Osmanlı İmparatorluğu'nda Devlet ve Ekonomi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Osmanlı İmparatorluğu'nda Devlet ve Ekonomi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Nisan 2014 Çarşamba

Devlet ve ekonomiye dair

İnsan, ünsiyet sahibi olduğu gibi, unutan da bir varlıktır; unutması dolayısıyla da hatırlayan bir varlık... Peki ya unutturmak, yani siyasal ideoloji haline gelen unutulanın unutturulması... Türkiye'de "birtakım esrârengiz eller, 1930lardan sonraki Türk nesilleri ile geçmişlerinin tamamı arasında geçit vermez duvar örüp onları tekmil tarihî müktesebâtından yoksun kılmışlardır."[ii] Kaba kuvvete dayalı bir imparatorluk geçmişinden kurtuluyorduk. Bilhassa "17. ve 18. yüzyılları kimse hatırlamak bile istemiyordu. (...) Aynı kaderi 19. yüzyıl da paylaşmaya fazlası ile adaydı. Ancak modern Türkiye'yi hazırlamış olan reformlar dolayısı ile hafıza kaydı bütünü ile silinmiyor, içinden günümüz için anlamlı görünen reformcu girişimler itina ile ayıklanıp hatırda tutuluyor, gerisi unutkanlığa terk ediliyordu."[iii]

Yirminci yüzyılın ilk çeyreğinin sonralarından başlayarak, -özellikle oryantalist kaynaklar devşirilerek- Osmanlı İmparatorluğu olumsuz bir mit haline sokulmuştu. Oryantalist söyleme göre: "Doğuşundan itibaren ilerici olduğu iddia edilen Avrupa uygarlığının tersine, öteki yüksek uygarlıklar kendi gelişim havzalarında donmuş olarak kalmış olmalıydılar..."[iv] Çağdaşlaşmayı kendine amaç edinmiş Türkiye, modernleşme yolunda Batıyı takip/taklit edecekti ve tabi ki de geçmişin belirli bir zaman diliminde donmuş bir ceset gibi kalmış Osmanlıyı terk edecekti, hatta ondan kurtulacaktı.

15.yüzyılda Batı Avrupa'da şekillenen modern dünya-sistemi, kapitalist üretim ilişkilerince domine edilmekteydi, yani sermaye birikimine dayalı üretim ve tüketim ilişkilerinin hakim olduğu sistem. Ahmet Tabakoğlu konuyla ilgili olarak: "Emin olunuz ki, Batı'da denizaşırı sömürgeleşme olmasaydı, proleterleşme olmasaydı sermaye birikimi olmazdı"[v] der. Böylesi maddiyatçı bir düzende "Osmanlıların esas günahı bize miras olarak zengin bir ekonomi bırakmamış olmaları idi."[vi]

Mehmet Genç, Osmanlı Sisteminin neden Batı Avrupa'daki iktisadî gelişmelere ayak uyduramayışı sorusunu merkeze alarak, Ömer Lütfi Barkan'ın yanında doktora tezini çalışmaya başladı. İlkin Fransız kaynaklarını, sonrasında İngilizce öğrenerek İngilizce kaynakları taradı; ama 18. ve 19.yüzyıl arası Osmanlı iktisadî sistemini analiz edebilecek bilgilere ulaşamadığı için arşivlere girmek zorunda kaldı. Arşiv incelemelerinde yüz elliye yakın vergi kaleminden hazineye ödenmekte olan kayıtları 18.yüzyıldan itibaren çıkarmaya başladığında, vergi rakamlarının değişmediğini gören Genç ümitsizliğe kapılsa da, çalışmalarına devam etti. Önündeki bilmece açık ve netti: "Yüzyıldan fazla bir süre ile Osmanlı bürokrasisi, reel iktisadî faaliyet hacmi ile hiçbir ilişkisi olmadığı anlaşılan bu değişmez rakamların kaydını yürütmek üzere binlerce sayfalık defteri neden hazırlayıp durmuştu."[vii]

Mehmet Genç, başladığı Osmanlı araştırmalarını en önemli iktisadi değişim aşamalarından Sanayi Devrimini ve yarattığı etkileri göz önüne alarak şekillendirir. Araştırmalarının neticesinde Osmanlı yönetim elitinin iktisadi hayata bakışında tespit ettiği zihni koordinat sistemini kendi terminolojisi içinde sistemleştirir. Bu koordinat sistemi, ekonomiye ait düzenlemelerde Osmanlı yönetim elitinin kararlarını alırken hareket noktasını belirlediği ilkelerdir. Genç’in klasik dönem olarak nitelendirdiği 19. yüzyıl öncesine kadar geçerli biçimde Osmanlı İktisadi Dünya Görüşünün İlkeleri, ‘iaşe’, ‘fiskalizm’ ve ‘gelenekçilik’tir.

I. İaşe (Provizyonizm) İlkesi
İaşe ilkesi, Osmanlı iktisadî dünya görüşünün en önemli politikasıdır ve ekonomik faaliyete tüketici açısından bakan görüşün dayandığı ilkedir. İnsanların ihtiyaçlarının karşılanması amaçlanmış, üretilen mal ve hizmetlerin mümkün olduğu kadar bol, kaliteli ve ucuz olması esas alınmıştır.

"İaşe ilkesine dayanan bu iktisat politikası, dış ticarette ihracatı zorlaştırıcı ve kısıtlayıcı, ithalâtı ise kolaylaştırıcı ve teşvik edici niteliği ile, günümüzün himayeci iktisat politikalarına hiç benzemeyen bir hüviyet göstermektedir."[viii]

II. Gelenekçilik İlkesi
Gelenekçilik, sosyal ve iktisadî ilişkilerde yavaş yavaş oluşan dengeleri, eğilimleri mümkün olduğu ölçüde muhafaza etme çabasıdır. Herhangi bir değişim halinde, tekrar eski dengeye dönmek üzere değişmeyi ortadan kaldırma iradesinin hakim olması şeklinde de tanımlanabilir.

"Ziraat, esnaflık ve ticarette iaşe ilkesinden kaynaklanan düzenlemelerin hedefi üretim ile tüketimin dengede tutulmasıdır. Dengenin bozulması halinde bunalıma düşme tehlikesi daima mevcuttur. Korkulan asıl tehlike kıtlıktır. (...) Üretimde küçük bir düşme veya tüketimde küçük bir artış, mevcut ulaşım imkânlarının yetersizliği karşısında kolayca kıtlığa dönüşebilirdi. Onun içindir ki, tüketimi arttıracak nitelikteki değişme eğilimleri sürekli kontrol altında tutulurdu. Men-i israfat (somptuary laws) diye bilinen ve amacı lüks tüketiminin sınırlandırılmasından ibaret görünen yasaklamaların önemli bir kaynağı budur."[ix]

Osmanlı yönetim anlayışında gelenekçilik, ‘kadim olana göre davranma’ şeklinde ifadesini bulur. Genç’in bir kanunname’den alıntıladığı gibi “kadim odur ki, onun öncesini kimse hatırlamaz." Kadim, bir kuşağın zihin muhtevasında var olandır. Bu ilke yerleşmiş, denenmiş 'iyiler sisteminin' sürdürülmesini esas almaktadır.

III. Fiskalizm
Fiskalizm, hazineye ait gelirleri mümkün olduğu kadar yüksek düzeye çıkarılmaya çalışılması ve ulaştığı düzeyin altına inmesinin de engellenmesidir. Hazine gelirlerinin esas fonksiyonu, devletin yapması gereken harcamaları karşılamak olduğu için, fiskalizmin dolaylı bir uzantısı olarak, harcamaları kısmaya yönelik çalışmalar da bu kapsamda değerlendirilebilir. Ana hedefi gelirleri mümkün olduğu kadar yükseltmek olan fiskalizm, bu hedefe ulaşmakta zorlukla karşılaştığı zaman, harcamaları kısma yönündeki faaliyetler de gelirlerin artırılmasına katkı sağlamaktadır.

Osmanlı iktisadî dünya görüşü bu üç ilkenin zamana, bölge ve sektörlere göre değişen oranlarda birleşmesinde meydana gelen bir nevi üçlü koordinat sistemi içinde kimliğini kazanmış ve bu kimliği ile iktisadî hayatı yönlendiren düzenlemeler ortaya koymuştur. Ancak bu üç ilkenin oluşturduğu referans sistemiyle Osmanlı iktisadî uygulamaları açıklanabilmekte ve anlam kazanmaktadır.

Tarih kurgusunu kişileri baz alarak soyut ve durağan bir anlatı yerine, olayları neden-sonuç ilişkisi içerisinde dinamik bir anlayışla analiz eden Mehmet Genç'in sunduğu çalışma, mevcut Osmanlı algısına ağır darbeler indirmektedir. O zamana değin Osmanlı, ekonomiden anlamayan, içe kapalı olduğundan dışarıdaki gelişmeleri anlayamamış ve bu sebeple gelişmelere karşı yetersiz kalmış kaba kuvvete dayalı bir düzen, dolayısıyla terk edilmesi hatta kurtulunması gereken bir geçmişti.

Genç pek çok noktada Osmanlı dünyası ile ilgili bilinen klişeleri yerle bir ederek gerçek vesikalara dayanan yeni ve orijinal bir anlam dünyasını kendi terminolojisi ile şekillendirmeyi başarmıştır. Böylece Osmanlıların ekonomiden anlamadıklarının aksine, en iyi bildikleri şeyin ekonomi olduğu anlaşılmış, ticareti küçümsedikleri, ona önem vermedikleri iddiası çürütülmüş, aslında ticaretin teşvik edilen ve korunan bir sektör olduğu, ticaret sektörünün vergilendirme sistemindeki ayrıcalıklı konumu ortaya konarak ispat edilmiştir.

Osmanlı dünyasının kapitalist bir mantıkla hareket etmediği, ekonomiyi toplumun ihtiyaçlarını karşılamak için bir araç saydığı, rekabet ve çatışma yerine işbirliği ve dayanışmayı teşvik ettiği, aşırılık yerine itidalli davranmayı seçtiği örneklerle ortaya konmuştur. Osmanlı sisteminde iktisadî gücün ciddiye alındığı ve önemsendiği, ancak siyasal güce dönüşmesinin titizlikle engellendiği vurgulanmıştır.

Mehmet Genç, çalışmaları ile Osmanlı iktisat tarihçiliğini dünya platformuna taşımıştır. Devletin ekonomi içindeki rolü ve sistemin anlaşılmasını kolaylaştıran teorik kurgusu ile bize Osmanlı ekonomisinin robot resmini sunmaktadır. Gücümüzü, kültürümüzü ve kimliğimizi dayandırabileceğimiz büyük bir devletin mirasına daha büyük bir istekle sahip çıkmamızı öğütler. Osmanlıların kendilerinden önceki devletlerin yaşadıkları tehlikeleri nasıl görüp tecrübelerinden ders çıkardıklarını ve yaşayacakları muhtemel tehlike unsurlarını dikkatle ayıklayarak yavaş yavaş, bir heykeltıraş sabrı ve titizliği ile ölümsüz bir düzen inşa etmeye doğru nasıl çalıştıklarını anlamaya çağırır.

[i] Genç, Mehmet, 2010, Osmanlı İmparatorluğu'nda Devlet ve Ekonomi, Ötüken Neşriyat A.Ş., İstanbul
[ii] Duralı, Şaban Teoman, 2010, Omurgasızlaştırılmış Türklük, Dergâh Yayınları, İstanbul, s.100
[iii] Genç, 2010, s.16
[iv] Wallerstein,Immanuel, 2007, Avrupa Evrenselciliği İktidarın Retoriği, Aram Yayıncılık, İstanbul, s.45
[v] Tabakoğlu, Ahmet, 2009, Almıla Dergisi, 2009/Yaz, s.73
[vi] Genç, 2010, s.17
[vii] a.e, s.29
[viii] a.e, s.49-50
[ix] a.e, s.64-65

Haydar Barış Aybakır
haydarbrs@gmail.com