Birbirlerini okurlar böylece. Kütüphanesinin ya da kitaplığının önünde dakikalarca "ne okusam?" diye düşünen bir okuyucuyu bu düşünce yorar. Tam bu anda kitap aramaktan vazgeçerse, bir süre sonra okuması gereken kitap kalbine düşüverir, aklı da bu düşüş karşısında kenara çekilir. Adımlar hemen o kitabın olduğu rafa gider ve sayfalar çevrilmeye başlar. Daha ilk sayfalardan seçim yapmanın değil beklemenin kıymeti anlaşılır. Bekleyince olur her şey. Beklentisiz bir bekleyişle beklemek.

Amerika'da Benötesi (Transpersonal) Psikoloji'nin kurucu babalarından sayılan Prof. Dr. Robert Frager'ın kitabı "Sufi Terapistin Sohbet Günlüğü" fakirde evvela bu tesirleri uyandırdı. Kimi zaman değil her zaman gündemin zihnimi işgal etmesinden imtina ederim. Bilhassa son birkaç yıldır bundan çok çektim. İyi ki çekmişim ki sabrın sonu selamete varmış. Selamet, insanın kendi kalbini keşfedebileceği şeyler okumasındadır diye düşünüyorum. Kalbini keşfetmeyen bir insanın gördüğü sadece gördüğüdür. Hani o meşhur söz gibi: Görene, köre ne? Burada imdada Ahmed Amiş Efendi'nin bir sözü yetişebilir: Dağı dağ, taşı taş gördüğün sürece mürşide muhtaçsın.

"İnsan kendisinin doktorudur" diye bir laf vardır. Biz bu sözü daha çok ve maalesef ilaç seçiminde yahut belimiz ağrıdığında yapmamız gerekenleri kendimiz arayıp bulmamız gerektiğinde hatırlarız. Söz güzel lakin anlamamız gereken bu değil. İnsan evvela kendi kalbini keşfetmeli. Kendi kalbiyle yapabileceklerini ve yapamayacaklarını evvela kendince bir hesaba çekebilmeli. Özellikle neyi yapmamak gerektiği konusunda akıl yetersizdir. Bunu da kalp öğretir. Kalbin kapasitesini keşfedebilme yolunda biz aciz insanlar bir yere varamayız. Bunun için de bir "bilene" danışmak gerekir. Bu danışma yolunda "dinlemek" kadar mühimi de yoktur. Her şeyin başı da sonu da dinlemektir. Dinlemeyen, bu arayış ve buluş yolunda dinlenemez. Yorulur ve yorulduğuyla kalır. Bir hadis-i şerifte buyrulduğu gibi: "“Nice oruç tutanlar var ki, aç kalmaktan başka bir kazançları yoktur. Ve yine nice namaz kılanlar var ki, yorgunluktan başka namazından elde ettiği bir şey yoktur.”[İbn Mâce, Sıyam, 21]

Kitap, Cerrâhî şeyhi Robert Frager'ın dervişleriyle yaptığı sohbetlerinden oluşuyor. 21 bölüm boyunca Frager'ın üzerinde durduğu konulardan bazıları şöyle: Yoldaki engeller, nefislerimizi dönüştürmek, narsisistik yanımızın küçültülmesi, Allah'ın kitabını okumak, ruh, İbrahim Bin Edhem, Âdâb - tasavvufî edepler, amelin önemi, birbirimize dua etmek, misafirperverlik, evlilik, manevi fakirlik (fakr makamı), cömerlik, ölmeden önce uyanmak...

"Uzun bir maraton koşmakla bir yarış arabasını bitiş çizgisinden bir an önce geçirmek arasında dağlar kadar fark vardır. Koşmaya kıyasla araba sürmek pek bir iş değildir, ayrıca araba sürmekte kendi irade ve fiziksel enerjimizi kullanmakla elde ettiğimiz kadar fayda da yoktur. Benzer şekilde, Hakikat Yolu'nu takip etmedeki zorluklar bizatihi yolun en önemli parçalarındandır, onun içindir ki nice yol büyüğü, "Yol, menzilin kendisidir," demişlerdir. İnsanlara kendilerini ne zaman çok mutlu hissettiklerini sorduğunuzda birçoğu size, belli büyük hedefler için çalışırken çok mutlu hissettiklerini söyleyecektir. En büyük saadetimiz bitiş çizgisinde değil, mücadele etmekte yatmaktadır. Keyif, yolu yürümededir, bitirmede değil."

Tüm bu konularla beraber Hakikat Yolu'nun zorlukları ve mürşit-mürit ilişkisi, hem hadis-i şeriflerle birlikte hem de Frager'in Muzaffer Ozak Efendi'den [k.s] işitip öğrendiklerini oldukça arifane bir üslupla nakletmesiyle kitap iyice zenginleşmiş.

"Belli ameller ve fiiller size bir mürşit tarafından telkin edilmediyse hiçbir etkileri olmaz. Bu, "kendi mürşidin kendin ol" safsatasına kapılan kişiler hal aktarımı, manevi nesip (silsile) ve biat kurumlarının önemini göz ardı etmektedir. Mânâ yolu sadece mantığa dayalı veya mekanik değildir. Psikolojik ve manevi kas şişirme de değildir. Çok daha latiftir, anlaması güçtür; mürşitle arada bir feyiz köprüsü kurmaktır. Tasavvufta buna "râbıta-yı kalb"; "kalp bağlantısı" denir... Nefsin ince hilelerine gelecek olursak, bunlara karşı insanın bir mürşidinin olması o kadar faydalıdır ki... Bazı insanlar eksenden çıkarak mânâ yolundan sapmaya başlarlar ama bunu fark edemezler. O durumda bize, "Kendine gel! Az önce yoldan tam doksan derece saptın! Hemen geri dönüp eksene girmen lâzım!" diyecek biri lazımdır."

Ömer Lütfi Akad'ın "Çalsın sazlar oynasın kızlar" filmini tekrar tekrar izleyenler hatırlar. Orada
Hafız Sebilci Hüseyin Efendi harikulade biçimde "O güzel gözlerinin cazibesi beni billah yakıyor" diye bir gazel okur. İşte şu satırlar bekarlığı hâlâ sultanlık zannedip hiç yanmayanlara kısa bir ders niteliğinde:

"Evlilik ilahi bir nimettir... Kalbimizin açılması hayatımızda başımıza gelebilecek en önemli olaydır. Kalplerimiz mühürlüyse başka hiçbir şeyin önemi yoktur. Dünyanın bütün parası ve şöhreti bizim olabilir ama kalplerimiz mühürlüyse bundan keyif alamayız. Fiyakalı bir işimiz, havalı bir titrimiz, pahalı bir evimiz olabilir ama sevemiyorsak hiçbir şeyimiz yoktur... Muzaffer Efendim şöyle bir yorum yapardı, "Aslında aşktan habersiz bir insan eşekten de aşağıdır. Bir eşek, en azından taze tahıl sever. Sevebilen bir insanoğlu, meleklerden de daha üstün olabilir ama sevemeyen, hayvanlardan da aşağı olur."

Günümüzde zenginliğin önemine dair kitaplar artmakta, fakirliğin kıymetine dair kitaplar da hiç yok denecek kadar az. Tüm bunların yanında cimrilik ve cömertlik üzerine bir şeyler okumak ise zor. Kitapta bu konulara dair çok önemli metinler mevcut.

"Gerçek şu ki, hepimizde cimri bir taraf vardır. Adamın birisi Hz. Ali'ye sormuş, "Ya imam, zekât kaçta kaçtır?". Hz. Ali Efendimiz de "Sana göre mi, bana göre mi?" diye sormuş. Adam, "Ya imam, sana göre bana göresi olur mu? Kırkta bir değil mi?" deyince Hz. Ali, "Kırkta bir cimri zekâtıdır. Biz hepsini veririz," demiştir... Muzaffer Efendimin dediği gibi, bazı insanlar cüzdanında ısırgan var gibi davranır. Sadaka vermek için cüzdanlarına uzandıklarında elleri ısırılmış gibi olur."

Kitaba "bir sohbet kitabı" diyen Robert Frager "Muzaffer Efendim seneler önce, "Bu hikâyeleri tekrar tekrar anlat," buyurmuştu. "Bunları on bininci kere anlattığında dahi insanlar onlardan istifade edecektir" diyerek takdim ediyor. Okuyucuya da bu sohbetlerden nasiplenmek, şifa bulmak düşüyor. Hiç değilse şifayı aramak, şifanın varlığından haberdar olmak için...

Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf