Mavi Kuş etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Mavi Kuş etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Ekim 2014 Cuma

Kadife çiçeği arasında mor çiçek

Bir kitap kapağını daha sola devirdiniz.

Perde çekiliyor. Işıklar sönüyor. Etrafınızda dolaşan o kitap kahramanları sahnenin arkasından iniyorlar. Bazısı telefonuna koşuyor. Bir kaçı toplanıp hangi lokantada karınlarını doyuracaklarını düşünüyorlar. Çoluğu çocuğu olanlar var bir de. Eline çayını alan da geçti köşeye.

Yalnız kaldınız. Kitap bitti.

Dönüp oturduk yatağımıza, koltuğa, yere, sandalyeye. Ellerimizi her iki bacağımızın da az, altına alarak kitabı düşünmeye başladık.

Ben bu sırada çıkıyorum ortaya. Ama size akıl hocalığı yaparak değil.

Yeni bir kitap söyleyiveriyorum sizlere. İster bunu kadife çiçeği arasında mor çiçek sayın. Ya da dağların başındaki duman sayın. Yeni yıkanmış yumuşatıcı kokan bir elbiseniz. Çayınız, kahveniz sayın. Nasıl isterseniz.

Kitabımız: Mavi Kuş.

Mustafa Kutlu yazmış. Kitabın kapağındaki resmi kendi çizmiş. Renk cümbüşlü bu kapağı uzun süre seyredebilirsiniz. Çocukluğunuz aklınıza gelir. Bir arabanız vardır aklınıza gelir. Anılarız. Hiç olmadı, gökyüzü mavidir buna bakarsınız. Ama sadece çizmemiş Mustafa Kutlu. Öyle ki yazmış. Mavi kuş ismini verdiği otobüsün patlak tekerini değiştirip, çocukların yediği kütür kütür elmanın suyunu bile almış yerden.

Kahramanlar yerli yerinde. Yazar hepsi ile oturmuş kalkmış. Buna böyle değil demek haksızlık olur. Bir kahramanın kaşının oynadığından, dizindeki yamalı pantolonun kaç dikişi varmıştan tutun da. Tutun da. Sonra Mavi Kuş'u bırakıverelim uçsun.

Hikâye uçarken -isterseniz öykü de diyebilirsiniz- ipini kaçırmadan biraz daha anlatayım.

Bu kitabı okurken, canınız kuru fasulye çekebilir (Bu böyle bir şey cidden). Hikâye yazıyorsanız hele bunu daha iyi anlarsınız. İyi bir hikâyecinin kitabını okurken sadece okumuyorsunuz. Biliyorum basbayağı yiyorsunuz kitabı sizde. Bazı zaman kıskandığınızdan kitabı açmıyorsunuz. Bazen dayanamayıp tekrar okumaya başlıyorsunuz. Sonra şu sözler dökülüyor ağzımızdan:

- Adam yazmış be.

Gerçekten yazmış. Bu ne bir övgü, ne reklam. Ne de tatmin etme sizi. İnanmıyorsanız okuyun.

- Adam nasıl yazmış be!

Bakın içimiz, hikâyeden kalkan bir ölü haberini duyunca, kapıya yapışıyor:

- Biraz daha kalsın, diyorsunuz. Ölmesin kadıncağız.

Böyle okunuyor bu hikâyeler işte. Gerçek hayatı yansıtıyor laflarını dağıtacak değilim şimdi buraya. Demek istediğim, içimiz dışımız bir hikâye olsa böyle yazılırdı demek oluyor. Ya da bu tanımlamayı nasıl yapmak istiyorsanız kendiniz konduruverin şuracığa.

Ben gördüm yani.

Otobüsü takip eden iki şalvarlı atlı adamın şivesini kapıp, içimden böyle konuştuğumu. Mavi Kuş'tan uçan uçurtma hangi ağacın tepesinde, hangi yolun gerisinde berisinde kaldı bunu.

Erol'un düşlerini okurken 'kerataya bak sen, ulan bu çocuk daha!' dediğimi duydum.

Çok sevenler de gördüm vallahi, billahi.

Yani diyeceğim o ki, bu kitabı size tavsiye ederim.

Mavi Kuş'u okurken yanınızdan domates, salatalık yahut hıyar ve maydanozu eksik etmeyin.

Mavi Kuş yokuşu tırmanırken bir kırt alın hıyardan. Beşir Ağa çenesini açtığında pek galeye almayın onu da. Gül'ü güzel bulup, Neşe'ye de kızabilirsiniz. Doktora bazı sevimsiz bazı da iyi diyebilirsiniz.

Ben tekrar uyarımı yapayım da mutlaka bir kırt alın hıyardan. Yoksa yemeyene dayak var bilesiniz.

Hatice Aydın
twitter.com/piyanosuz

25 Şubat 2013 Pazartesi

Acil neşe ihtiyaçlarında

Rahmetli dedemin evin geniş salonundaki sohbetleri, rahmetli pederiminse talebelerine sık sık verdiği vaazları, beni hep bir hikaye anlatıcısı olmaya öykündürmüştür. Mustafa Kutlu ve enfes kitapları ile bu öykünmemi içten içe tatmin etmişimdir.

Sanki ben onun kitaplarını okurken, Mustafa Kutlu, o babacan tavrıyla bir Anadolu kasabasında yanında ufak bir dere geçen uluca bir çınarın altında oturmuş hikayeyi hem yazmakta hem de bana anlatmaktadır.

Mutluluk yoktur bence hikayelerinde kalender bir neşe vardır, kahkaha değil mesela gülümseme, üzüntü değil hüzün, her neyse efendim Kutlu hikayelerinde yüreğimize dokunan parçalar var hep, okudukça sevindirik olduğumuz parçalar.

Mavi Kuş, Mustafa Kutlu’nun bahsettiğim çınarın altında yazdığı hikayelerinden biri galiba, 50’li 60’lı yılların Anadolu’sunda küçük bir kasaba ve o kasabanın insanları ana karakterleri hikayenin, bu karakterleri şehre, devlete, belki de dünyaya bağlayan istasyon ile kasaba arasında taşıma görevi yapan minibüsün hikayesi.

Minibüsün adı Mavi Kuş.

Mavi Kuş’un şoförü Deli Kenan’dan başlayan hikaye minibüsün yolcularından amerikan çiftin hikayelerine uzanıyor ve tüm yolcuları, yolda karşısına çıkanları dahi içine alıyor. Hikayelerden ufak parçalar:

Mavi Kuş’un ön koltuğunda oturan Ağa , kahyasına adab-ı muaşeret dersi veriyor: "Yavrum şimdi tankotlukta adet budur. Bayanlara çiçek verilir."

Yolculardan arkeoloji öğrencisi Gül ile şoför Deli Kenan arasında çok şey anlatan şu diyalog geçer, Kenan’ın kedisini sevme şeklini garip bulan Gül şöyle der:

"- Kediyi çok sevdiğiniz anlaşılıyor. Ama ne biçim sevgi bu. İki de bir ‘lan’ diyorsunuz.
+ Biz sevdiklerimize ara-sıra böyle deriz.
- Ya sevmediklerinize.
+ Bizim sevmediğimiz kimse yoktur. Belki gönlümüze biraz serin gelenler vardır."

Deli Kenan’ın ömürlük can yoldaşı Avcı Bilal’i anlatırken enfes sözcükler dizisi dökülür yazarın kaleminden: "Hani gülse bile gözlerinin hüznü ebedi yerinde duran bazı felek vurgunu adamlar vardır; onlardan biri."

Anadolu kasabası deyip geçtiğim yeri ise nasıl anlatmış yazar:

"O yıllarda taşra böyledir.
Küçük ve sıcak.
Yoksul ve samimi.
İçedönük ve derin."

Hikayenin hikayesini anlatmak için dil döktüm ama bunun arkasındaki gizemi yine Kutlu’ya bırakalım diyorum: Aslolan ayna camının ardına sürülen sırda. O sır olmasa kendimizi adi bir camın karşısında bulacağız ve hiçbir şey göremeyeceğiz. Sır bize bir kapı aralıyor, işte diyor sen busun.

Acil neşe ihtiyaçlarınızda en az 5-6 sayfa okuyun, karşılayacaktır ihtiyacınızı, kapının ardındaki sırrın sizi de bulması dileğiyle.

Yavuz Selim Elmas
twitter.com/yselmas