Murat Menteş etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Murat Menteş etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Mayıs 2019 Cuma

Dublörün Dilemması'nın gölgesinde Antika Titanik

Bir yazarı ilk defa okuduğunuzda, okunulan metni severseniz, yazarın sonraki her kitabını sevmeye yönelik –yanlış- bir tutum içine girebilirsiniz. En azından bu durum -bazı yazarlar- için bende bu yönde seyretti. Okuduğum ilk kitabını sevdiğim, beğendiğim yazarların sonraki kitaplarını da hep sevmeye zorladım kendimi. Fakat aynı yazarın beğenmediğim bir kitabı olduysa, içten içe bunu bilsem bile hep sevecek bir şeyler aradım. Murat Menteş’in Ruhi Mücerret romanında olduğu gibi.

İlk olarak -yazarın da ilk romanı olan- Dublörün Dilemması kitabıyla tanıdığım Murat Menteş’in tarzı, anlatım gücü, kelime oyunu becerisi, kitabın konusunun değişikliği gibi özellikleri beni etkilemişti. Daha önce bu tür bir roman okumamıştım. Yazarı biraz araştırdığımda bir romanı daha olduğunu öğrendim: Korkma Ben Varım. Üstelik aynı yazarın hiçbir yerde bulunmayan Kaosa Mütevazı Bir Katkı ve Aynalı Barikatlar adlı iki deneme kitabı ve bir de Garanti Karantina adlı şiir kitabı vardı. Elbette ulaşabildiklerimi hemen edindim. Şiirlerinde rastladığım dil, Dublörün Dilemması’ndan çok da farklı değildi ve hâlâ ilgi çekiciydi. Korkma Ben Varım adlı romanı ise yine severek, merak ederek okudum fakat yazarın aynı anlatım tarzını ikinci defa kullanmasının sebebini çok anlayamadım.

Hakkındaki olumsuz fikirlerimin o zamanlarda çok az miktarda olduğu yazarın, Ruhi Mücerret adlı kitabını ise her gün kitapçının yolunu aşındırarak bekledim. Hatta diyebilirim ki hiçbir kitabı bu kadar beklemedim. Çünkü diğer iki romanın anlatımı ve içeriği beni öyle sarmıştı ki farklı bir şeyler okuyor havasına girmiştim. Fakat Ruhi Mücerret’ten beklediğim birçok şeyi alamadım. Sanırım yazarın üslûbu beni yormuştu. Konuyu işleme şekli ise yeni bir şey vaat etmiyordu. Üstelik İletişim Yayınları’ndan April Yayınları’na geçtiği için mi olacak, yazar, kitap kapaklarında da köklü bir değişikliğe gitmişti. Dublörün Dilemması’nın nefis kapağından (İletişim Yayınları) ve Korkma Ben Varım’ın fena sayılmayacak kapağından sonra afili, yanarlı dönerli, ekranlı, bol görsel içeren, belki de bir çizgi roman kapağını andıran kapakla karşımıza çıkması da benim için ilk kırılma noktası oldu. Burada, kapağın önemli olmadığını da savunan birçok kişi olabilir. Fakat görselliğe bu kadar önem veren bir yazardan, daha başarılı bir kitap kapağı beklemek, hatta daha kaliteli bir kitap baskısı beklemek hakkımızdır diye düşünüyorum. Çünkü bunun Murat Menteş’le alakalı olduğu kanaatindeyim. Aynı yayınevi Alper Canıgüz’ün kitaplarını çok daha iyi basıyor bence. Dikkat çekici kapak tasarlamakla özensiz bir kapak tasarımı oluşturma arasında, Menteş, maalesef ikinci tarafa daha çok kaymıştı. Dikkat çekmeye çalışırken gözünü kanatmıştı okurun.

Gelelim günümüze… Murat Menteş’in yeni kitabını yayınevine gönderdiğini twitterdan açıklaması, bende yine yeni yeniden bir heyecan uyandırdı. Aslında ne ile karşılaşacağımı az çok tahmin ediyordum ama bir kere, hakkını vereyim ismi ilgi çekiciydi: Antika Titanik. Titanik zaten başlı başına ilgi çekici unsurken onu romanla birleştirip nasıl bir konu oluşturduğunu merak ettim. Ancak çıktığında gördüm ki kapak yine çok kötüydü. Bir kere artık her romanında yazan Dublörün Dilemması’nın yazarından ibaresi bu romanda da var. Murat Menteş hâlâ Dublörün Dilemması’nın ekmeğini yiyorsa orada bir sorun var demektir. Ucuz bir tanıtımdır bu. Bunu sadece tek kitabı başarılı olmuş yazarlar yapar (Acaba Menteş de mi öyledir?). Murat Menteş’in bu tür bir ibareyi kitabına eklemesine ihtiyacı olmadığını düşünüyorum. (Sadece Murat Menteş’in değil, hiçbir yazarın ihtiyacı olmadığını-olmaması gerektiğini düşünüyorum.) Yine yanarlı dönerli bir kapak ve yine hareketli bir ekranla karşımızda yeni kitap. Murat Menteş’e bu fikri kim veriyorsa bence bir an önce bundan vazgeçmeli. Eğer ki bu fikir Murat Menteş’e aitse, o zaman durum daha vahim. Kitabın kapağında Murat Menteş yazmasa, ben bu kitabı almazdım ve hatta bu kitabı marketlerde görsem hiç yadırgamazdım (Belki de satılıyordur, bana denk gelmedi). Bir kitap, önce ön kapağıyla daha sonra da arka kapak yazısıyla dikkat çeker. Can Yayınları’nın klasik tasarımını değiştirmesinin en önemli sebebi de budur. (İyi oldu kötü oldu ayrı bir tartışma) Maalesef ki Antika Titanik iki özelliğiyle de kendinden uzaklaştırdı beni ve birçok tanıdığımda olduğu gibi benim kütüphanemde de uzun sayılabilecek bir süre rafta bekledi (Ruhi Mücerret için her gün kitapçıya mekik dokumamla kıyaslarsak çok çok uzun bir süre).

Bu bir eleştiri yazısıysa, kitabın hem dışı hem de içiyle ilgili olumlu şeyleri de belirtmem gerekir. Kapak için söyleyecek olursak, ön kapağın içinde kitaptaki önemli karakterlerin birkaç kelimeyle tanıtılması hoş olmuş. Bu olmasa kitap olumsuz bir özellik daha kazanmazdı. Bunu bazı Agatha Christie romanlarında ya da bazı yayınevlerinin Rus Klasiklerinde de görüyoruz. Okuru tembelleştirdiğini düşünmüyorum bu durumun. Aksine kitabın başından itibaren daha konforlu bir okuma imkânı sunuyor. Burada kitabın ne anlattığına uzun uzun değinmeyeceğim. Eğer değinirsem bu yazıyı okuyanlara istemeden de olsa ‘spoiler’ verebilirim. Çünkü Murat Menteş’in her kitabında olduğu gibi bu kitabında da zamansız öğrenilecek bir şey, bütün hikâyenin merak unsurunu zedeleyebilir hatta kırabilir. O yüzden bazı karakterlere, işleniş şekillerine ve yazarın anlatım tarzına değineceğim (Fakat yine de kitap hakkında bazı şeyler söylemek zorunda kalabilirim).

İsimler konusunda Murat Menteş yine tarzını korumuş ve dikkat çekici şekilde karakterlerini ve isimlerini oluşturmuş: Marco Montes, Refik Risk, Şifa Şavk, Igor Jaguar, Owen Wow, Varda Rowa bazı karakterlerden. Kitap Marco Montes, Refik Risk, Şifa Şavk ve tekrar Refik Risk’in bakış açısından anlatılıyor. Tıpkı yazarın diğer romanlarında olduğu gibi. Fakat bunlardan önce bir de birkaç başlık halinde romanın geleceği yer hakkında, gelinen yerin neresi olacağı konusunda malumat veren 10-15 sayfalık giriş diyebileceğimiz bir bölüm var. Bu bölüme de, Titanik’in dört bacasından da kan püskürüyor şeklinde enerjik bir giriş yapmaya çalışmış yazar.

Menteş, oşinografik bir hüsran, mutantan bir mutant izdihamı, kambur pompuruğun sırtından çekilen bıçak gibi kelimelerle, koridorda in cin golf oynuyor gibi, deyimlerdeki kelime değişiklikleri ve az bilinen sözcüklerle okurunu yine yoruyor. Niye böyle bir şey yaptığını çok merak ediyorum. Elbette Dublörün Dilemması’nda bu tarz, ilk olduğu için iyiydi fakat orada dahi dozu bu kadar yüksek değildi. İlk kitap olduğu için de çoğu okurun hoşuna gitmişti. Bu kitapta neredeyse her cümlesi aforizma olan paragraflar okuyoruz. Evet, kitabın enerjisi yüksek fakat benim gibi “her cümleyi anlayarak okumam gerekir” diye düşünenler için çok zorlayıcı. Akmıyor. Teoman’ın dediği gibi vakit bir türlü geçmezken yıllar hayatlar geçiyor. Yani bakıyorsunuz ilerlemişsiniz ama sanki sürülmüş bir tarlada koşmaya çalışır gibi. Bir şekilde hedefe ulaşıyor okur, yara bere içinde de olsa (Okuduğum yüzlerce kitaptaki sinir bozucu betimlemeleri bile sonuna kadar okuyan biri olarak, özellikle Refik Risk’in Şifa Şavk’a yazdığı e-maillerin okuru bayıltacak cinsten olduğunu söyleyebilirim. Hâlbuki dozunda olsaydı, bu e-maillerle romanı daha da hızlandırabilirdi yazar). Aforizmaları çıkardığımızda -abartarak söylüyorum- kitabın hacmi yarı yarıya azalabilir.

Kitabın ne anlattığına değinip, karakterleri de kısaca incelemek istiyorum. Igor Jaguar adlı zengin bir mafya lideri, 2019 yılında, orijinal Titanik’in replikasını yaptırır ve bununla yine Southampton Limanı’ndan New York’a 2.222 kişiyi götürecektir. Fakat gemi, seferine uzak doğudan başlar ve asıl limanı olan İngiltere’den çoğu yolcusunu aldıktan sonra Amerika’ya doğru açılacaktır. Hikâyenin çok büyük kısmı, gemi Southampton’a varana kadarki zamanda geçer. Aslında geminin niye inşa edildiği sonradan ortaya çıkacaktır, zaten düğüm noktası da burasıdır. Okurlar kendilerine geminin adı niye Titanik ya da niye böyle bir şey yapma gereği duydu Igor gibi sorular sorabilirler fakat Menteş bu tür soruları açıkta bırakmamış ve hepsini cevaplandırmış. Tabii ki akla yatmayan çok şey var. Zaten hikâyenin tamamı sürreal bir anlatı. Yani felsefeci Refik Risk’in yaşadıklarında nasıl gerçek bir şey bulmakta zorlanıyorsak gemide olanlar konusunda da bu durum geçerli. Fakat Murat Menteş’in yapmak istediği de bu: Okuru avucunun eline alıp sersemletmek sonra da kitabın sonuna bırakmak. Dediğim gibi bir şekilde bu gerçekleşiyor ama okur da gerek kitabın hızından gerekse anlatımından çok yorgun bir şekilde kitabın sonuna ulaşıyor. Bu benim için içerikten bağımsız bir yorgunluk olduğu için olumsuz bulduğum bir şey.

Kitaba felsefi bir polisiye özellikleri taşıyor diyenler de var. Katılmakla birlikte, bu açıdan daha iyi işlenebilirdi diye düşünüyorum. Aşk-yaşlılık-gençlik üçlüsüne bolca yoğunlaşmış Menteş, felsefeyi de kullanarak. Konusunu da bu üçgene oturtmuş zaten ancak konunun işlenmesi biraz yüzeysel kalmış. Ancak kitaptaki bazı karakterleri ise iyi seçmiş fakat yeterince işleyip kullanamamış yazar. Örneğin Varda Rowa kitabın ilginç ve romana enerji katan karakterlerinden. Menteş, keşke daha çok yer verseydi bu karaktere. Şifa Şavk’ın bir anestezi teknisyeniyken bir anda hayali bir örgütün liderine dönüşmesi ise keskin geçiş oluşturmuş. Daha yumuşak bir geçiş oluşturulmalıydı diye düşünüyorum. Hele Mısır Hükümeti-komünizm ve Şifa Şavk ilişkisinin ise çok sırıttığını düşünüyorum. Bunları birbirine bağlayıcı şeyler daha net olmalıydı. Ayrıca Marco Montes’in Titanik’e biniş şekli rastlantının zirvesi olmuş. Yok artık dedim bu ayrıntıyı öğrenince. Olağanüstünün de olağanüstüsü diyebiliriz yanlış bir söyleyişle. Fakat bu yok artık, olumlu anlamda, heyecanlandığım için değil, bu kadar da olmamalı anlamında oldu.

Kitapta politik ögeler var diyemeyiz ancak Murat Menteş’in bir tavrı olduğunu da hissediyoruz birkaç yerde. Bu benim hoşuma gitti. Dozunda tutmuş yazar bu durumu. Hatta konuya çok vakıf olmayanlar bu tavır almayı fark edemeyebilirler bile. Ancak Murat Menteş’in ilk tanındığı yıllardan bu yana geldiği noktayı bilen sadık okurlar bu durumları kaçırmayacaktır. Bu ‘mahalle’ değiştirmenin ipuçları romanda yer yer görülüyor. Orhan Gencebay üzerinden dahi fark etmek mümkün. Yazar muhtemelen, bir önceki kitabının hareketli ekranına Gencebay’ı koyduğu için pişmandır.

Kontrollü bir kahkaha attı: ‘Çünkü bizim hem Rusya hem de Britanya’dan talimat ve lojistik destek aldığımızı düşünüyorlar. Aslında küçük bir grubuz. Seçmenleri ‘iç tehdit’ ve ‘dış mihrak’ martavallarıyla kandırmayı sürdürebilmek için bizi tümden yok etmiyorlar. Uydurdukları teranelere, zamanla kendileri de inandılar.

Murat Menteş zeki bir yazar. Zekâsını deneme olsun, şiir olsun, roman olsun bütün kitaplarında fark etmek mümkün. Ancak özellikle yazarın son iki romanındaki düşüşü neye bağlamamız gerekir? Medyatik ve popüler olmak acaba daha zayıf romanlara mı götürüyor yazarı? Gerçi Murat Menteş Ayşe Arman’a verdiği röportajda (Menteş Arman’a röportaj verme gereğini niye duyar, anlamış değilim) bu kitap için 3000 sayfa not aldığını ve çok çalıştığını belirtmişti. Fakat her romanında biraz geriye gidiyor bu romanların kalitesi. Hadi Antika Titanik’i Ruhi Mücerret’ten bir seviye daha iyi bulalım; ancak Menteş Dublörün Dilemması gibi bir çıtayla başlayınca, sanırım bu eleştirileri yapmak hakkımızdır diye düşünüyorum (Maalesef o çıta orada kalmadı, hep aşağı indi).

Murat Menteş yine kitap yazacak, biz yine okuyacağız. Bilinen şairlerden biri, “Murat Menteş ne yazsa okunur, okuyun” tarzı bir şey söylemişti bu kitap çıkmadan evvel. Fakat o işler öyle olmuyor. Dostoyevski’nin bile her romanının aynı kalibrede olmadığı bir dünya burası. Murat Menteş konu bulmakta sorun yaşamayacaktır ama bir an önce bu anlatımını değiştirmesi gerekir kanaatimce. Yoksa sadık okurlarını da kaybedecektir. Ha, ben kazandığım paraya bakarım derse de bir şey deme lüksümüz yok. Fakat her şeye rağmen, yazardan en azından Korkma Ben Varım kalibresinde bir roman okuma isteğimiz de her zaman kenarda duracaktır.

Mehmet Akif Öztürk
twitter.com/OzturkMakif10

10 Ocak 2018 Çarşamba

Dublörün Dilemması: Klişe mi? Tesadüf mü?

“Okuduğunuz romanda, olayların akışıyla ilgisiz bölümlerin bulunması ihtimali 2’de 1.”
- Dublörün Dilemması, syf. 149

Dublörün Dilemması; Nuh Tufan, İbrahim Kurban, Habip Hobo ve Ferruh Ferman isimli dört ana karakter üzerinden kurgulanmış bir Murat Menteş romanı. Karakterler arası geçiş sayesinde okuyucusunun olayları farklı açılardan görmesini sağlayan yazar okuyucusunu hem şaşırtıyor hem de kitap sonuna kadar ilginin diri kalmasını sağlıyor. Fakat Dublörün Dilemması’nın bu başarısı olaylara farklı karakterler tarafından farklı çözümlemeler getirilmesi ile değil “polisiye film aldatmacası” vari daha sonra aydınlatılmak üzere olayın bir bölümünün bilerek karanlıkta bırakılması ya da okuyucu algısının başka yöne çekilmesi sonucu elde edilmiş. Hülasa roman bu konudaki başarısını okuyucusunu aldatmasına borçlu.

Konusu itibari ile bilim-kurgu yahut ütopya dahi olsa romanın kıymeti yazarın zihninde canlandırdığı dünyayı okuyucusuna aktarabildiği bir bakıma okuyucuyu bu kurguya inandırabildiği kadardır. Bu inandırıcılığı sakat bırakacak iki şey ise klişe ve tesadüftür. “Canımın içi, böyle şeyler yalnızca romanlarda olur” alıntısıyla romana başlayan yazar romanındaki klişe ve tesadüf sarmalını mazur gösterme gayretinde gibi. Romanda ki Nuh Tufan karakteri hem yetim hem albino hem şizofren, İbrahim Kurban zengin, mutasavvıf ve mucit, Ferruh Ferman fabrikatör, kekeme, mafya kayınbiraderi tarafından öldürülmek istenen bir arkeolog, Habip Hobo kılık değiştirmekte mahir, ustasının kitabını tamamlamaya soyunmuş yazar-casus. Tüm bu “orijinallik” yetmezmiş bu karakterlerin birbirleri ile olan münasebetleri de sürekli tesadüfler üzerine oturtulmuş. Bir süre sonra bu kadar “renkli” karakterler ve bir o kadar “tesadüfî” ilişkiler okuyucunun romana inandırıcılığını kaybetmesine neden oluyor.

Yazın ürünü ortaya koyma yazarın o ona kadar biriktirdiklerini bir sentez mekanizmasından geçirme süreci ise Menteş bu sentez konusunda hiç zahmet etme gereği duymamış. Yazar bir daha kitap yazamayacağı zehabına kapılmış olmalı ki şimdiye kadar istif ettiği bütün müktesebatını bu kitaba doldurmuş. Çünkü kitap baştan sona film, yönetmen, şarkı müzisyen, aktris-aktör, filozof isimleri ve bunlardan yapılmış alıntılar ile dolu. Bu teker teker kıymeti tartışılmaz olan şeylerin bir araya getirilme gayretinden daha beter bir durum ise kitabın bir tür “oradan buradan bilgiler ansiklopedisine” çevrilmesi. Kurmaca mı gerçek mi olduğunu bile kestiremediğiniz birçok bilgiyi yazar adeta üzerinize boca ediyor. Nuh Tufan karakterinin Whitcomb Judson’un kim olduğunu tahmin etmesi için İbrahim Kurban’a sıraladığı alfabenin yirmi dokuz harfinden mürekkep şıklar, Çırağan sarayının hikâyesi, resim hakkında malumat, Turgut Özatay filmleri, Canetti’den Adorno’ya bir yığın filozof, Baudrillard hakkında bütün filozoflardan daha fazlası, savaşta kullanılmış hayvanlar, Colt marka silah hakkında katalog bilgisi, Hz. Âdem’den bu yana köpekler, pek zeki hayvan fareler, buzullardan çıkarılmış adam Otzi ve daha birçok şey. “Bu sene televizyonda görünme ihtimaliniz 119’da 1” veya “depresyona girme ihtimaliniz 9’da 1” gibi onlarca ihtimalde kitapta kendine yer bulmuş. Görüleceği gibi yazar birikimini bir senteze tabi tutmaktansa bunları kitabın orasına burasına doldurmayı daha uygun görmüş. Sentez yapmaya kalktığında ise durumun vahameti daha da ağırlaşıyor. Menteş’e göre uyuşturucu madde kullanma ile dine yönelmenin belirtileri aynı mesela. Dindarlık ve müptezelliği aynı kefeye koymakta beis görmeyen yazara göre her iki tipinde de aile ilişkileri azalır, okul başarıları düşer, daha fazla para harcarlar, gün içinde bazen neşeli bazen sakin bazen öfkeli veya saldırgan tutumlar gösterirler vesaire. Üzerinde düşünülmeden yapılmış bir benzetme ise yazarının yerine okuyucusunu utandıran cinsten, hayır bilinçli yapılmış ise heyhat ki Tanzimat’tan bu yana aydınımızın zihin dünyasında değişen hiçbir şey yok!

Taha Selçuk
twitter.com/ecztaha

4 Nisan 2013 Perşembe

Ölüme en yakın insanla yaşama toslamak

Bu aralar bir kitapçıya gidip Ruhi Mücerret’in kapağıyla oynamadıysanız kendinizi şanssız hissetmeye başlamanızda bir sakınca görmüyorum. Kapak çoğu insanın ilgisini çekmiş olacak ki kime sorsam “aldım, masanın üstünde okunacaklar arasında duruyor” diyor. Aynı cümleyi ben de iki gün önce kurdum, şimdiyse kitap hâlâ masamın üstünde, ama okunmuş olmanın verdiği hazla gülümsüyor bana. Anlayacağınız tek bir kitap uğruna bütün işlerinizden vazgeçmeye hazırlanabilirsiniz.
              
Edebiyatta “ölüm” konusu o kadar çok işlendi ki okuyucular olarak kitaplardan sağ çıkamamaya alıştık. Açıkçası bu renkli kapağın arkasında da başıma geleceklerden korkarak başladım her şeye. Ama bir Murat Menteş okuyucusu olarak içim bir yandan da rahattı. Nasıl olsa hayal kırıklığına uğramazdım. Keza, öyle de oldu. Ölüme en yakın adamdan yaşamı dinlemenin keyfi yetti beklentilerimi karşılamaya.

Ruhi Mücerret 100 yaşında. Bir İstiklal gazisi, düzeltiyorum, son İstiklal gazisi. Tahmin edebileceğiniz gibi her milli bayram ve özel günde üniformasıyla hazır bulunup temsili savaşlar başlatıyor, temsili başarılar kazanıyor. Onunsa kazanmak istediği tek gerçek başarı var: bir mezar bulup içinde huzura kavuşmak. “Yaşamak benim kronik hastalığım” diyor ve her sabah kendini mezarda değil yatakta bulmanın şokuyla uyanıyor. Ve günün birinde nihayet beklenen gerçekleşiyor: Ruhi Mücerret aşık oluyor. Hem de kendinden 70 yaş küçük birine. Eh, kapaktaki “Benim yaşımda aşk, kimin kollarında öleceğine karar vermektir. Aslında her yaşta öyledir.” cümlesi boşuna değil. Her yaşlı gibi Ruhi Mücerret de beylik laflar edecek diye düşünüp hemen kulaklarınızı kapamayın hayatında ateş açmamış bu İstiklal gazisine. Koskoca 100 sene, dile kolay:

“100 sene nasıl mı geçti? Size şu kadarını söyleyeyim, 1 saniye ile 1 asır arasındaki fark abartılıyor. Ve… mazide kalan her şey kısa sürmüş demektir.”

Kitabın Ruhi Mücerret’ten iyi olmasın, bir kahramanı daha var: Civan Kazanova. Beden eğitimi öğretmeni, sevmek konusunda da hiç fena değil. Ve bugüne çok yakışan bir sistemin içinde. Onunla ilgili daha fazlasını söylemek, Menteş’in tekniğine saygısızlık olacağı için iki cümleyle yetinmek zorundayım.

 Yazar, kitabının başında “Bu kitapta anlatılanların tümü hayal mahsulüdür. Umarım asla gerçekleşmezler.” diyor ama ben karakterlerden birkaç tanesiyle en azından oturup kahve içmiş olmayı isterdim.

 Malum, bahar geldi çattı. Son zamanlarda moda olan “bahar yorgunluğu”na siz de kapıldıysanız alın size güzel bir reçete, üstelik yan etkisi de yok. Her elinize aldığınızda kapağıyla oynamayı da ihmal etmeyin. Denedim, çok oynayınca bozulmuyor.
              
Ümran Kio

26 Mart 2013 Salı

Kelime tarlasında ırgat olmak

İster lirik, ister epik, ister senfonik ne olursa olsun; söz konusu şiir olunca hepimiz birer traktör şoförüyüz. Süreceğimiz tarla bazen ürününü hemen veriyor, kiminde nadas sonrasında verim alınabiliyor, kiminde ise tüy bitmiyor.

Dergâh dergisinin eski takipçileri (mesela 8-10 yıl öncekileri) iyi bilirler ki "Murat Menteş şiiri" diye bir şey vardır. Zaten Murat Menteş'in eski okuyucuları (Dublörün Dilemması ve Korkma Ben Varım'dan çok önceleri) bilirler ki, çok ciddi bir İsmet Özel düşkünü olan Menteş çok sağlam da bir şairdir. Romanlarını okumadan evvel de kesinlikle şiirleri okunmalıdır zira bu şiirlerin her biri için "Murat Menteş'i ve mücadelesini anlama kılavuzu" diyebiliriz.

"Vasat kader olur mu, bak bu da ayrı bir dert
Bir ayağım sonsuzlukta ve'l-ba'su ba'd'el-mevt."


Yukarıdaki dizelere sahip ve kitaba ismini veren Garanti Karantina adlı şiir, yanılma ihtimalim çok düşükse 2003 yılında Kökler dergisinde yayınlanmıştı. Kökler, Salih Mirzabeyoğlu'nun 1986 yılında yayımlanan, tasavvuf ve tarih ilişkili kitabının da adıdır, selâmımızı verelim. Şiire geri dönelim ve 2010 yılında Sel Yayıncılık tarafından yayımlanan, yaylım ateşi dizelere siper olmuş şiirleri süzelim.

"Allah'ım kaderimden şikayetçi değilim
Aksine bahtiyarım, evrende bana da rol
Verdiğin için şahsen: Allah'ım bizler senin
Falsolu kullarınız, n'olur bizden razı ol."


Şiirlerine verdiği isimler ve kimilerine göre bol kelime oyununa sahne olan dizeleriyle Murat Menteş, yakın şiirimizin kalbe yakın isimlerinden olup, zihni çalıştıran lügatıyla da alkışları hak etmiş, sonrasında da şiir sahnesinden inmiştir. "Aceleci Tefecinin Edebiyat Süsü Verdiği Anlar" adlı şiiri, olağanüstü hal ilan edilmiş bir bölge valisinin endişesiyle açılıp, aynı valinin sakinliğe teslimiyetiyle biter:

"Felek balta, kader kürek,
Ecel tırpanla kuşatmış bitkisel hayatımı.
Delirip, aklımı düşsem vergiden
Bürokrat çete damgalar aranjman çığlıklarla
Balo bileti gibi kara bahtımı.
...
Sökülüyor cart curt ontolojik yamam
Şarj olsam hasretinle, amatörce mi kaçar?
Atomu yumrukla parçalayamam...
Allah büyüktür elbet bir kapı açar."

Birkaç yıl önce Murat Menteş'le yapılmış, roman, şiir, edebiyat ve sinema üzerine bir röportaj okumuştum.
Menteş şiirden yüz çevirmediğini fakat işinin romanla olduğunu, yeni bir şiir kitabının şenlik havası estirmesinin zor, etrafın güdük şiirlerle dolu ve memleketteki şiir sahasının epey tenha olduğunu söylüyordu. Bunda haklıydı. Yine 2 yıl önce bu fakir, Murat Menteş'le kısa bir röportaj yapmış lakini sözü şiire pek getirmemişti. Pişmandı, Allah affetsindi.

"Markalardan arınıp kabre gireriz
Ana fikri değişti otopsi raporunun;
Merhumu mu? Ah evet, dokuz canlı biliriz
İnna lillahi ve inna ileyhi raciun."

Şiir savaşının silahşoru olabilmiş her kalemden kaliteli romanlar çıkıyor. Bunu Murat Menteş için de, Şule Gürbüz için de söyleyebilirim. Neden ikisini aynı cümlede andım, bilmiyorum. Bildiğimden emin olduğum şey, iki isme de ayrı ayrı ve derin derin sevgi besliyorum. Bundan dolayı belirtmek isterim; bir yazarı "popüler" kitabıyla tanıdıysanız mutlaka mâzisine inin. Orada en doğal ve samimi halini bulacaksınız. Büyükler, "şöhret afettir" demişler. Şöhretten uzak oldukça daha başarılı, içten olunuyor. Hayır Murat Menteş'e "meşhur" demedim, çünkü kendisini tanıyor ve daima "meşgul" olduğunu biliyorum.

"Avını kovalarken kaybolmayasın
Şans, bir aptalın temel ihtiyacıdır
Paso lagaluga, habire mırın kırın
"İnşallah" demeyen paranoyaktır."


Murat Menteş, şiir sahasında yeni goller atar mı? İnşallah.

Yağız Gönüler
twitter.com/YagizGonuler

19 Nisan 2012 Perşembe

Kelimelerin gücü adına

"Canımın içi böyle şeyler yalnızca romanlarda olur."
Cüneyt Arkın, Sıkı Dur Geliyorum, 1964.

Çekici bir kapak, itici bir giriş sayfası, birbirinden acayip karakterler, kavgacı bir kurgu, sarsıcı aksiyon, iz bırakan cümleler. İsmi gibi bir o kadar tuhaf bir o kadar da muhteşem bir roman Dublörün Dilemması. Kitabı okumaya başladığınız anda, sanki cümlelerin peşinden atlı kovalıyormuş gibi hissedebilirsiniz. 2005 yılında İletişim Yayınları tarafından basılan bu Murat Menteş romanı, satışa çıktığı ilk günlerden itibaren büyük ilgi görmüştü. Zira okuyucuların kendilerinden birşeyler bulabileceği cümlelerden çok, altını çizip bir kenara not alabilecekleri belki yüzlerce cümle ve hatta paragraf var bu romanda. Birkaçını peşpeşe paylaşmakta fayda görüyorum.

"Araba, kafası kesik bir kuğu gibi akarak sessizce durdu."

"İnananlar için her çağda bir Nuh'un Gemisi vardır."

"Hayatının geri kalanını birisiyle birlikte geçirmek istediğini anladığın zaman, hayatının geri kalanının bir an önce başlamasını istersin."

"Zira ilk an ne kadar kalıcıysa, masumiyet de o kadar kalıcıdır."

"Allah'ın razı olduğu kişiye tufan bile sığınaktır."

Romandaki karakter isimlerine bakmakta da fayda var: Nuh Tufan, İbrahim Kurban, Rıza Silahlıpoda, Umur Samaz, Su Samaz, Habip Hobo, Ferruh Ferman, Dilara Dilemma... Çayırda çimende, otobüs durağında, dersin ortasında "sesli gülmek" için her türlü donanıma sahip bir roman. Ruh sağlığınıza epey iyi gelecek.

"Orhan Gencebay çalarken arabadan inilmez kaptan."

"- Kaç yaşındasınız?

- On sekiz.
- Hmmm. On sekiz... Dilimizdeki en güzel kelime.
- İnsanlarla hep böyle mi konuşursunuz?
- Evet. Biri Shakespeare'le aynı gezegende yaşadığımızı hatırlamalı."

Hepimizin kahkahaya ve bol miktarda şaşırmaya ihtiyacı olduğu dönemler vardır. İşte bu dönemde, "kelimelerin gücü adına!" diye bağıra bağıra, gülmekten sancılanarak ve yolda yürürken bile okunmak istenen bir roman Dublörün Dilemması. Türkçe, dublajsız ve olağanüstü.

Yağız Gönüler