Katilin Temizliği etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Katilin Temizliği etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Mart 2014 Çarşamba

Siz de okuyup mahvolun

1995 filan. Onu ilk kez Kocaeli’nin Gölcük ilçesindeki Dünya Kitabevi’nin raflarında gördün. Katilin Temizliği. Halen de aynı gezegende yaşadığımız Amelie Nothomb’un Türkçeye çevrilen ilk romanı. Kendisi şu sıra Belçika yöresindeki evinde harıl harıl roman yazmakla meşgul. Bugün bilgisayarım yarım kalmış hikâye ve roman çöplüğüne dönüşmüşse bunda birinci dereceden sorumlu olan kişi Nothomb’dur. Bunu söyleyerek beceriksizlimi konudan haberi bile olmayan bir Belçikalı yazarın sırtına yıktığımın farkındayım. Ancak bunca beceriksizliğime rağmen dinmek bilmeyen bir heves sahibi isem ve yenilgiye doyamadıysam bunda Nothomb okumalarımın büyük bir payı vardır. Ne yapayım. “Yine yenileceğim. Her seferinde daha iyi yenileceğim.” diyerek Beckett’ten apartma bir söze iltica edip yazıma devam edeyim.

Katilin Temizliği benim için Nothomb okuma miladı oldu. Bütün kitaplarını okudum ve hiç pişman olmadım. Körfez Savaşı esnasında 120 saatte yazılmış 150 küsur sayfalık bu kitap, Nothomb’un yazdığı 11. kitap olmakla beraber yayınlanmaya uygun bulduğu ilk kitap.

Amelie Nothomb, romanlarında bıçak sırtı karşılaşmaları anlatır. Mesela “Katilin Temizliği” nadir rastlanan ve tedavisi olmayan bir hastalığa yakalanmış yazar ile onunla röportaj yapan gazeteci arasındadır. Merkür’de ise bir adada dünyadan soyutlanarak yaşamış ve kendisine çok çirkin olduğu telkin edilmiş, bu yalana inanması için de etrafta bakabileceği bir ayna bulundurulmayan bir kızla ona bakıcı olarak tutulan kadın anlatılır. Nothomb, bu karşılaşmalardan kimi zaman gerilimli, kimi zaman şiddet yüklü ilişkiler ve çelişkiler inşa eder. Bütün bu ilişki ve çelişkilerden ise insanın ne menem bir şey olduğu Nothomb’un gördüğü pencereden anlatılmış olur. 100-150 sayfayı geçmeyen kitaplarda dinamik ve sürükleyici bir anlatım ve kurgu yakalayan Nothomb’un romanları için romandan ziyade belki de novella demek daha uygun olur. Ancak biraz basitleştirerek “uzun hikâye” yahut “kısa roman” olarak adlandırabileceğimiz bu tür bizde pek bilinmediği ve ticari bir isimlendirme olmayacağı için Nothomb’un yazdıkları roman olarak yayınlanmakta. Bu çok da önemli değil. Nasıl isimlendirildiği sonuçta ticari kaygıların bir sonucu ve ne Nothomb ile ne de yazdıklarıyla zerre kadar ilgisi yok. Gelin biz de yayıncıların paketlemelerine ses etmeyelim ve Nothomb’un yazdıklarını roman deyip, bıyıkaltından gülümseyelim.

Katilin Temizliği’nden sonra yayınlanan Kıran Kırana'da ise Nothomb, bir Japon firmasının en alt kademesinde çalışan bir Belçikalı’nın hikâyesini anlatıyor. Otobiyografik bir roman ve Nothomb’un ilk romanı Katilin Temizliği’ni yazmasından hemen öncesini anlatıyor. Japonya’da doğan bir Belçikalı olan ve Asya’yı iyi bilen Nothomb’un Japonya ile ilgili keskin gözlemleri var. Ancak roman hiç şüphesiz sadece Japonya ya da doğu ile ilgili değil. O zaman çok işlenmiş ve hatta bayatlamış bir konusu olurdu kitabın. Sade, berrak bir anlatımla derin ve tekrar tekrar okumalarla tükenmeyecek bir hikâyeye imza atıyor Nothomb. Nothomb “birinci tekil şahıs”la konuşan insanda otobiyografik metinler duygusunu uyandıran kitaplara imza atıyor. Bazı kitapları ise otobiyografiye çok yakın. Mesela Yağmuru Seven Çocuk, Ne Adem Ne Havva

Mesela Kış Yolculuğu, karşılıksız bir aşk hikâyesinden şiddet yüklü bir netice çıkmanın arifesindeki bir iç hesaplaşmayı anlatıyor. Bir “iç muhasebe”, “yüzleşme” hikâyesi değil anlatılan. Zira anlatıp, rahatlamayı; yüzleşme ile azat olunmayı konu dinmiyor. Bir saatin kaçta çalacağının ayarlanması gibi “mekânizması”nın kurgulandığı, zembereğinin gerildiği anı anlatıyor Kış Yolculuğu. (Kış Yolculuğu ile Kara Sohbet havalimanında geçen iki kitap. Arasındaki farklar ve benzerlikler ayrı bir yazının konusu olacak derecede ilginç.)

Kameraya Gülümse” ise seyretmenin ve seyredilmenin trajedisi üstüne kurulmuş bir roman. Esir kampı biçiminde dizayn edilmiş bir Biri Bizi Gözetliyor Evi tahayyül edin. Rastgele toplanmış ve isimleri yerine kendilerine takılmış harf ve rakamlarla hitap edilen bu esirlerin başında ise gönüllüler arasından özenle seçilmiş gardiyanlar bulunuyor. Gardiyanlar esirlere sürekli işkence yapıyor ve bu programdan tiksinenler dâhil herkes büyülenmiş gibi ekran başına geçip reyting rekorlarının altüst olmasını sağlıyorlar. İnsanın televizyon karşısında ne kadar düşebileceğini, alçaklaşabileceğini ve bu alçaklığa karşı nasıl direnilebileceğini direnişin dilinin nasıl kurulabileceğini anlatan bir roman “Kameraya Gülümse”.

Kameraya Gülümse”yi okuyunca Karl Marx’ın ihtarı geldi aklıma. Karl Marx, baş yapıtı Kapital’in girişinde “Anlattığım senin hikâyendir.” diyerek okuruna rastgele bir metin değil kendisini anlatan bir kitap ile karşı karşıya olduğunu hatırlatma ihtiyacı duyar. Reytingin yegâne değer olarak empoze edildiği yaşadığımız çağda “Kameraya Gülümse” tarzı kitapların da başında da böylesi ihtarlar bulunmalı bence…

Özel İsimler Sözlüğü’nün sonunda maktul olan, Bir Yaşam Biçimi’nde ise bir obezin mektuplarına maruz kalan Nothomb’dan ise hiç bahsetmeyelim. (Katilin Temizliği’ndeki yazarın da obez ve asosyal olması dikkat çekici.)

Nothomb’un kitapları arasında kurduğu dolaylı bağlardan ördüğü labirent en az kitapların kendisi kadar spekülasyona açık bir oyun. Böylece kitaplardan oluşan bir yapbozun birleşmesine ve dev bir tablonun oluşmasına şahit oluyoruz. Ancak bu tablo ne kadar büyürse büyüsün yarım kalmaya mahkûm. Tıpkı Balzac’ın İnsanlık Komedyası gibi. İlk önce 12 cilt halinde 1834-1887 yıllarında basılan proje daha sonra Balzac'ın eser vermeye devam etmesi ile toplam 95 roman ve öyküye kadar çıktı. Balzac öldüğünde geriye 50 tane yarım kitap taslağı bırakmıştı ki, onları da yazmaya fırsatı olsaydı bir yandan da yarım kalacak başka taslaklara başlayacağı için İnsanlık Komedyası yarım kalmaya mahkûmdu.

Nothomb Katilin Temizliği romanında okuruna şu dikkat çekici ve sarsıcı soruyu yöneltmişti: "Yapmacığı okumadan okumaya kadar vardıran okurlar vardır; tıpkı balıkadamlar gibi dalgıç kıyafeti kuşanıp, üstlerini tek damla ıslatmadan kitapların içinden geçerler. Bunlar balıkokurlar olarak adlandırılabilir. Ve iki tür okuma vardır: iç organlarıyla okuma, temiz okuma. Peki ya siz? Etobur okurlardan mısınız? Vejetaryen okurlardan mı?"

Bu soru bile Nothomb okurken, nasıl bir yazarla karşı karşıya olacağımız konusunda yeteri kadar ipucu veriyor sanırım.

Suavi Kemal Yazgıç
twitter.com/suavikemal
* Bu yazı daha önce izdiham'da yayımlanmıştır.