John Worthen etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
John Worthen etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Temmuz 2017 Pazar

Modernist şiirin büyük şairi nasıl yaşadı?

"Bay Eliot'ın şiirleri beni çağımızın diğer tüm şairlerinden daha çok etkilemiştir."
- Ezra Pound

"Ezra Pound ve Thomas Stearns Eliot 20. yüzyıl şiirinin inkar edilmez iki ismi. Fikriyat ve estetik yapı itibarıyla burun bükülemeyecek ürünler koydular ortaya."
- İsmet Özel (Şalom, 15 Mart 2006)

Yalnız şiirle değil sanatın tüm diğer dallarıyla da meşguliyeti olan herkese bir şeyler söyler Thomas Stearns Eliot. Bu yüzden ismi yaşamaya devam ediyor. Ülkemizde poetika üzerine bir şeyler üreten isimlerin muhakkak Eliot'ın şiirine de temas etmek zorunda kalması bundan. Bir televizyon programında İsmet Özel, milli endişeyi üzerine almamış, milli endişeyle doğmamış olan hiçbir şiirin bugün hayatiyetini koruyamayacağını söylemişti. Eliot'ın şiirindeki endişenin kökenini, yine kendisine ait bir cümleden keşfetmemiz mümkün: "Şair halktan alır ve halka verir."

Bu endişeyle birlikte sanatın ve felsefenin toplumu ayakta tutan iki büyük güç olduğuna inanan Eliot, "yaşamak için sanat" ve "yükselmek için felsefe" demiştir, gerçek şairi de şöyle tanımlamıştır: "Kendi zamanında büyük kitlelere ulaşmış değil, her nesilde küçük bir grubun bile olsa anladığı sanatçı."

Artık T.S.Eliot'a dair kuvvetli ve özgün bir biyografiyi okuma imkânına sahibiz. John Worthen tarafından hazırlanan "Bir Şairin Yaşamöyküsü: T. S. Eliot", İthaki Yayınları etiketiyle ve Zeynep Anlı çevirisiyle dilimize kazandırıldı.

Güzel bir sıralamayı takip ediyor kitap. Evvela Eliot'ın insanlık dünyasının nasıl oluştuğundan, yani aile bağlarından ve gençlik tutkularından bahsediyor. "Tavır ve şiir" bundan sonra geliyor. Evliliğe dair yaşadığı sıkıntılar, edebi yaşamı, kült eseri Çorak Ülke ve ondan sonra gelen Sweeney şiirinin tüm ayrıntıları, Eliot'ın "dönüştüm" dediği yeni hayatı, evliliğinin sonu, Azap ve Dört Kuartet şiirlerinin öyküsü, şair-şiir dünyasındaki şöhret basamaklarında iyice yükselmesi, tiyatro merakı, düz yazılarında sıklıkla görülen çocuk ve özgürlük aşkı, halk tarafından sevilen halkçı bir şair olarak vefatı...

Bir baba olarak üzerinde en çok düşündüğüm ve keşke daha uzun olsaydı dediğim bölüm, "Benim Kızım" oldu. Marina şiirini bilenler belki vardır. Seneca’nın “Hercules Furens" eserindeki bir soruyla, "Quis hic locus, quae regio, quae mundi plaga?" ile başlar: Hangi yer burası, hangi bölge, dünyanın hangi yöresi? Marina, Latincede denizin kızı anlamına gelir ve Eliot'ın Shakespeare’e ait “Pericles” adlı oyunundaki Pericles’in kızı Marina’dan esinlenerek şiire bu ismi verdiğini çeşitli düzyazılarındaki işaretlerden ve araştırmalardan öğrenebiliyoruz. İsmail Haydar Aksoy'un çevirdiği Marina şiirinden, Eliot'un bu şiiri düşlerken girdiği ruh hâline dair bir kıta: "Yaşamak hayattı ötemdeki bir zaman dünyasında; bırakın vazgeçeyim / hayatımdan bu hayat için, söylenmemiş sözler için konuşmamdan / uyanık, ayrık dudaklardan, umuttan, yeni gemilerden."

Yaşadığı dönemin edebiyatının dinden ayrı olarak konumlandırılması Eliot'ı her zaman rahatsız etmiş. Yakınlarının anılarından, 'abartılması olağan bir sabır sahibi' olduğunu öğreniyoruz. Bu sabır için çocuk yaşlarından itibaren önce ailesinden edindiği din-yaşam ve daha sonra kilisede genişlettiği din-düşünce çalışmalarına borçlu gibi görünüyor. Nitekim 17 yıl boyunca ruh sağlığı oldukça bozuk olan bir kadınla dahi evliliğini sürdürebilmiş, ciddi edebi eserler üretebilmiştir.

"Mutsuzluk ve suçlulukla yaşamanın olumsuz etkileri vardır. Vivien'den ayrılmadan önce Eliot'ın orta yaşlarının başları hastalık, depresyon ve çoğu kişinin erken yaşlanma diyebileceği durumlarla nitelendirilebilirdi. Tüm insan ilişkilerinde' bulduğu 'boşluğa' dair eski ve rahatsız edici duygusu değişmemişti, hatta Hıristiyanlığa geçişinden dolayı pek çok açıdan daha da derinleşmiş olabilirdi. 1930'da yalnızca kırk bir yaşındayken tamamen kişisel görünen bir mısrada "Yaşlı kartal kanatlarını neden açsın ki?" yazmıştır." [sf. 191]

Bertrand Russell, Henri Bergson ve George Santayana gibi isimlerden aldığı felsefe ve tarih dersleriyle çıkınını ne kadar doldurduysa, Virginia Woolf'ün deyimiyle "dünyada tamamen yalnız olmanın dehşetini" daima taşımıştır. Doğa, insan ve yaşam üzerindeki değişimi şiirlerine yansıtmış, Ezra Pound'un belirttiği gibi çağın en etkileyici şairi olmuştur.

"Kendimi gülümseyen ve aniden dönüp
Yüz ifadesine aynada bakan biri gibi hissediyorum.
Kendime hâkim oluşum eriyip akar; gerçekten de karanlıktayız."

Değişen her şeye parmağını uzatan ve bunu şiirinde işleten bir şair Eliot. Şüphesiz bu 'yük', ruhunu zaman zaman yorgun düşürmüş, onu şiirden uzaklaştırmıştır. Ancak ne o şiiri, ne de şiir onu asla bırakmamıştır. 1919'dan 1921'e kadar elini şiire sürmemesi, "bir daha okunmaya değer hiçbir şey yazamayacak olabilirim" demesine sebep olmuştur. 1921'in ilkbaharında ise bu 'istikrarsız bütün' şöhretini dünyaya ulaştıran bir şiirle ortaya çıkar: Çorak Ülke.

"Herkes kendi zindanında
Anahtarı düşünür."

Eliot için alışkanlık,  bezginlikle birbirini tamamlar. Yorgunluk ve bıktırıcılık peşinden gelir. Diğer yandan ise ölümün farkındalığı ve başarısızlığın bilinci kişiyi ayakta tutar. Burada yaşlanmak eğer içinde bilgelik varsa değerlidir. Nitekim son oyununu ve son şiirini Yaşlı Devlet Adamı olarak adlandırmıştır. Bu şiirinde net bir Eliot fotoğrafı vardır ki Virginia Woolf şöyle der: "Tom'un harika sarı, bronz maskesi, demir çerçevenin üzerine tamamen kaplanmıştır. Utangaç, sinirleri çekilmiş, düşmüş suratı, ağır bir şekilde özel dalma ve düşünce darağacına asılmış gibidir. Çok ciddi bir surat."

İlk evliliğinden uzun bir zaman sonra kendisine 'yeni bir evlilik izni' verdiğinde özeleştirisini de yapmış olur. Bu boşanmadan sonra büyük bir gayretle kendine baskı yapmış, yeniden 'yaşam dikkati'ni toplamış, katı bir geri çekilme ve pişmanlıkla tövbe etmiş, ruhunu arındırmıştır. Ve nihayet beklenen o dizeler gelir: "Aşkta bir ömrün ölümü / şevk ve bencil olmamak ve kendini adamak."

4 Ocak 1965'te 'çok saygın bir halk şairi' olarak ölür Eliot. Özellikle yaşamının son yirmi yılı içinde eserleriyle dünyaya şairliğinin çivisini çakmıştır. Ölümünden sonra daha mı meşhur olmuştur? Cevabı John Worthen şöyle veriyor: "Andew Lloyd-Webber'ın 1981 tarihli Cats müzikali, Eliot'ın 1939 tarihli Old Possum's Book of Practical Cats (Yaşlı Sıçanın Pratik Kediler Kitabı) adlı kitabından metnini almıştır ve T. S. Eliot'ın, ölümünden sonra çok az İngiliz şairin olabildiğinden daha da ünlü biri olmasına katkıda bulunmuştur. (2008'e kadar 50 milyondan fazla insan tarafından bu müzikal keyifle izlenmiştir.)" [sf. 216-217]

T. S. Eliot, Dört Kuartet'inden dördüncüsü olan Little Gidding isimli şiirinde "Her deyim ve her cümle bir bitiştir ve bir başlangıçtır / her şiir bir mezar yazıtı" der. Worthen'e göre onun edebî mücadelesinde şiir bir deneyim değildi. Artık ölmüş ve gömülmüş olan bir şeyin anıtıydı. "Bu biyografide, onu uzun süre berbat derecede mutsuz ve hassas bir birey yapan ancak aynı zamanda onun çok harika bir şair olmasına da yardımcı olan ahlâkî, sözlü, duygusal ve cinsel 'gerçekliklere' rahatsız edici ve aman zaman korkutucu açıklığını onun itiraz etmeyeceğini umduğum yollarla açığa çıkarma girişiminde bulundum" der yazar. Ne güzel bir armağan bu kitap; şiire, şaire ve dizelerin gücünü insanlığın gücüyle eş görenlere.

"Bir Şairin Yaşamöyküsü, T. S. Eliot" kitabı eşliğinde düşüncelerimi aktarmaya başlarken, İsmet Özel'in Rita Ender ile yaptığı söyleşiden bir cevabı aynen almıştım. Yazımı bitirirken Özel'in 'bu çağda dahi' meleklerle yaşadığımızın farkına varmamız gerektiğine işaret edişleri düştü zihnime. Sonra da Eliot'ın şu şiiri:

"Hep senin yanıbaşında yürüyüp duran o üçüncü de kim?
Saydığımda, bir sen varsın bir de ben birlikte
Ama ağaran yola doğru ne zaman baksam
Bir başkası var yanıbaşında hep yürüyen
Kahverengi bir abaya sarınmış süzülüyor, başı örtük
Erkek mi, kadın mı bilmiyorum
Ama kim o senin öte yanında?"

Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf