Nuri Pakdil etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Nuri Pakdil etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Eylül 2018 Cumartesi

Nuri Pakdil’in gözüyle batı

“Direniş, varoluşun deneyidir.”
- Nuri Pakdil, Batı Notları

Bazı edebiyatçıların düz yazıları şiirlerinden sonra gelir. Gelmelidir de. Örneğin Necip Fazıl Kısakürek, İsmet Özel ya da Attila İlhan… Liste uzayabilir. Diğer yandan bu edebiyatçıların düz yazıları dikkatle okunduğunda önemli veriler sunar. Söz konusu eserlerin içinde yaşadığımız toplumu ‘daha iyi yansıttığını’ düşünüyorum. Çabuk galeyana gelen, haddinden fazla heyecanlı, sabırsız, gergin, kontrolsüz davranma eğilimi yüksek bir toplumuz. Uzun vadeli planları yapamıyor, sakin hareket edemiyoruz. Dolayısıyla kültürel yapımız ve toplumsal karakterimiz nesir gibi üzerinde uzun süre çalışılan, felsefi derinliği bulunan, detaylarla işlenen bir türden çok nazım gibi nispeten daha hızlı, yormayacak uzunlukta, retoriği öne çıkaran, detay yerine hamasetle işlenen kısacası heyecanı yüksek bir türe daha uygun. Bu özelliğimiz geleneğimizin önemli bir parçası olan sözlü kültürün bir yansıması diyebiliriz.

Şahsen, Yedi Güzel Adam’ın ‘aykırı’ ismi Nuri Pakdil’i de yukarıdaki listeye eklerim. Zira şiirini düz yazısından daha güçlü bulurum. Bu, düz yazısı önemsiz demek değil elbette. Aksine, (yukarıda da değindiğim gibi) söz konusu eserleri, kaleme alındıkları döneme ve yazarlarına dair sundukları veriler sebebiyle oldukça önemserim. Öncelikle bu yazının bir Nuri Pakdil değerlendirmesi olmadığını, sadece bir eserinin analizini içerdiğini belirtmem gerekiyor sanırım.

Edebiyat Dergisi Yayınları tarafından neşredilen Batı Notları yüz on beş sayfadan oluşuyor. Eserin tanıtım yazısında her ne kadar “Nuri Pakdil’in Paris, Brüksel ve Roma’ya yaptığı gezinin notlarını içeriyor” denilse de yazıların hemen hemen tamamı Paris özelinde yapılan değerlendirmelerden oluşuyor. Kitabın ilk baskısı 1972 yılında yapılmış. Bu açıdan ‘İslamcı’ olarak tanımlanan kesimin ve Nuri Pakdil’in temsil ettiği ‘entelektüel ekol’ün 1970’lerde dünyaya bakışını yansıtması bağlamında değerlendirilebilir. Söz konusu dönemde çerçevesi tam çizilemese de bir “uygarlık sorunu” üzerinde durulduğu görülüyor.

Eser kısa kısa denemelerden oluşuyor. Denemeler salt gezi izlenimlerinin ötesinde bir anlatıma sahip. Nuri Pakdil bu durumu “yalnızca izlenimlerimi değil, Batı’nın bende yaptığı çağrışımları da yazdım” şeklinde açıklıyor. Yazarın sorgulamacı tavrı daha uçağa binerken başlıyor. “Buralar bizim yurdumuzdu” dediği “Trakya ve Balkanlar’ı nasıl yitirdik” sorusunun cevabı verilmeli diyor. Hemen arkasından kitap boyunca tekrarladığı konulardan birisi olan “Batı öykünmeciliğimiz”e değiniyor. Öykünmemizin temelinde Batı’nın en iyi bilen olduğuna inancımız bulunmaktadır. Dolayısıyla örneklerin en makbulüdür Batı. Bizi bizden uzaklaştıran, kendimize yabancılaştıran bir eğilimdir bu. Avrupa’ya indiğinde sistemin geometri ve mekanik ağırlıklı ‘düzeninden’ rahatsız olmuştur. Nuri Pakdil’in tepkisel eleştirilerini abarttığını düşünüyorum. Örneğin Hıristiyanlık için “bir avuç tutarsızlık” ya da Fransızlar için “başkası için fedakarlık yapmayan ulus” veya Kilise mimarisi için “gözüme batan çöp” diyebiliyor. Osmanlı’yı koşulsuz yüceltirken Batı’nın ürettiği her şeyi değersizlik kefesine koyabiliyor. Ya hepçi ya hiççi; bir orta yolu yok.

Nuri Pakdil’e göre Paris’in özel bir anlamı vardır. Batılılaşma anlamında ilk şok Paris üzerinden Fransız kültürüyle gelmiştir toplumumuza. Eğitim için gönderilenler “utanılacak bir tarih ve kültürümüz olduğu düşüncesiyle” dönmüştür. Utançtan kurtulmak için acilen Batı gibi olmak gerekmektedir. Milli bir görev addedilen Batı’ya övgü eğitim sistemimizin en önemli parçası hâline gelmiştir. İkinci olarak politik düzeydeki negatif etki İngilizler eliyle olmuştur. Cumhuriyet dönemi bu anlayışın zirve yaptığı dönemdir. Yazar, kastını “1923 devriminden beri, boynumuz ağrıdı Batı’ya bakmaktan” diyerek özetliyor.

Paris sokaklarını, kafeleri, toplumu, sosyal yaşantıyı gözlemliyor Nuri Pakdil. Fransız toplumunun çürümüşlüğünden bahsediyor. Sonra bu çürümüşlüğü Batı’nın tümüne genelliyor ve Ortadoğu toplumları için fırsat olarak yorumluyor. Paris sokaklarında gördüğü Afrikalılar ile emperyalizme maruz kalmışlık üzerinden bir yakınlık kuruyor. Bu tutumu ‘ötekileştirilme duygudaşlığı’ olarak tanımlayabiliriz. Nuri Pakdil “ırkçı değiliz; çünkü, uygarlığımızın özündeki inanç, ırkçılığı kesinlikle reddeder” diyor fakat denemelerde gizli bir ulusçuluk söyleminin alt metinde var olduğunu söylemeliyim. Türklerin, Türkiye’nin sömürülen ülkeler için umut olduğu, heyecanla beklendiği gibi cümleler kuruyor. Yer yer tarihin Türkiye’ye yüklediği misyon ve ecdat güzellemesi yapıyor. Ona göre önemli bir belirleyici olan tarih bu söylemin arkasındadır. Zaten Batı’nın bilinçaltında da Ortadoğu korkusu vardır ve Müslümanların harekete geçmemesi için her şeyi yapmaktadırlar.

Nuri Pakdil’e göre makinalaşma gibi teknoloji de insanı konformistleştirmektedir. Bu durum insanın özgürlüğünü yok etmenin yanında zihinsel tembellik, ruhsal açlık ve toplumsal yıkım getirecektir. “Teknoloji putu” insan için bir “tufandır”.

Denemelerinde şiirsel bir dil kullanıyor Nuri Pakdil. Kendine has sert üslubunun (aşırı) romantizm barındırdığını düşünüyorum. Mağduriyeti hamasi söylemle harmanlayarak odağı değiştiren bir romantizm bu. Nuri Pakdil, ‘olan’ ya da ‘olması gereken’ yerine ‘olmasını arzuladığı şeyi’ yazıyor veya öyle yorumluyor. Yaptığı karşılaştırmalardaki tepkisel tavrını tümüyle ‘Batı yericililiği’ üzerine oluşturuyor. Buna karşın dikkate değer bir çözüm önerisi sunmuyor. Hemen her sayfada göze çarpan ‘reaksiyoner tutum’ ve/veya ‘anti olma’ çabasının ortaya çıkardığı sorunlu anlayış kendini gösteriyor. Reaksiyonerlik ve/veya antilik bir meseleye sağduyulu yaklaşmayı engelleyerek bakış açısını daralttığından yetersiz ve tutarsız sonuçlara sebebiyet veriyor. Eserin dilinde gördüğümüz bu tutumun müspet ya da menfi bir çok kavram, olgu ve eşyaya aşırı anlam yüklenmesinden kaynaklandığını düşünüyorum. Yazdıklarını izlenim ve çağrışım olarak belirtse de (ön) yargılarının şekillendirdiği görülüyor.

Batı Notları Nuri Pakdil’in uygarlık anlayışının çizgilerini ortaya koyan bir eser. Ayrıca ‘mukaddesatçı’ zihniyeti anlamaya yardımcı olacak türden. Yazarın şairane üslubuna aşina olanlar edebi haz alacaktır. Metin içinde aşağıdaki örneklerde olduğu gibi şiir tadı veren cümleleri keşfetmek oldukça keyifli.

Gökyüzü, dörtbaşı bayındır bir ülkedir.
Herşey, bıraksanız yıkılacak gibi; bir tufan sonrası ıslaklığında.
Yabancılaşma bıçaklarıyla doğramışlar yüreklerimizi.
Kocaman bir aydınlık çöküyor alana. Geçen gün tarttılar, dokuzyüz yıllık Buhara aydınlığındaydı.
Hız telaşı tedirgin etti iç sistemimizi. Belki 'en iyisi yürüyerek gidilir yaşamaya'.

Mevlüt Altıntop
twitter.com/mvlt_ltntp

19 Eylül 2014 Cuma

Bir çocuktan bir Kudüs yapmak

Nasıl Sezai Karakoç’un Monna Rosa’sı on yıllar boyunca Mona Roza namıyla elden ele dolaştıysa Nuri Pakdil’in Anneler ve Kudüsler’i de kitaplaşmadan önce elden ele öyle dolaşıyordu. Nitekim Turan Koç’un 2004 yılında yayınlanan Hece Dergisi’nin Nuri Pakdil özel sayısında kaleme aldığı yazı, kitabın önceki macerasını özetler. Edebiyat dergisinde çoğu Ebubekir Sonumut müstearıyla yayınlanan şiirler, Nuri Pakdil’in 42. kitabı olarak okuruyla buluştu. (Her şiirin sonuna derginin hangi sayısında hangi müstearla yayınlandığı bilgisini veren editöryel titizliği de bu vesileyle kutlamak isterim.)

Bir Nuri Pakdil şiirinin en ayırt edici iki vasfı “ses ve öfke”dir. Dilin en yalın haliyle eylem yapar gibi hatta devrim yapar gibi yazar Pakdil. Tıpkı denemelerinde ve tiyatro oyunlarında olduğu gibi…Pakdil’in dergi çıkartırken de, yazarken de, kitap yayınlarken de esas meselesi, sadece bir sorumluluk bilincini aşılamak değil o sorumluluk bilincini bütün ağırlığıyla yaşamaktır. Pakdil’in şiire yüklediği bu sorumluluk şiirden taviz verdiği anlamında yorumlanmamalı. O yazdığı türün estetik yükümlülüklerini de aynı sorumluluk ve bilinçle taşımaya da taliptir. Pakdil’de poetik farklılık da politik farkındalık da biri diğerine yeğ tutulmadan at başı koşturulur.

Arınmışlık, fazlalıklardan azat olmuşluk Pakdil’in hayatının başat unsurlarından bir diğeridir. Nitekim Nuri Pakdil’in “Herşeyi attım üzerimden / elimde bir kitap kaldı” mısraları onun şiirinin ve hayatının rafineliğini yansıtır.

Nehirlerde birbirine çarpa çarpa pürüzlerinden arınan taşlar gibi Pakdil’in şiirlerinde de kelimeler birbirine çarpa çarpa çapaklarından azade olurlar. Sükût Suretinde adlı kitabında yer alan şiirlerine şiirin kaçıncı yazılışı olduğuna dair notlara göz atanlar kelimelerin çarpışmasına şahit olabilirler. (Örneğin Sükût Sureti’nde yer alan ‘Tohumlar’ isimli şiirin 387. yazılışıdır: “Atılacak bir sonraki adım ka- / dar güzeldir sessiz tek gece bile’ye ulaşıyor. Bir beyitten ibaret olması 387 sayısına farklı bir boyut katacaktır elbette.)

Pakdil’in öfkesinin kaynağını ve hedefini ise “Benim işim/devrim/ yapmak” mısralarında bulabiliriz. Nuri Pakdil’in şiiri, esasen mazlum milletlerin yanında yer almayı öngören bir “DağDuruşu”dur. (Not: Dizgi düzelti yanlışı yok: DağDuruşu.)

Pakdil’in öfkesinin kıblesi ise Kudüs’tür. Kudüs’ün Pakdil için ayrı bir anlamı vardır. Yaşadığımız çağda İslam dünyasında işlenen her zulümün simgesi Kudüs’tür esasen. Nitekim Bilal Can bir yazısında Necip Fazıl için Büyük Doğu, Mehmet Akif için Asım’ın nesli ne ise Pakdil için de Kudüs odur yorumunu yapar.

Saatini Kudüs’e ayarlayan Pakdil’in İslam coğrafyasında olanları adım adım takip eder. Kudüs, Pakdil için hayati bir önem taşır. Kitaba ismini veren Anneler ve Kudüsler şiiri Pakdil’in bütün sanat, aksiyon ve fikir dünyasının muhtasar bir özeti gibidir. “Yürü kardeşim/Ayaklarına bir Kudüs gücü gelsin” mısralarıyla Pakdil yaşamakla yazmanın biri tercih edilmesi gereken iki şık olmadığını eylem/yazı/şiir/hayat dörtlüsünün birbirinden ayrılmaz bir bütün olduğunu ifade etmekle kalmaz “yürü” ihtarıyla çıkış yolunu da gösterir. Annelerin çocuklarından birer Kudüs yaptıkları, babaların içlerinde birer Kudüs canlandırdıkları günler için yazılmıştır bu şiir.

“İnsan
soyaçekim
göğe yansır umudu
baktıkça aynada

Ve çocuk gülünce
ışır el-aksâ
el-aksâ bilir ki
çocuk koyacak o taşı

Ki biraz kirazdır ki biraz silâhtır
çocukların
gözleri
parmakları
Getirince baba
kudüs’ü özümseyen ekmeği
yeniler anne andını
kirazın ve silâhın üstüne”

Pakdil, “Batıya baka baka boynu tutulan” Türkiye’ye kıbleyi göstermeyi amaçlar. Eline aldığı her gazeteyi satır satır tarayıp, Ortadoğu’ya Kudüs’e dair haber arayan Pakdil için devrimci olmak yazar olmaktan her zaman daha önceliklidir. Onun için Edebiyat dergisi “kirli siyasa”nın dışında ve “kirli mülkiyet zebanileri”ne karşı “Kutsal Ekmek, Kutsal Emek, Kutsal El”in kurduğu bir gerilla birliğidir. Anneler ve Kudüsler’de yer alan şiirleri de bir gerilla birliği gibi değerlendirebiliriz. Zaten Bir Yazarın Notları’nın 3. cildi “Bu kitabı da namluya sürün!” direktifiyle biter. Çünkü “Sanatla başladı yurdumuzda yabancılaşma; gene sanatla kalkacağız ayağa.” diyen Pakdil’e göre “Sanatla Kudüs rüzgarları estirmeli”dir. Anneler ve Kudüsler o rüzgarın örneği şiirlerle yüklüdür.

Nuri Pakdil, Bir Yazarın Notları’nda “İnsan! Seni savunuyorum sana karşı!” ihtarında bulunuyordu. Anneler ve Kudüsler o büyük cephenin önemli siperlerinden biri olarak Pakdil kitaplığındaki yerini aldı.

Suavi Kemal Yazgıç
twitter.com/suavikemal