Korkuyu Beklerken etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Korkuyu Beklerken etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Nisan 2024 Cuma

Sevgili yazarımız burada, ya biz neredeyiz?

Korkuyu Beklerken, Oğuz Atay’ın yayınlanan üçüncü çalışması ve biricik öykü kitabı. Eskiler “tek çiçekle bahçe olmaz” deseler de tek öykü kitabıyla türde adından söz ettiren az sayıdaki yazardan biri Oğuz Atay. 1975 yılının şubat ayında yayınlanan kitabının daha sonraki baskılarına o tarihten sonra kaleme aldığı “Demiryolu Hikâyecileri-Bir Rüya” adlı öykü eklenir. (Hikâyenin Türk Dili dergisinde “Demiryolu Öykücüleri-Bir Düş” ismiyle yayınlanması adeta yazılmamış bir Oğuz Atay hikâyesidir. Bu hikâye yazarın tercih ettiği hali ile 1987 yılında gerçekleşen ikinci baskıda Korkuyu Beklerken’e dâhil edilir.) Korkuyu Beklerken ile aynı yıl yayınlanan Bir Bilim Adamının Romanı, Oğuz Atay’ın 1977’deki vefatından önceki son kitabıdır.

Oğuz Atay’ın romanlarında da, tiyatro oyununda da çıkış noktası doğu ile batı arasındaki fay hattında çıkışsız kalmış Türk insanıdır. Tutunamayanlar, Tehlikeli Oyunlar’a girişmişlerdir ve Oyunlarıyla Yaşayanlar bir noktada Korkuyu Bekleyenler arasından çıkar. Bu noktada Oğuz Atay’ın tamamlayamadığı kitapları olan Eylembilim ve Türkiye’nin Ruhu’nun da manidar isimler olduğunu söylemekte fayda var. Necip Tosun’a göre Oğuz Atay’ın Türk öyküsüne kattığı en önemli farklılık o kendine özgü ironisidir. Onun öyküsünde gerçek “ironize” edilerek neşvü nema bulur. Füsun Akatlı ise Oğuz Atay’ın ironisinin kendisine yöneldiğinde zirve yaptığına dikkat çeker. Akatlı, ayrıca Atay’ın romanlarındaki söz kalabalıklığının hikâyelerinde bir söz ekonomisine dönüştüğüne dikkat çeker.

Onun hikâye karakterlerine günlük hayat için rastlamak mümkün değildir. Marjinal tipler üzerine kuruludur onun yazdıkları. Ancak Oğuz Demiralp’in Korkuyu Beklerken’e yazdığı önsöz tam da bu noktada anlamlıdır: “Ne var ki, bu marjinal kişilerin ruhları kat kat açıldıkça onları üreten çevre ve kültür, toplu olarak ortaya çıkmaktadır. Toplum kişiye içkindir, o kişi atipik olsa bile.” Necip Tosun, Oğuz Atay için “tam bir kültür öykücüsüdür” tanımını yapar. Tosun, bu anlamda da Oğuz Atay’ı Kemal Tahir, Ahmet Hamdi Tanpınar, Peyami Safa ve Halid Ziya Uşaklıgil ile akraba kabul eder.

Yıldız Ecevit, kitabın ilk üç hikâyesi olan “Beyaz Mantolu Adam”, “Korkuyu Beklerken” ve “Unutulan”ı Oğuz Atay’ın hikâyesinde ilk dönem olarak tanımlar. Üç hikâyede de grotesk ve Kafkaesk bir atmosfer hâkimdir. Beyaz Mantolu Adam için kolaylıkla bir tutunamayan diyebiliriz. Havanın sıcaklığına rağmen giydiği kıyafeti bir kadın kıyafetidir ve dilenmeyi beceremez. Yaşadığı topluma tamamen yabancıdır. Türk’e benzemediği için dikkat çeker diye canlı vitrin mankeni olarak istihdam edilir. Küçük kaplarda mısır satıp başkası adına sevap işlemek yahut hastaneden yeni çıktığını memlekete dönmesi gerektiğini söylemek gibi harcı alem kurnazlıkları da akıl edemez. Hikâyenin sonu hem trajik hem de tuhaftır. Gogol’ün Palto'su ile de uzaktan akraba olan bu hikâyenin gerçek bir kişiden ilham alarak tasarlandığı da söylenir. Hikâyenin sonu ise Albert Camus’un yazdıklarını çağrıştırır. Oğuz Atay, bu hikâyesini kısa film yapmak için epey uğraşmıştır. Murat Gülsoy, Beyaz Mantolu Adam hikâyesini cinsiyetçi tutumuyla eleştirir. Atay’ın bu duyarsızlığını hikâyenin kaleme alındığı zamanda feminist kuramın yeterince gelişmemiş ve Türkçeye tercüme edilmemiş olmasına bağlar Gülsoy.

Unutulan ise çatı katında terk edilen bir eski sevgili cesedi ile karşılaşmayı anlatan sürreel bir hikâyedir. Yıldız Ecevit bu öykü ile Kafka’nın Taşra Doktoru arasında bir akrabalık kurar. Hikâyedeki tavan arası Freudyen bir bilinçaltıdır adeta. Hikâyenin karakterinin çatı katına çıkma bahanesi şudur: “Eski kitaplar bugünlerde çok para ediyor. Bir bakmak istiyorum onlara.” Oysa onu oraya sevk eden bir türlü bastırmadığı vicdan azabıdır. Grotesk bir cesetle yüzleşecektir karakterimiz.

Kitaba adını veren Korkuyu Beklerken adlı hikâye ise evinden çıkmaya cesareti kalmayan paranoid bir kişiliği anlatır. Köpeklerden, arılardan ve yabancılardan korkan karakterimiz kabuğuna çekilir ve bekler. Bekleyiş korkularını daha da arttırmaktan başka bir işe yaramaz gerçi. Bu hikâyenin öncüllerinden biri Kafka’nın Yuvası diğeri ise Borges’tir. Gizli bir mezhebin ne olduğunu anlamadığımız “Ubor Metenga” mesajından sonra evine kapanan kahramanımız, kendini hapsederek adeta imha eder.

Yine Yıldız Ecevit’ten okumaya devam edersek Oğuz Atay hikâyeciliğinin ikinci bölümünü teşkil eden üç hikâye olan Bir Mektup, Ne Evet Ne Hayır ve Tahta At; farklı bir bilincin ürünüdür ve Kafkaesk değildir. Füsun Akatlı Bir Mektup'u Çehov’un yazdıklarıyla akraba bulur. Tıpkı Ne Evet Ne Hayır gibi mektup formatında kaleme alınmıştır. Hikâye, karakterin patronuna yazılmış ve gönderilmemiş bir mektuptur. Hikâyenin ana karakteri geçmişteki idealist beni ile bugünkü hâli arasındaki çelişkilerle mustariptir. Asla kendisi olamayan karakterimiz zihninde bir “üçüncü şey” icat etmiştir.

Ne Evet Ne Hayır ise günlük bir gazetenin kişisel dertlere çözüm vadeden köşesine hitaben yazılan mektup, genelde bir iletişimsizliği özelde kadın-erkek ilişkilerindeki aşılamayan mesafeyi konu edinir kendine. Emre Ayvaz, bu hikâyeyi okuma tecrübesini paylaşırken ilk okumada gülüp geçme gibi bir hataya kapıldığını, ancak ikinci okuyuşta hikâyenin ağırlığını hissedebildiğini vurgular.

Tahta At ise taşranın turizmle tanışmasını hicveden bir hikâyedir. Homeros göndermeleriyle de örülü olan Tahta At'ta Atay, Batılılaşma maceramızın çarpıklıkları ironik bir dille anlatılır. Günlüğünden 1973’te Oğuz Atay’ın Çanakkale’den Bodrum’a gezdiğini öğreniyoruz. Tahta At biraz da o gezinin bir mahsulüdür. Necip Tosun’un da işaret ettiği gibi yabancılaşmayı temsil eder Truva Atı. Kitapta, sosyal tenkidin en güçlü olduğu hikâye olan Tahta At, batılılaşmanın taklitçilik damarını hicveder.

Yıldız Ecevit, Babama Mektup'u otobiyografik bir metin olarak kabul eder ve kurmaca olmadığı için de öykü olmadığını savunur. Her ne kadar öykü olmasa da bir metin olarak Atay’ın ikinci dönemine yakın olduğunu da eklemeden edemez. Ancak hikâyede yer alan şu satırlar bile Babama Mektup'un Tutunamayanlarla akraba bir metin olduğunu ispatlamaya yeter: “Acaba senin de bilinçaltın var mıydı babacığım? Bana öyle geliyor ki sizin zamanınızda böyle şeyler icat edilmemişti. Sanki Osmanlıların böyle huylan yoktu gibi geliyor bana. Senin fesli ve redingotlu resimlerini gözümün önüne getiriyorum da, bu görüntüyle Varoluşçu bir bunalımı’ yan yana düşünemiyorum doğrusu. Aslında bizler de bir özenti içindeyiz; ama ne de olsa bu kurt içimize düştü bir kere babacığım; bazı meseleleri bu yüzden büyütüyoruz.

Son hikâye olan Demiryolu Hikâyecileri - Bir Rüya ise adeta Oğuz Atay’ın bir imdat çağrısıdır. Hayatı boyunca yazdıklarına beklediği karşılığı bulamayan Atay’ın bir veda busesidir bu hikâye. Günlüklerinden Oğuz Atay’ın hikâye yazmaya da devam etmek istediğini öğreniyor ve iki tasarısını da okuyoruz ki tasarılardan birinin adının Geleceği Elinden Alınan Adam olması zan ediyorum ki bu yazının son cümlesinde yer alabilecek kadar çarpıcı bir hayal kırıklığını imliyor.

Oğuz Atay’ın Korkuyu Beklerken'in son cümlesi olarak sorduğu o meşhur “Ben buradayım sevgili okuyucum, sen neredesin acaba?” sorusu geçen zaman içinde epey bir “Biz buradayız” cevabı aldı. Yine de sorunun güncelliğini korumaya devam ettiğini söyleyebiliriz. Uzun Sözün özü Korkuyu Beklerken tekrar tekrar okunmayı bekliyor.

Suavi Kemal Yazgıç

KAYNAKÇA
Ecevit, Yıldız; “Ben Buradayım”, İstanbul, 2005.
İnci, Handan-Türker, Elif (Yayına Hazırlayan); Oğuz Atay İçin Bir Sempozyum, İstanbul, 2009.
Tosun, Necip; Öykümüzün Kırk Kapısı, Ankara, 2013
Tosun, Necip; Öykümüzün Sınır Taşları, İstanbul, 2016
Kabaklı, Ahmet; Türk Edebiyatı, İstanbul, 2008
Notos Dergisi Oğuz Atay Özel Sayısı, Haziran-Temmuz 2011.

12 Ekim 2012 Cuma

Geçmişe dönüp şimdiyi görmek isteyenlere

Bugün 12 Ekim 1934. Kastamonu, İnebolu'da Türk Edebiyatı'nın usta bir kalemi dünyaya geliyor. Okuduğu değerli üniversite ve bölümlerine rağmen o soluğu yazmakta alıyor, yazmakla soluyor. 1972'de "Tutunamayanlar" ile kalbimize dokunuyor, 1973'te "Tehlikeli Oyunlar" ile aklımızla alay ediyor, aynı yıl "Korkuyu Beklerken" ile hikayelerini bir başlık altında toplayıp, "başımıza bunlar da mı gelecek?" dedirtiyor. Gerek gündelik hayatı anlatma derinliği, gerekse kelime zenginliği ile "Korkuyu Beklerken", Oğuz Atay'ın bir hikâye hazinesi oluyor.

"Acaba iyi bir şey olacak mı? Hayır dedim, kendi kendime. İyi şeyler birdenbire olur. Bu kadar bekletmez insanı. Sürüncemede kalan heyecanlardan ancak kötü şeyler çıkar. Ya da hiçbir şey çıkmaz."

Ona "Türkiye'nin Ruhu" demenin yetmeyeceğini düşünüyorum. Belki "Türkiye'nin Kalemi" demek daha yerinde olur. Zira bu kitabındaki karakterlerle ve o karakterlerin düşünceleriyle gerçekten de bu ülkenin tansiyonunu ölçmüş ve raporlamıştır Oğuz Atay. Özellikle "Beyaz Mantolu Adam", belki de hepimizizdir. Tekrar tekrar kendimizi okumamız gerekmektedir.

“Yalnızlık, hafızayı zayıflatıyordu. Elbette! Kimseyle konuşmuyordum ki. Sonunda, bakkal çırağıyla konuştuklarım dışında her şeyi unutacaktım. Konuşmalıydım, bağırmalıydım, öğrenmeliydim. Mektupla doktora yapmalıydım; mektupla doçent, mektupla profesör olmalıydım. Resim bilgimi, genel kültürümü mektupla ilerletmeliydim. Mektupla bir üniversiyete öğretim üyesi olmalıydım; belki bir süre sonra da mektupla üniversitede ders vermeye başlamalıydım. Her şeyden önce konuşmalıydım. Ayağa kalktım. Hemen başlamalıydım, bir şeyler söylemeliydim. Konuşmayı unutmak üzereydim. Kendimi anlatmalıydım. Kendimi göstermeliydim.”

Şimdi sıra bu kitabı henüz okumayanlarda. Korku kapınızda. Yeter artık onu beklediğiniz. Kapıyı, yani kitabın kapağını aralayın. Evet, artık 39 yıl önceden şimdiyi görmek için önünüzde hiçbir engel kalmadı.

Yağız Gönüler
twitter.com/YagizGonuler