Peyami Safa etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Peyami Safa etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Mayıs 2021 Pazartesi

İyi ve kötü yanlarıyla iç dünyamızın portresi

Hepimizin içinde şüphelere duçar olmuş bir taraf vardır. İç dünyamızla, psikolojimizle, kimseye göstermediğimiz ‘ikinci ben’imizle, varız. Bu bizim kötülüğe meyyal tarafımız. Bir de kendimizi muhafaza etmek için öne çıkardığımız kuşkucu, korumacı, sorgulayıcı taraf var, psikolojik kalkan, etrafımıza çizdiğimiz kırmızı bir halka.

O içimizi kemiren şüpheci tarafımızı, ikili ilişkilerde sıklıkla kullanıyoruz, “arkadaşım telefonda konuşurken arkasından tramvay sesi geliyordu, ama bana evde olduğunu söyledi, eğer tramvay sesi televizyondan gelmiyorsa, beni ekip, başkasıyla buluşmaya gitti” diye düşünüyoruz örneğin. Günlük hayatımızda çok fazla mevcut olan, ama çoğumuzun önemsemediği, sinek ısırığı gibi, önemsenmeyen ama tatlı tatlı kaşınan, kaşındıkça acıtan, içini yiyen huyu bireyin.

İşte Yalnızız romanı, her satırında kuşkucu tarafımızı keşfedeceğimiz, şüphe duygusuyla ilerleyen, rahatsız eden, kızdıran, duygulandıran, hayretlere düşüren bir roman.

Roman, oldukça rahatsız edici bir tablo ile, okurun sinirini bozan duyguları okura yükleyerek başlıyor. Böyle bir tablo ile başlaması ise ilk sayfadan itibaren soru işaretleri oluşturuyor, dolayısıyla merak sâiki başlıyor, son sayfaya değin tükenmeden sürüyor. Romanın başındaki rahatsız edici ahlaki tabloyla karşılaştığınız zaman devamı da böyle gelecek, olay bu başlangıcın üzerine kurulacak diye düşünüyorsunuz, ancak ilk 100-150 sayfa sonunda olaylar derinleşiyor ve diken üstünde duygularla başladığınız romanı okumak biraz daha kolaylaşıyor. Her karakterde farklı bir yanını buluyor okur Yalnızız’ı okurken, kitap okuru vicdani hesaplaşmaya itiyor.

Samim ve Meral’in hikayesini okuyoruz romanda esasen. Yalnızız’ın psikolojik tahlil ve tespitler üzerine kurulu bir roman olduğu genel olarak bilinir. Peyami Safa, derin psikolojik tahlilleri bu romanda Samim karakterinin ağzıyla okuruna aktarmış, ve o kadar ince, o kadar gerçek duyguları, öyle açık bir üslupla tasvir etmiş ki, kitabı okurken hayret ediyorsunuz. Ve bitirdikten sonra da üzerinizde bıraktığı duygular bir süre daha devam ediyor. Kuşkucu bir insan olarak özellikle kuşkunun tasvir edildiği paragraflar içime saplandı kitabı okurken.

Samim birdenbire doğruldu. Zihninin karanlığında, başka koldan ilerleyen fikir gölgeleri birdenbire şuurunun aydınlığına çıktı. Şüphesiz Feriha’ya merhamet ve Paris’e muhabbet bu yalanı izah etmez. Deminden beri niçin başka sebepler aramıyorsun? Ne olabilir başka sebepler? Samim ayağa kalktı. Ne olabilir? Ne olabilir?

Yatağının baş ucuna gitti ve düğmeye bastı. Ne olabilir? Odanın ortasına doğru geldi, durdu. Ne olabilir? Ne olabilir başka sebepler? Feriha’nın yanında aşığının bir arkadaşı. Hayır, Paris’ten böyle bir adamla gelmiş olamaz. Otelde de çarçabuk onu bulamaz. Başka ne olabilir?

Bu roman hakkında hiçbir fikri olmadan eline alan bir okuyucu, bunun ilişkiler ve entrika üzerine kurulmuş bir roman olduğunu düşünebilir, pek tabii. İlişkiler üzerinden, başka başka hayatlarda dönen başka dolaplar üzerinden, hiç bitmeyen olaylar üzerinden insanın içindeki iyi ve kötü tarafın portresini çiziyor Safa. Bireyi anlatırken ahlaki yozlaşmayı okurun adeta gözüne sokup, doğrusunu bulmayı bir nebze okura bırakırken, Simeranya kavramı ile de olması gereken toplum yapısının tuvalini çiziyor. Simeranya, kitapta adı geçen ütopik bir kavram. Ve aslında kitapta okura yüklenmeye çalışılan temel fikir de hayal edilen toplum yapısına adım atmak için, bireylerin kendilerini düzeltmekle işe başlamaları gerektiği. Bireyler toplumun tohumları, yapıtaşları çünkü. Kurguya büyük bir başarıyla yedirilerek anlatılan ahlaki yozlaşma yanlış batılılaşmayla temellendirilmiş, romandaki olay, toplumsal ve ahlaki çöküşün sebebini yanlış batılılaşmaya bağlıyor. Ve biraz da doğu-batı çatışmasına. Yanlış anlaşılan bir batılılaşma, yanlış anlaşılan bir ilerleme...

Toplum batılılaşma denen şeyi yanlış anlıyor, topluma bağlı olarak birey yozlaşıyor, birey yozlaştığı için aileler yozlaşıyor, ahlak temelsizleşiyor ve en sonunda toplum çöküyor. Burada şöyle bir dipnot geçmek yerinde olacaktır diye düşünüyorum, Tanzimat edebiyatı devrinden yakın tarihlere değin Hüseyin Rahmi Gürpınar, Ahmet Midhat Efendi, Hâlid Ziya, Reşat Nuri, A.H. Tanpınar, Yusuf Atılgan, Oğuz Atay gibi pek çok isim romanlarında yanlış batılılaşmayı eleştirmişler, demek ki bu sorunsal yıllardır toplum içerisinde bizimle birlikte yaşıyor, çözemiyoruz, oldukça trajik ilerleyen bu romandan çıkarılabilecek pek acı bir sonuç da bu.

Kızdıran, hayret ettiren, yüzünüzü buruşturmanıza sebep olan, bütün bunlara rağmen çok keyifli ilerleyen, merakınızı dürten bir roman olacaktır Yalnızız. Okuyacak olan herkese keyifli okumalar dilerim.

Nida Karakoç
twitter.com/nida_karakoc

13 Şubat 2021 Cumartesi

Bir arayışın romanı: İnsan ne zaman hür olur?

Peyami Safa'nın olgunluğa ulaşmış düşünce yapısının ve yazı tarzının ilk romanı sayılabilir Matmazel Noraliya'nın Koltuğu. Doğu- Batı sentezinden vazgeçmese de mistisizme ve spiritizmaya kayan bir değişim yaşamıştır. Bu eserinde değişiminin savunmasını okumuş gibi hissedersiniz.

Türk edebiyatında Peyami Safa tahlil konusunda önemli bir yer tutar. Kişiler üzerine öyle şeyler söyler ki ciğerinizi dağlar. Günümüz insanının bu materyalizm ve maneviyat arasında sıkışıp kalmasını çok iyi anlatır. Bizim iklimimizde kalmayı salık veren, Batıyla Doğu arasında sallanırken nerede kalmamız gerektiğini, onu okuyunca kararlaştırabilirsiniz. Peyami Safa her şeyi, herkesi tanımış, aidiyet işini halletmiş, tertemiz, merhamet abidesi bir yazar.

Matmazel Noraliya'nın Koltuğunda'da Peyami Safa karakter tahlilleri ile meselesi neyse anlatır. Eserde tıp, psikoloji, felsefe, ilm-i sima, -izmler hakkında ayrıntılı malumatlar verir. Eserin ana karakteri Ferit, dört yıl tıp eğitimine devam ettikten sonra felsefeye geçmiş ama orada da tutunamamış, hayata külli bir bilimsel gözle bakıp anlayamamanın verdiği ıztırapla ne yapacağını şaşırmış, en sonunda onu doğru yere ulaştırabilecek bir arkadaş (Yahya Aziz) bulup huzurun Allah'ta olduğuna inanan bir adamdır. Modern insanın güzel bir örneğidir. Kitabın başından itibaren bir çıldırma korkusu var, sonunda ya bir çıldırma hâsıl olacak ya da çılgınca bir durum meydana gelecek diye bekliyorsunuz. Ferit kitabın ilk sayfalarında kararsız ve uyuşukluk abidesi bir adam olmuş. Kendini hiç bir yere ait hissetmiyor ve üstüne bu durumun rezil bir durum olduğunun farkında. Arkadaş ortamı can sıkıcı. Suzy denilen bir kadın, çocuğunu İngilizce ninniyle uyutmaktadır. O evde olanlar, Türkiye'nin yozlaşmasının bir minyatürü gibidir. Ferit'in sevgilisi Selma'ya bedenini ve ruhunu göstermek ile ilgili ettiği sözler daha çarpıcı söylenemezdi. Yazar tek bir pencereden anlatmıyor, karşıt fikirleri öyle veriyor ki o iki karşıt düşünce de ona aitmiş gibi hissediyorsunuz.

Ferit, kitap ilerledikçe tasavvufla ilgilenen bir karakter olarak çıkıyor karşımıza. Önce Selma'nın gönlünü almayı düşünüyor, sakinleşiyor, ruhen başka bir yola giriyor. İçindeki o ince öze ulaşmak için önce taşlaşıp, sınırlarının dışına çıkması mı gerekiyordu? Belki de öyleydi. Ferit'in kardeşi Nilüfer'in hastalık hali öyle bir tasavvur edilmiş ki Peyami Safa'nın hastalıktan kurtulmayan ömrü gözünüzün önüne geliyor, otobiyografik bir hava esiyor. Ferit bir yerde kelimeleri didikliyor. Obsession kelimesi için bela fikir karşılık olabilir mi tartışmasını yapıyor içinde. Bir yazar sancısı olarak bu kelimeye takma halini verdiği yerde de hissediyoruz o havayı. Eda Hanım'ın anlattığı garip hadiseler, yangın meselesi, Tatvanlı Fatma'nın anlattığı gizemli hikâyelerden bütün Anadolu evlerinde anlatılmıştır. Bu anlatılar Ferit'in yaşayacağı mistik olaylara inanmasını, Matmazel Noraliya'nın ruhuna alışmasını sağlıyor sanki. Bir de garip olan bu yaşananlar sanki sadece kadınlara özgü, onların fark ettiği şeylermiş gibi kadınların ağzından anlatılıyor ve onlar tarafından inanılıyor. Ferit kadının yanında duran, ona inanan, güvenen bir erkek karakteri çiziyor. Tahir Bey kızı Eda'nın dediklerine inanmamasını istiyor ama Ferit onu dinlemeye devam ediyor.

Matmazel Noraliya'ya dair birinci bölümde hiç bir şey görmüyoruz. İkinci bölümde ortaya çıkıyor Noraliya. Onun evinde oturan Dimitri ve Fotika karakterleri var. Fotika, Noraliya'nın hikâyesini anlatıyor Ferit'e, günlüklerini okuyorlar. Koltuğun sırını çözmeye çalışıyorlar. Peyami Safa ruhsal yolculuklara inanır, bunu da bir gulyabani öyküsü gibi vermez. Duyularımızla ilgili, ruhsal yolculuklarla ilgili bilimsel veriler sunar okuyucuya. İkna olursun ya da acaba mı dersin. Sana başka bir kapı açar.

Matmazel Noraliya karakterinde kadının yeri ile ilgili mesajlar veriliyor. Noraliya'nın annesinin İtalyan olması, yabancı dil bilmesi, hatta o dilde esaslı kitaplar okuması, günlükler tutması, yaptığı iyilikler, yaşadığı sade hayat kadının baş üstünde tutulacak bir yerinin olduğu mesajını veriyor.

Yorgo'nun Noraliya'ya hayret etmesinde ince göndermeler vardır: "Nasıl oluyor da bir Müslüman kızı hem böyle erkekten kaçıyor hem onunla konuşuyor hem İtalyanca biliyor hem anası ona kah Nurilya kah Noraliya diyor hem adı Nuriye'dir hem kapalı hem de ... Postoleni ... Böyle.. Açık fikirli bir kız..."

Modernlikle Müslümanlığı yan yana telaffuz etmekten korkanların söylemeye cesaret edemedikleri cinsten cümleler. Kitap burada Ferit'in meselesi olmaktan çıkıyor. Kadınıyla erkeğiyle bir aydın kesimin bunalımını okuyoruz. Elindeki zenginlik ve ilimle ne yapacağını şaşırmış bu insanlara dersi Noraliya veriyor. Noraliya'nın sade hayatı bir dervişinkini andırıyor.

"Sade, sade, çok sade. Ne lazımsa o kadar. İki odanın birinde yatar, ötekinde yemek yer, dua eder, okur, yazarmış."

Noraliya'nın günlüklerine baktığımızda modern muhafazakâr kadının sancılarını ortaya döker. Noraliya hâlihazırda sayıları çoğalmış modern Türk Müslüman kadının da simgesi sayılır. Yazma derdinde, dünyayı temaşa edip anlamaya çalışma derdinde, arzusunu öldürme derdinde, Allah'a ulaşma derdinde. Ferit, Noraliya ve Selma'yı hayatları içinde yaşadıkları tezatlıklar sebebiyle birbirine benzetiyor. Noraliya'nın cisminde ferdiyetçilik, cemiyetçilik tartışmasına bile giriyor. Noraliya'nın koltuğu onun yalnız kendi benliğine değil, bütün benlere, mücerret bene isyandır. Onun koltuğu vardır ve bu koltuk bir isyanın ve aydınlığın sembolüdür. O koltukta Ferit kadının kıymetini ve sırrı anlamıştır. Sır ebedilik, Allah, enerji, hayat, ruh, cevherdir. En büyük sır mahfazası mezardır ve ölmek sır saklamaktır. Aziz ile Ferit yeni bir dünya düzeni, sömürünün, liyakatsizliğin olmadığı, âlimin de işçinin de hakkının verildiği bir düzen üzerine bile konuşurlar. İnsan ne zaman hür olur sorusuna cevap bulurlar.

Beni en çok etkileyen yer ise Ferit'in şu söyledikleridir:

"Ben diyordun, arkamdan siyah bir köpek geldiği, için değil, Tahir bey yükte yattığı için aklımı bozabilirim."

Böyle bir vicdana ihtiyacımız yok mu?

Mevhibe Şenel
mevhibe.senel@gmail.com

15 Eylül 2017 Cuma

Peyami Safa aileyi savunamamıştır

Fatih-Harbiye romanının gelenek-modernleşme gerilimiyle izahını doğru bulmuyorum. “Şark'ın temsilcisiFaiz Bey, gelenekten uzak bir tiplemedir. Fatih semtinin insanı değildir. Fatih semtine zenginliğini kaybetmek nedeniyle ‘sığınmış' yenileşmeci kadro içinde görülmelidir:

Yedi sene evvel, Faiz Bey karısı öldükten sonra, Kuruçeşme'deki yalıda oturmak istemedi. Maarif evrak müdürlüğünden tekaüt edilmişti. Üsküdar'daki büyük evi de yanınca, azalan varidatına göre daha sade bir yaşayış temini düşündü, Gülter'i muhafaza ederek öteki hizmetçilerin kimini savdı, kimini evlendirdi. Fatih'teki bu eve taşındılar. O vakit Neriman on beş yaşında idi ve Süleymaniye'deki kız lisesine girdi. Orada Şinasi'nin kız kardeşi Nezahet'le tanıştı. Faiz Bey biraz ney çalardı. Nezahet'in kardeşinin kemençe çaldığını öğrenince onunla tanışmak istedi. O tarihten sonra Şinasi, Nerimanlara sık sık gelip gidiyordu ve o gün bugün ailenin bir ferdi gibidir.

Peyami Safa bu romanda Türk muhafazakârlığını ve hatta aileyi savunamamıştır. Romanda ‘aile' bulunmamaktadır. Kitabın en büyük zaafı budur. Baba-kız-hizmetçi teslisi, geleneksel Türk ailesi değildir:

1) Ailesizlik: Yaşlı bir baba ve ev işlerini bile yapmaktan aciz entelektüel bir genç kız ile hizmetçiden oluşan bu üçlünün "Türk ailesi" olduğunu iddia ederek bu aile modeliyle modernleşmeye itiraz edilemez.

2) Geleneğin alaturka müzikle sembolize edilmesi: ‘Geleneksel-modern' çatışması ‘alaturka müzik-alafranga müzik' ikileştirilmesiyle verilmektedir. Başka bir gelenek belirtisi yoktur. Neriman Dârü'l Elhân'ın alaturka bölümünde ut (ud) eğitimi almaktadır. Dârü'l Elhân aslında Türk müziğinde gelenekten kopmayı temsil etmektedir. Eserler bu kurumun çalışmalarıyla notalandırılmıştır. Oysa Türk müziğinde hadis isnadında görülen rivayet zincirine benzeyen bir silsile bulunmaktadır. Hoca (bestekâr, muallim) eserini, kendi talebesi yoluyla yaşatacak, geleneği sürdürecek bir taliple (talebe) meşk etmekteyken bu gelenek Dârü'l Elhân ile yıkılmıştır. Neriman karakteri gelenekte talebe kabul edilemeyecek derecede alaturka müzikten nefret etmektedir: “Şu alaturka musikiyi kaldıracaklar mı ne yapacaklar? Babam şark terbiyesi almış (…) Fakat artık sinirime dokunuyor. Dârü'l Elhân'dan da çıkacağım yahut alafranga kısmına gireceğim.

3) Faiz Bey'in Neriman ile Şinasi arasındaki ilişkiye müsamahası da geleneğe aykırıdır: “Faiz Bey bunun için Şinasi ile Neriman arasındaki münasebetin ilerlemesine mani olmadı (…) Azami derecede müsamahakâr davranmıştı. Şinasi ile Neriman, adeta gece gündüz beraber yaşadılar. Bunların içinde uzun ve tatlı kış geceleri vardı. Neriman da ut öğreniyor ve beraber saz yapıyorlardı. Birçok geceler Faiz Bey ve Gülter yatıyor, onları baş başa bırakıyorlardı. Neriman, bu meşru dekor içerisinde Şinasi'ye her manasıyla bağlandı ve ona her şeyini verdi (…) En mutaassıplar bile, onların bu sevişmelerini biraz tabii ve ahenktar buluyorlardı, bu nikâhın gecikmesine rağmen bile hiç kimse aleyhlerinde bir dedikodu yapmadı.

Neriman, Şinasi'yi tanıdığının ikinci senesi, ilk defa bu sokakta, şahnişin altında gözlerini kapayarak ve kızararak dudaklarını ona uzatmıştı.

Müteveffa Büyük Valide'nin kültürü: Romanda Gülter'in dilinden Büyük Hanım da anlatılır: “Meziyetlerini anlatamam ki. Öyle temiz, öyle tertipli, öyle ince bir kadındı ki. Ev temizlenirken, tertip edilirken hizmetçilerin başında durur, en kabasından en incesine kadar bütün ev hizmetlerini bilirdi. Halayıklara, hizmetçilere bir örnek yazmalar verilir, temiz önlükler giydirilirdi (…) Her tarafta kar gibi beyaz örtüler, perdeler, tenteler. İnsanın öpeceği, koklayacağı gelir (…) Sade ev kadını mı? Büyük validenizin elinden kitap düşmezdi (…) Hani meşhur bir tarih vardır (…) Naima Tarihi! Daha böyle neler okurdu. Arapça da bilirdi, Farisice de. Bize okur okurdu da anlatırdı. Adeta bir mektepti o konak.

Romanda halayıklar-hizmetçiler idare eden Büyük Valide'den ve Neriman-Şinasi'nin ilişkilerinden hareketle Osmanlı yenileşme siyasetine bağlı ‘konak hayatı'nın çökmüşlüğünün tasvir edildiği kanaatindeyim. Peyami Safa, ‘Cumhuriyet modernleşmesi'yle ‘Osmanlı yenileşmesi'ni ‘mazi-modern' ikileşmesine uğratarak bizi yanlış bir algıya sürmektedir. Neriman'ın ‘yenileşmenin sürekliliği' peşine düştüğü, Faiz Bey'in ise hayatının son deminde ‘huzur' kaygısı taşıdığını düşünebiliriz. Neriman'ın Şinasi ile evliliği Faiz Bey-Gülter'e evde yer açacaktır. Şinasi de aslında muhafazakâr değerleri temsil etmez. O sınıf değiştirmenin (Fatih'teki evde kira vermeden oturacak, ‘konak kızı' almanın) peşindedir.

Şinasi Neriman'ın gözünde, aileyi, mahalleyi, eskiyi, şarklıyı temsil ediyordu; Macit yeninin, garbın ve bunlarla beraber meçhul ve cazip sergüzeştlerin mümessili ve namzediydi.” (Safa, 1995: 60); “Niçin mi? Çünkü artık ben bir Fatih kızı olmak istemiyorum, anlıyor musun? Böyle yaşamaktan nefret ediyorum, eskilikten nefret ediyorum, yeniyi ve güzeli istiyorum (…) Eski ve yırtık ve pis iğrenç bir elbiseyi üstümden atar gibi bu hayattan ayrılmak, çıkmak istiyorum.

Fakat Neriman'a bu yeni hevesler nereden geliyor? Nereden olacak? Memleketten. Küçük hanım asrileşmeye karar verdi. Açıkça söylüyor: ‘Ben medeni bir kız olmak istiyorum!' diyor (…) Bu hayattan hoşlanmıyormuş. Galiba Fatih'te, Fatih'teki evde oturmak istemiyor (…) Bu kadarla kalsa iyi (…) lüks yaşamak istiyor.

Tir tir titreyerek bağırdı: Siz bir alçaksınız: Sen ve babam ve sizin gibi düşünenlerin hepsi (…) Ve gidiyorum, şimdi gidiyorum, anladınız mı? Şimdi, hemen, karşıya, Beyoğlu'na. Anladınız mı? Ben züppeyim, sahteyim, cahilim, ben sükût etmişim, anlıyorsunuz değil mi?

Peyami Safa, Neriman'ı Şark'a dönmesi konusunda ikna edemez. Bir sentezci olduğundan tezini Şark'ı güçlendirme peşinde değildir. Neriman, Macit'in modernliğin temsilcisi sayılamayacağını fark ederek aşkı uğruna bedbaht olan ‘Rus kızı' hikâyesine inanmış görünür, eve döner. Bekleyecektir: Fatih'in ahşap evleri de yıkılacak Harbiye gibi taş yapılarla inşa edilecektir. Garblılaşma mukadderdir.

Lütfi Bergen
twitter.com/BergenLutfi

3 Nisan 2017 Pazartesi

Nefretin çirkinleştirip çerçevelediği bir dünyada: Yalnızız

Son iki yüzyılda tüm gelişimini bilimin ölçülü ve katı kuralları dairesinde arayıp duran insanoğlu, bu mücadelenin eseri olarak 30 yıl içerisinde iki kez topyekûn savaşa durdu. İnsanlık, ilerleyeceği yola mantığını ve tasnifini esir alan bilimle mi yoksa içinde taşıdığı ruhun sınırsız tahayyülü ve hissiyle mi devam edecek?

Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatının en sofistike yazarlarından Peyami Safa, hikayelerinin birçoğunda olduğu gibi Yalnızız isimli romanında da, 20. yüzyılın başında medeniyet, fikir ve kültür çekişmeleri arasında bırakılan Türk toplumunun ruh halini kendine konu ve dert ediniyor.

Aslında Peyami Safa’nın bu en karakteristik romanı, tahlil etmek için oldukça ilginç bir eser. Çünkü bizatihi bu eser, adeta bir tahliller silsilesi. Bu silsilenin başını da Peyami Safa’nın kendi fikirleriyle ruhunu üflediği eserin başkarakteri Samim çekiyor.

Hikâye, klasik Türk edebiyatı okuyucularının aşina olduğu türden bir “konak” hikâyesi. Konaktaki karakterlerin ve birbirleriyle olan ilişkiler ağının dönemin ahlak normlarını aşan dikkat çekici hali, Peyami Safa’nın bu alandaki yozlaşmaya dair bir eleştirisi olarak okunabilir.

Okumak isteyenler için bu eserin hikâye kısmını karanlıkta bırakmayı tercih ediyorum. Bu incelemede bahsedeceğim ve kanaatimce eseri okunur kılan esas unsur; yazarın Samim karakteri üzerinden insanlığın son iki yüzyıldaki terakkisine ve benliğinin ruhsal teşekkülüne dair yaptığı tahlil ve yorumlarıdır.

Hikâye boyunca Samim, ilerlemeyi sadece fen ve çağdaş bilimde arayan insanoğluna gerçek ilerleme alanı olarak bizzat insan ruhunu işaret ediyor. İnsanlığın son 30 yıl içerisinde iki büyük dünya savaşına sürüklenmesinin sebebi olarak tüm mantığın ve tasnifin bilimin katı ölçülerine dayandırılmasını gösteriyor. Bu şartlarda ideal bir dünya düzenine ulaşmaktan bahsedilemeyeceğini hikaye boyunca çeşitli tartışmalar boyunca anlatan Samim, asıl ilerlemenin insanın kendi ruhsal alanında yapacağı atılım ve revizyonla mümkün olacağını savunuyor.

Esasen Peyami Safa tüm eser boyunca Samim üzerinden derin, uzun, fakat okuyan herkesin empatisine oldukça açık tiratlarıyla bir ütopyayı betimliyor. Bu ütopyanın ismi Simeranya.

Simeranya, Samim’in hayalinde kurduğu ve yaşattığı ideal bir diyar. Orada tüm mücadele, tüm yaşayış, tüm hayat uğraşıları insanların ruhunun ihtiyaçları üzerinden vuku bulur ve yine tüm faydayı insan ruhuna sağlar. Simeranya’da eğitim de, sanat da, sağlık da insan ruhunun hem ürünü hem üreticisidir.

Peyami Safa, Samim aracılığıyla kurduğu bu ütopyayı insanoğlunun gelecek asırdaki mefkûresi olarak betimliyor. Üst üste iki dünya savaşından çıkan yorgun, tedirgin ve yönünü kaybetmiş insanlığın geleceği için 1940’ların ortasından ta bir asır sonrasına kanca atıyor. Peyami Safa bu idealini hikayenin sonunda bir manifesto gibi haykırıyor;

Bırak şu maddeyi, boğ şu ölçü dehanı, doy şu matematik ve fizik tecessüsüne, kov şu kemiyet fikrini, dal kendi içine, koş kendi kendinin peşinden, bul onu, bul kendini, bul ruhunu, bul, sev, bil, an, gör, kendi içinde gör Allah’ını. Kendine dön, kendine bak, kendine gel. Ortaçağ papazında haklı olarak ayıpladığın dar kafalılığın anlayış sınırlarını daha fazla darlaştıran beş duyu idrakinin kapalı dünyası içinde kalma!

Peyami Safa, Yalnızız’da yine Samim aracılığı ile ikili ilişkiler üzerinden insan benliğini tahlil etmeye çabalıyor. Ona göre her insan; biri asıl, saf ve savunmasız, diğeri sahte fakat saldırgan iki alt benliğe sahiptir. Bu iki benliğin mücadelesi, insanın tüm davranışları, hissedişleri, yönelişleri üzerinde belirleyici olmaktadır. Bu iki alt benliğin mücadelesi, hikâye boyunca Meral karakteri üzerinden trajik bir akışla izleniyor.

Yalnızız, bir solukta okunacak bir romandan ziyade, Peyami Safa’nın çağın üstünde bir idealistlikle yarattığı dünyasını sindire sindire anlamamız gereken bir fikir deryası olarak karşımıza çıkıyor. Hikaye içerisinde karakterlerin birbirleriyle olan ilişkilerini alışılmış reaksiyonlarla değil, derin ruhi tahlillerle açıklayan Peyami Safa, okuyucusuna üzerine düşünmek için oldukça fazla fikri malzeme sunuyor.

Peyami Safa’nın hikâyecilikle fikirciliği ustalıkla harmanladığı, birini diğerine tercih ya da birini diğeri için kurban etmek hatasına düşmediği bu romanını metropolün materyalist fırtınalarına tutulmuş zihinlerin şifası için tavsiye ediyorum.

Murat Çınar
twitter.com/muratcnr