Kinyas ve Kayra etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kinyas ve Kayra etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Mart 2019 Cumartesi

İnsan, iyi olmak için çabalamak zorunda olan kötüdür

Belki bir miktar basmakalıp bir ifade olacak ama kesinlikle okuması cesaret isteyen kitaplar var. Okuduğunuz sözcükleri zihninizde yaratacağı tahribata, üzerine bir hayat inşa ettiğiniz değerlerinize dair sorgulara hazır olmadığınız için defalarca kapağını kapatıp fırlatmak isteyeceğiniz ama ne kadar acı da olsa gerçeğin dayanılmaz cazibesine kapılıp yeniden ve yeniden sayfalarının arasına döneceğimiz kitaplar. Kimseye anlatmaya cesaret edemeyeceğiniz bir rüya gibi okursunuz bu kitapları. Kinyas ve Kayra kesinlikle bu kitaplardan biri.

Kabullenilmesi zor gerçekler, inkar edilemeyecek bir çıplaklıkla çıkıyor karşımıza. Yok saydığımız, ötelediğimiz, düşman bellediğimiz, zararları üzerine masal masal, şiir şiir, ayet ayet ninni ninni nutuklar attığımız kötülüğün bir kanser hücresi gibi zihnimizde gönlümüzde bilincimizin her noktasında bizimle beraber yaşamaya devam ettiğini okuyucuya da kabul ettiren bir hikaye.

Kinyas, Kayra ve Tolga aslında sadece bir kişi ve herkesin seçebileceği üç farklı yolun hikayesi bu roman. Bu bireysel seçimin yanında sömürü kapitalizm şiddet ekseninde Batı ve Afrika halklarının bir panoraması. Özetle insan iyi olmak için çabalamak zorunda olan bir kötüdür diyor roman bize. İçimizdeki kötüyü öldürmek için önce onunla acılı bir yüzleşmeye katlanmamız gerek. Bu kötülük devlet, din, baba, eğitim vb. hayata dair iktidar unsurlarının baskısıyla ortaya çıkıyor ve yine bu unsurların baskılamasıyla örtülmeye çalışılıyor. Perdenin altında bütün çıplaklığıyla kötülüğü görmek mümkün.

Kötülük korkutmuyor insanı ama kötülüğün görünür olması dayanılmaz bir acı. Bu nedenle perdeyi kaldırmaya kimse cesaret edemiyor. Hakan Günday’ın yaptığı şey kafalarımızı perdenin altına sokup bizi çürümüş insanlığımızla göz göze getirmek. Bazı maçlar için şöyle derler; kalbi olan izlemesin. Kinyas ve Kayra için söylenebilecek belki de en doğru söz; tabusu olan okumasın. Yıkılan tabuların altında ezilmekten kurtulamaz zira.

Suçun kaynağı olarak parayı gücü ya da başka bir şeyi sunmuyor gözlerimizin önüne. Suç bizzat insanla birlikte var olmuş bir gerçek olarak karşımıza çıkıyor romanda. Acı da tam burada hissediliyor, roman kişileri suçu ve vahşeti en savunmasız oldukları kişilerden yani ailelerinden görüyor. Ve en nihayetinde mutluluk ve yaşama isteği kafamızı perdenin altından çıkarabilmemize bağlanıyor.

Kinyas ve Kayra yaşamın anlamı ve gerekliliğine dair dünyanın çırılçıplak pisliği içinde yapılan bir tercih yolculuğunun romanı.

Erhan Çamurcu
erhan.hoca.55@hotmail.com

7 Aralık 2012 Cuma

Kin'in Yas'ının portresi

23 yaşında bir üniversite öğrencisi. Bir sabah, okuduğu okulun kapısına geldiğinde bir an için durur. Fakültenin giriş kapısından içeri giren diğer öğrencilere bıkkınlıkta bakar. Canı sıkılıyordur. Hatta canı çok sıkılıyordur. Hepimizin durduk yere bir çılgınlık yapmayı düşündüğü bazı zamanlar olmuştur. Onun çılgınlığı ise en yakın kırtasiyeden sekiz ortalı bir defter alıp fakültenin yakınındaki bir kahvehaneye girip, aldığı defterin ilk satırına ilk cümleyi yazmak olur:

“Asansör dördüncü katta durdu.”

Genç yazar, kitabını yazmaya başladığında şu hayattaki temel iddiası olan “Hiçbir şey yok”u destekleyen olaylar anlatır, diyaloglar yaratır. Kitabının sonuna geldiğindeyse hayatla ilgili bazı görüşlerinde değişiklikler olur, son cümleyi “Her şey var” olarak kaydeder.

Yazarımız, kendi zihninden defalarca kez kaçmıştır. Ailesinin evinde Hakan adında bir et yığınını bırakıp gitmeyi kaç kez arzulamıştır! Kimi zaman bunu başarmıştır ya da başardığına inanmıştır. Neticenin değişmediğini görünce, başarılı olup olmamayı da umursamamaya başlamıştır.

Dışarıya karşı açık bir genç insan olup, başkalarıyla çok fazla ortak noktada buluşacağına maalesef herkes gibi bir zamanlar o da inanmıştır. Müzik bilgisi muazzamdır. Edebiyata neden inansın ki, yazılmış sanatsal eserler onun için tuvalette okunmak için yazılmıştır. Hayatında çoğu şeyi zorunluluktan veya meraktan yapmıştır. Üniversitede okumak gibi örneğin… Üniversitede okumak onun için beyhude bir çabadır. Yine de gidip bakmakta fayda vardır. Bu yüzden Ankara’da Fransızca eğitimine başlamış, yarıda bırakarak Brüksel’e gitmiş, sonra geri dönerek bir Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin zeminine botlarının izini bırakmıştır.

Romanını tamamladıktan sonra bir kitabevine girip eline rastgele kitaplar alıp, içindeki yayınevi bilgilerini not etmiştir. Yedi tane yayınevi adresini yazınca bu kadarın yeteceğini düşünmüş, sıkıcı kitap raflarını terk ederek yazdığı romanın yedi tane çıktısını almıştır. Bu yedi yayınevinin üçü çalışmayı reddetmiştir, üçü cevap bile vermemiştir, bir tanesi ise “gel basalım” demiştir.

23 yaşındayken yazdığı romanı 24 yaşındayken elinde tutan bu delikanlı, Türkçede daha önce yan yana gelmemiş kelimeleri bir araya getirdiğinin farkındadır. Kelimelerin ve harflerin kavuşmasına, sınırları aşmasına daha o zamanlar kafa yormaya başlamıştır; ancak o zamanlar bilmediği şey, ilk romanının çıkmasından tam 11 sene sonra alfabenin ilk ve son harfini bir araya getirip “AZ” romanını yazacak olmasıdır. Kalıcılık gibi bir derdimiz vardır.

Bu dert’e hemdert olacak çareler bulma arayışındayızdır. Bizim bu genç yazarımız da bir düşünceyi, bir yaşayışı kendisinden önce yazanlara rağmen, hâlâ orijinal bir şekilde kendince ifade etmekteyse, yedi yıl sonra yazacağı “Azil” de “Her şey söylenmiş olabilir, ama ben daha söylemedim. Ve eğer ben söylememişsem, henüz her şey söylenmemiştir” görüşünde olduğu içindir.

Hayatın acımasız olduğunu bilmeyen var mı aramızda? Hayat, sandığımızın aksine “şanslı” diye damgaladığımız insanlara da acımasızlığını yapar. Hayat bu, güven olmaz; yapacağını herkese, her yerde ve her şekilde yapar. Pekiyi hayat, bu genç yazarımıza ne yapacaktır?

Genç yazarımız şu günlerde 37. yaşında doğru dörtnala ilerlemektedir. Ürkek bakışlarla girdiği kahvehaneyi, 23 yaşında bir gencin kuyruklu yalanlı hayalleriyle bilmektedir. Biz karakterlere takılmadan şunu söyleyelim, Kin’in Yas’ının Portresi hep genç kalacaktır. Dorian Gray gibi. Ve elbette Kinyas ve Kayra da…

Kayra, zihnini ölüme terk ettiği o evde; Kinyas, ailesinin yanında, yaratıldıkları yaşta ebediyen yaşayacaklardır. Nerede mi yaşayacaklardır? Tabii ki bizim henüz ölmeyen zihinlerimizde!..

Hakan Günday kitapları seni de yaraladı, biliyorum. Ancak hâlâ hayattasın öyle değil mi? Henüz ölmeyeceğini söyleyebilirim şimdilik sana. Ne de olsa Kinyas ve Kayra’nın mottosunu artık hepimiz biliyoruz. O yüzden Hakan Günday son kitabını yazana kadar hayattayız!

“Omnes Vulnerant Ultima Necat!”
-Hepsi yaralar, sonuncusu öldürür!–


Tuna Bahar
twitter.com/tuna_bahar

19 Temmuz 2012 Perşembe

Bazılarımızın hayatının romanı

"Hayatımın romanı" dediğimiz şey aslında iki türlüdür. Kimimiz, yaşadığımızın hayatın bir benzerini görürüz okuduğumuz romanda ve buna "hayatımın romanı" deriz. Kimimizin ise okuduğu kitap, o yaşına kadar okudukları arasında en sevdiğiyse hayatının romanı olur. Ben burada özellikle ikincisinden yanayım.

"Bir zamanlar uyurdum, hatırlıyorum o günleri."

"Hiçbir yere ait olmayanları iyi tanırım. Her yere aitmiş gibi davranırlar."

"Varlığıma nedensizlikten delirdim ben. Hiçbir nedeni kendime yakıştıramadığımdan. Hepsini giydim. Hiçbiri olmadı."


Hakan Günday'ın ilk romanıdır Kinyas ve Kayra. 2000 yılında yayınlanmıştır. Bu sebeple özellikle 1986 doğumluların lise ve üniversite hayatına büyük etkisi olmuş bir kitaptır. İşin ilginç tarafı, Kinyas ve Kayra'yı bir çok Hakan Günday hayranı çok sonraları okumuştur. Ben lise yıllarımda yarısına kadar okuyabilmiş, sonra temelli bırakmış ve aradan 10 yıl sonra yeniden okumuş olma durumumu birçok yakınımda görünce bu yorumu çıkardım. Daha sonraki okumalarımda ve Hakan Günday incelemelerimde gördüm ki bu kitabın çıkışında Oğuz Atay, Hermann Hesse, Albert CamusElias Canetti ve Louis-Ferdinand Celine gibi efsanelerin rolü oldukça fazla. Bunu Hakan Günday bazen söylüyor, bazen de kitaplarında belli ediyor.

"Ne kadar yalnızsan o kadar uzağa gidersin. Ne kadar terk edersen o kadar ölürsün."

"Ruhumdaki düğümler fazlasıyla sıkı. Kimsenin onları çözecek kadar tırnakları yok."

"Çok şey gördüm. Beni yüzüstü gömün."


Çok uzatmadan romandan bahsedeyim. Öncelikle kitap, ilerledikçe sizi içine çekecektir. Çünkü ortada var olan savaş, psikolojik bir savaştır. Dolayısıyla kitap, okuyanın yaşamına okuduğu süreç ve sonrasında derin etki edebilecektir. Üç bölüme ayrılan kitapta önce "Kinyas, Kayra ve Hayat" üzerinden yoğun bir beyin istilası gerçekleştiriyor Hakan Günday. Burada hayata dair derin ama sonradan fark edilebilecek çelişkide aforizmaları yakalamak mümkün. Yazarın silahını gözlerimize doğrulttuğu bölüm ise 2.bölüm: "Kayra'nın Yolu". Bu bölümde bir karakterin diğer karakterin üzerinden sarsa sarsa yürümelerine tanıklık ediyoruz. Üçüncü bölümde Hakan Günday bu kez silahını beynimize doğrultuyor: "Kinyas'ın Yolu". Tek atışlık bir final bekliyorsanız unutun. Zira bu kitabın "efsane" olarak görülme sebebi bu. Kitabın son sayfasından sonra yazarın silahı patlamaya başlıyor. Burada hayatının hangi anında o kurşunlara yakalandığınız önemli.

"Çünkü bir saat sonra yaşayacaklarını bilemeyecek kadar insansındır."

"Daha anlayamamıştı. Sonunda ölüm olan bir hayatta mutlu son olamazdı. Kimse için."

"Yatağı olmayan insanların birilerini dinleyecek kadar sabrı yoktur."


Kitabı okuduktan sonra vücudunuzda kalan yara izlerini temizlemeye çalışmayın, yeni kitaplar mutlaka işe yarayacaktır. Yazımın başında da söylediğim gibi, ister sizin hayatınızdan kesitler sunsun, ister okuduğunuz en iyi kitap olsun; bu kitap bazılarımızın hayatının romanı. Bu kesin.

Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf