Reşad Ekrem Koçu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Reşad Ekrem Koçu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Ocak 2017 Salı

Güldüren, ağlatan, hayret ettiren tarihçimiz

Reşad Ekrem Koçu için en çok da tarihi sevdiren adam derler. Evet, tarihçiliği soğuk, sıkıcı metinlere hapsedilmiş bir olgu olmaktan çıkarıp, genelde başka tarih kitaplarının asık suratlı suretlerini, vakıalarını kendi kitaplarında, tarihi romanlarında adeta tebessüm ettirir. Tarihimizin, özellikle de Osmanlı tarihinin kıyıda köşede kalmış, dikkat çekmeyen ayrıntılarına projeksiyon tutar. Gâh güldüren, gâh ağlatan, gâh hayret ettiren… Bazen hayran hayran bakarız satırlara bazen de böyle şeyler olabilir mi diye şaşırırız.

Tekmili birden İstanbul’u anlatır, İstanbul anlatılır köşe bucak… Köy köy, semt semt, sokak sokak İstanbul… Yalnız zenginlikler, yalılar, saraylar, köşkler, bağlar, bahçeler anlatılmaz. Şehrin öteki yüzü de dile gelir. Garibanlar, berduşlar, ayyaşlar, dilenciler, çingeneler, bohçacılar, incik boncukçular, kabadayılar, gayrimüslim kantocular, destancılar, kayıkçılar, külhanbeyleri, dalkavuklar, çıraklar, kalfalar…

Tarihin güler yüzlü anlatıcısı, tarihi tek düze anlatımdan kurtaran tarihçi dedik Koçu’ya ama bu, tarihi gerçeklere aykırı, kurgucu, gerçeklerin uzağında bir profil akla getirmesin. Tarihle uğraşanların kahir ekseriyetine göre yazdıklarında gerçeklerin aksine bir durum yok. Gerçekleri kafasındaki kurgulara kurban etmiyor. Gerçekleri dile getirme konusunda çok titiz. Ayrıca Türkçeyi çok iyi kullanıyor. Türkçeye hâkim bir üslubu var. Şehrin öteki yüzünü anlatıyor fakat lakaytlık, gevezelik, saygısızlık kesinlikle yok. Murat Bardakçı’nın da ifade ettiği gibi şehrin diğer yüzünü, sokakları anlatırken orada olan bitenler konusunda okuyucuyu özendirmez, sadece nakleder. Anlatılarında yazı geleneğine saygı çerçevesinde hareket eder. Edebi sanatları, coşkun karakterini satırlara aksettirir ama tarihi gerçeklerin hilafında bilgilere rastlayamayız.

Bir dönem yolu üniversiteye düşse de bu akademik serüven uzun sürmemiş. Hayatının sonuna kadar liselerde öğretmenlik yapmış. Kitaplarından müteşekkil bir dünyası var. Çok çalışkan; yazı yazdığı dergi ve gazetelere yazılarını hep zamanında göndermiş. Onun İstanbul sevgisi ve yazıya tutkusunu tek başına, bin bir zorlukla hazırlayıp yayınladığı İstanbul Ansiklopedisi gösterir. Ansiklopediyi G maddesine kadar yayınlıyor. Aslında ansiklopediyi tamamlamış ama yayınlamak için para bulamadığından bu projesi akim kalmış. Gerçi ansiklopediyi tamamlayamamış deniyordu ama 2006 yılında Murat Bardakçı 70-80 koli içinde saklanan ansiklopedinin Koçu tarafından hazırlanan ama yayınlanamayan bölümlerine ulaşmış. Kalan bölümlerin yayınlanması için girişimler olmuş ama telifte anlaşılamadığı için bir türlü hayata geçirilememiş.

Reşad Ekrem Koçu’nun romanları hakkında İlber Ortaylı’ya kulak verdiğimizde şu değerlendirmeleri duyarız: “Üstadın romanları bizim bildiğimiz roman değildir, daha çok çeşni kazanmış bir vakayiname, hayat boyu okuyup hatmettiği Tayyarzade, Hançerli Hanım tipindeki 18. asır halk hikâyelerinin getirdiği bir üslup hâkimdir. İşte cılız tarihi roman edebiyatımızda, üstadı özgün ve lezzetli kılan niteliği de budur. Üstelik ‘Romancı tarihçiye sadık kalmak zorunda değil’ tümcesini, ‘Romancı cahil olup istediğini uydurur’ hükmüne çevirenlerin ortamında Reşad Ekrem, sağlam tarihi bilgisiyle nesillere tarihi sevdirip tarih öğreten biridir.

Onun üslubu hakkında fikir vermesi maksadıyla Fatih Sultan Mehmed adlı kitabındaki “İstanbul’un Fethi” bölümünden bir pasajla yazımızı bitirelim: “Çanlar mütemadiyen çalıyor ve dakikalar geçerken, bir veya birkaç tanesi susuyordu. On beş dakika içinde yetmiş bin kadar Türk askeri girmiş bulunuyordu. Sultan Mehmed, Topkapı karşısında dikilmiş, büyük sancağın altında, at üzerinde bu muhteşem girişi seyrediyor ve sevincinden ağlamamak için kendisini zor tutuyordu. Şehrin müdafii İmparatoru Konstantin’e gelince on asırlık bir imparatorluğun son hükümdarına yakışan ulvi bir kahramanlıkla, kılıcı elinde ölmüştü. Şöyle ki, şehrin alındığını görünce bir Arap kısrağının üzerine atlamış, arkasında dört sadık silahşör Fransuva dö Tolet, Teofilos Paleologos ve İlliryalı Jan’la dörtnala Likos vadisinden sur boyunca şimale Edirnekapı’ya doğru çıkmıştı.

Muaz Ergü
twitter.com/muazergu
* Bu yazı daha evvel dunyabizim.com'da yayınlanmıştır.