Hilmi Yavuz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hilmi Yavuz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Mayıs 2021 Pazartesi

Hilmi Yavuz’un Okuma Notları ve eleştirinin pişmanlığına dair

Hilmi Hoca ile bir sohbetimizde, ben ve yanımdaki gruba, merak ve tecessüsün farkına dair sanırım Cemil Meriç ile olan bir anısını aktarmıştı. Hatta Meriç’in kendisine bu iki kavramın farkını ortaya koyan tatlı sert bir tepkisini de tüm ayrıntısı ile anlatmaktan çekinmemişti. Bu, benim için ciddi bir ders olmuştu zira galiba farkına varmadan ben de merak ile tecessüsü karıştırıyordum. Özellikle de yazar ve düşünürlerin nerede ise özel hayatına dair birçok anekdotu, biyografilerinden ayırıp zihnimde tutacak kadar. Ancak insan zamanla değişip dönüşüyor. Hal böyle olunca da yazarın özel hayatından çok, düşünce tarzı, yazma alışkanlıkları, çalışma düzeni ve okudukları daha fazla ilgi çeker hale geliyor.

Hilmi Hoca’nın benim de bile isteye okumasını uzattığım Okuma Notları, aslında nerede ise 30 sene önce basıldı ilk kez. Kendi adıma geç çocukluğuma denk gelen bir dönem o tarih. Okumam mümkün değildi. Ama sonraki dönemlerde birçok Hilmi Yavuz kitabını okumak nasip oldu. Başka bir yazı vesilesi ile ifade ettiğim üzere, 1999 yılında ikinci baskısı çıkan Denemeler (Boyut Kitapları, 1. Baskı, 1996) kitabındaki Ya Kebikeç (imzalatmak da nasip olmuştu o yazıyı) yazısı da benim kitapla ilişkimi inşa eden en önemli teşvik kaynaklarından biri olacaktı. Konudan sapmayalım. Hilmi Hoca’nın okuma notlarını bir kitaptan azade, bahse konu bir merakla ve bile isteye geciktirerek okumak nasip olunca ona gelene kadar okuduğum aynı beklenti ve niyetli kitaplar bir yönlendirici olmuştu. Mesela Alberto Manguel’in Okumalar Okuması tam da buna dair bir örnek. Fakat belki daha sonraki bir yazıya konu olabileceği için uzatmamak niyeti ile o kitaba dair yorumumu kısa tutacağım. Manguel, beklentimin aksine, okumanın bir eylem olarak niteliğinin arttırılabilmesine dair tecrübelerini aktarırken herkes için bir kitap kaleme almıştı. Dolayısı ile Yavuz’un okuma notları ile benzeştirilecek ya da kıyaslanacak bir muhtevası yok. Dolayısı ile ve öncelikle belirtmek gerekir ki, Hoca’nın, kitabın girişinde de ifade ettiği pişmanlığının temelinde ancak kitap okunduğunda anlaşılabilecek bir cüret ve cesaret yatıyor. Ki onu tanıyan herkesin bildiği bir şey var ki Hilmi Yavuz bu çağın rüşvet-i kelamcı “hocalarından, üstatlarında, abilerinden” değil, hem de hiç. Bu tavrının ona kazandırdığı tek şey de kendi ifadesi ile düşman. Rahatsız mıdır bu durumdan, hiç zannetmiyorum.

Okuma Notları bir aydın sorumluluğu tavrı. Göreceli olana değil belgelenen, somut ve emek isteyen çabanın sonucunda varılan sonuçlara dair net bir döküm. Birçok puta bazen balyozla cepheden bazen de küçük bir keski ile ince ince yapılan müdahale. Düzelti. Ama öyle teklifsiz bir tenkidin tahrip ediciliğiyle değil, teklifi olan bir mizahi ve hicvî dil ile. Eski usul bazen. İncitmekten çok, fark ettirmek ve düzeltme şansı vermek gayesi ile. Babacan ama bazen oldukça sert ve çekilmez bir dost edası ile. Zaten bu kitabın yeniden ve eklemeli baskısının 30 sene bekleme sebebini de böyle izah ediyor Hoca. Onca eleştiri, tespit, teşhis… sonuç; edinilen düşmanlar ve düzelmeyen hatalar. Belki de bir kırgınlık da yaratıyor bu durum onda, kim bilir. Ben ise bunu bir şans olarak görüyorum. Keşke bugün de bir bütün olarak olmasa da her mahallenin Hilmi Hoca birikiminde ve babacanlığında bir taşlayanı, bilgesi, eleştirmeni olsa. Bu sadece bir kitabın teknik düzeltisi düzeyinde değil, bir entelektüel tavrın yeniden ve ideale giden inşası için de zarurî. Belki de bir türlü tespit edemediğimiz eksikliğimiz budur.

Yanlış anlaşılmasın, Hilmi Yavuz kitapta sadece bulduğu hatalara, yanlışlara, aksaklıklara değinmemiş. Bunun ötesinde, okumalarını, keşiflerini, düşüncelerini de aktarmış. Bu çağda artık alışkanlık haline gelen taassupların aksine kıyıda köşede kalmış bir yazıdan çıkardıkları, köşe yazılarını nasıl takip ettiğini, bazen duymadığınız bir mülakat ya da röportajın entelektüel birikime neler katabileceğini de anlatmış. Bu manada kışkırtıcı bir rehber olduğunu söylemek, bu eserin, çok da yanlış değil. Ki muhtevasına dair alınacak notlar belirli bir seviyenin üstü yeni okuma düzeni yaratabileceği gibi başlı başlına okuma düzeninizi şekillendirebilecek not alma alışkanlığının biçimine dair de fikirler vermiş. Ben bu manada Hilmi Hoca’nın eserini böyle bir birikime rağmen, bugün alışıla gelen “aydın” egosunun çok dışında bir tevazuun da ürünü olarak görüyorum.

Hilmi Hoca “genç” bir kalem bence. Gençleri çok seven bir kalem. Münevver. Bu bir övgü değil zira Hoca’nın her metni, konuşması bence ciddi manada tenvir ediyor. Hatta bazen sadece anıları dahi. Bu yüzden elimizdeki eser eklemeleri olan güncellenmiş bir sürüm olsa da bazen keşke Hilmi Hoca ve onun gibi birkaç kişi daha bu tip notlarını paylaşsa diyorum. Çünkü bu zamanın gençlerinin tecessüslerini besleyen magazinel bilgilerden çok, yazarın, düşünürün, münevverin zihin dünyasına, göz ucuna girmeye ihtiyacı var. Başka bir açıdan ifade edersek ısrarla bir muhite intibak edip “uymak”tan ve tâbi olmaktansa çekinmeden eleştirmenin -ama teklif ve emekle- yollarını bulmalı. Ben Okuma Notları’nı okurken sanırım tam olarak bu hisse kapıldım. Bizden olanı takdis etme alışkanlığına bağlı olarak bir türlü aşılamayan yazım arızaları, düzelmeyen alışkanlıklar, galat haline gelmiş kullanımlar evvela Türk diline zarar veriyor. Şu eleştiri elbette yerinde: o kadar çok ki, bir yerden sonra dışlanmak ve aynı Hilmi Hoca gibi düşman edinmek mukadder. Ve elbette bugünün düşmanları eskiye göre çok daha acımasız ve niteliksiz. Lakin bunun kolay olduğunu da söylemiyoruz.

Hülasa Okuma Notları içeriği ile bugün belirli düzeyde bir okuyucu kitlesini ilgilendiriyor gibi dursa da biçim ve tavır olarak ortaya koydukları zamanımızın genç okurunun çok fazla aradığı bir metin. Güncel bir tartışma olarak Z kuşağının birçoklarını korkutan usanmaz eleştirel tavrı göz önüne alındığında Hilmi Hoca bu çağa da öğretmen olmaya devam ediyor. Eminim ki Hoca bu yazıyı da okuyacak, o yüzden son olarak ona da seslenmek de fayda var. Israrla korkuya hapsedilen ve eleştiri yetenekleri törpülenen bir kuşağın bu notlara daha fazla ihtiyacı var. Dileriz ki başta Hilmi Hoca olmak üzere hala gençlerin düşünmesinden ve eleştirmesinden rahatsız olmayan büyüklerimiz gençleri kışkırtmaya devam etsinler. Çünkü gençler; Hoca’nın dediği gibi külli câhilûn cesûrûn. O zaman siz onlardan daha cesur olun!

Galiğ Çağ
twitter.com/caggalip

18 Mayıs 2013 Cumartesi

Yaşamında hüzün eksik olmayanlara

"Hilmi Yavuz, denemelerinde ne sadece güzel söz söyleme ustasıdır ne de okurunu bir yığın kuru bilgiyle baş başa bırakır. Tartışır, kavgalara tutuşur, aydınlatır, tezler öne sürer ve okurunu yükseltir. Onun deneme yazarlığının bir ayrıcalığı da başkalarının bir kitapta anlatabildiği bir ‘mesele’yi, kısacık bir metnin sınırları içinde çözebilmesidir." - Ali Çolak

Hilmi Yavuz, Türk şiirinin "hüzün" şairidir. Buradaki hüzün kelimesi maalesef ki kimi okuyucuları korkutuyor. Oysa hüzünden korkuyor olmak, başlı başına korkulması gereken bir durumdur. Hüzünle melankoliyi karıştırmak, kitap çok satsın diye adına mutlaka "hüzün" serpiştirmek kadar yanlış bir yoldur. Önce biraz da olsa hüzün üzerine konuşmak daha doğru olacak gibi.

Kındî (öl. 886), hüznü tanımlarken "Hüzün, sevilen nesneleri kaybetmekten ve elde edilmesi taleb olunan nesnelere ise ulaşamamaktan kaynaklanan nefsanî acıdır" der. Asırlar sonra batıdan Freud da hemen hemen aynı şekilde, "Hüzün, daima, sevilen bir kişinin veya onun yerine geçmiş olan vatan, hürriyet, bir ideal gibi bir soyutlamanın kaybına gösterilen tepkidir" diyerek tanımlar. Hüzün, illa bir kayıp durumunda mı ortaya çıkar? Kesinlikle hayır. Kayıp, yasa ve mateme sebep olur. Hüzün ile bir alakası direkt olarak yoktur. Dücane Cündioğlu bu duruma "Ey talib, bil ki ârifler için, her zaman, hüzün zamanıdır. Lâkin onlar aslâ yas tutmazlar" diyerek karşı çıkar.

Turgut Uyar'a "Benim her duygum biraz hüzün gibidir"i , Cemal Süreya'ya "Çocuk / güzel anılar gibi hüzünlü / hüzünlü şarkılar gibi güzel"i, Pablo Neruda'ya "Bu gece en hüzünlü şiiri yazabilirim"i, Gülten Akın'a "Hüzün çocuklar için arada bir / yaşlılar için sürekli"yi, Gustave Flaubert'e "Boş bir ev kadar hüzünlü hissetti kendini"yi yazdıran velinimettir hüzün. İşte o hüzün, Hilmi Yavuz'a da, o her fırsatta hatırladığımız "Hüzün ki en çok yakışandır bize"yi yazdırmıştır. Hüzün, ne dizelerle ne de belirli kalıplarla anlatılabilir. Bırakalım da anlatılmasın ve yaşayanların bile tanımlayamadığı bir nimet olarak kalsın. Ancak son olarak, kitaptan Hilmi Yavuz'un harikulade "hüzün görüşü"nü de paylaşmam gerekiyor:

"Biz, hüzünlü bir toplumuz. Hüznü, hüzünlenmeyi seviyoruz. Yaşamın tadını, hüzün duygusunda buluyoruz belki de! Bir tür mazohizm evet, ama ne yapalım, böyleyiz işte! Hep söylemişimdir: Şarkılarımıza, türkülerimize, şiirlerimize bakın hep hüzündür dilegetirilen. Bir şiirimde, hüzün ki en çok yakışandır bize, diye yazmıştım, adım o günden bu yana "hüzün şairi"ne çıktı. Yanlış anlaşılmak istemem, benimki sadece bir saptama... Bizim kültürümüz bir "hüzün kültürü"dür; hüzün sanki kimliğimizin "olmazsa olmaz" bir parçasıdır, demek istemiştim ben. Hüznün Türk insanının, Ahmet Hamdi Tanpınar'ın deyişiyle söylersem, "his tarihi"nde yeri büyüktür. Kısaca, bizim insanımızı anlatabilmek için hüzün temel kavramlardan biridir, bana göre."

Hilmi Yavuz'un bu taptaze olan denemesi, çocukluğunu, gençliğini, gazetecilik-dergicilik anılarını, edebiyat deneyimlerini, elbette şiir yolculuğunu ve tüm bunlarla birlikte aileleri, arkadaşlıkları, vedaları, hatıraları, izleri, erguvanları, yazları da önümüze seriyor. Her sayfada Hilmi Yavuz'un o kusursuz lirik üslubunun şiirsellikle kaynaşmasıyla, okuyucunun içini kaynatan anekdotlar gizli. Bir de bu tip deneme okumalarının en keyifli tarafı, okuyucunun herhangi bir özelliğini yazarla kesişmesi oluyor. Mesela Hilmi Yavuz'un şu özelliğini -haddim olmadan- kendim yazmış gibi oldum:

"Benim, "hiçbir şey değişmesin, hep aynı kalsın!" tutkumu bilenler bilir. Aynı yerlere giderim, aynı otellerde kalırım, mümkünse aynı odayı isterim. Alışmadığım bir mekânda (bu mekân, önceden kalmadığım bir oda bile olabilir!) olmak daima tedirgin etmiştir beni. Tuhaf bulacağınızdan eminim ama söylemeden de edemeyeceğim: Yaz tatili dönüşlerinde, her yıl kaldığım odamdan ayrılmadan önce, oraya, sadece benim fark edeceğim küçük ve kalıcı bir işaret bırakırım. Bu, duvarlardan birine, kurşunkalemle karaladığım, minik ve belli belirsiz bir harf olabilir; -ya da başka bir işaret! Ertesi yıl, yine o odaya geldiğimde, ilk işim, o işaretin orada durup durmadığına bakmak olur."

Yazımı bitirmeden, Ali Çolak'ın işaretlerine de dikkat etmenizi öneririm. Gerek kendi kitapları, gerekse işaret ettiği kitapları her zaman alıp okurum. Tam "yerimden" vurur. Eğer siz de aynı yerlerdeyseniz, mutlaka buluşuruz kelimelerde. Mühim olan da gönül birliği değil midir?

Çok derin, çok hüzünlü bir yolculuk bu deneme. Mutlaka deneyin, mahcup olmayacağıma eminim.

Yağız Gönüler
twitter.com/YagizGonuler

22 Ekim 2012 Pazartesi

Yaraların kadar derinsindir

"Yaralarım çok derin, sonu yok bu kederin
Kendime seçtiğim yer, şimdi olmuş ellerin..."

- Müzeyyen Senar'dan bir hicâz

1936 doğumlu usta şairlerimizden Hilmi Yavuz, YKY vasıtasıyla bizlere yepyeni şiirlerini sundu. Çok yakın bir zaman önce çıkan "Yara Şiirleri", yara, aşk ve hüzün ile dolu.

Klasik Hilmi Yavuz üslubunun bu son örneklerinde, şair biraz da kendinden yola çıkıyor. Hayatını adım adım okuyucularına takip ettiriyor. Kapanışı  yaparken yine kendi hayatından belki de en temel tecrübesini  gösteriyor bizlere.

"Akrep izleri var, hüznün altında,
Yaramız? yarası sığ, öyle derin;
Ne zamandı kuşatıldık kusmukla
Utançtır, vuruyor yüzüne gölgelerin..."


52 sayılık bu eser, YKY'nin "kare kitap"larından çıktı. Dolayısıyla arşivlik. 3 bölümden oluşuyor ve her bölümde derin izler bırakıyor, derin yaraları sorguluyor, sorgulatıyor.

"Kalbimdir, arzulara tercüman;
Yara yok, görünmüyor,
Ama kan akıyor, hâlâ akıyor,
Tenimi kavura kavura."


"Yeni yetme" bir şair olarak, biraz da "Hilmi Hoca" hakkında bilgi vermek isterim. Hilmi Yavuz "Doğu Şiirleri" ile 1978 Yeditepe Şiir Armağanı'nı, "Zaman Şiirleri" ile de 1987 Sedat Simavi Büyük Edebiyat Ödülü'nü kazandı. Bu iki eserini daha önce önerdiğim "Hüzün Ki En Çok Yakışandır Bize" adlı toplu şiirleri arasında bulabilirsiniz.

"Var'la yok bir'dir;
Hüzünle oyun olmaz;
Yalnızlığın birliğini duy,
Sonsuzluğun da..."


Nobel Edebiyat Ödüllü ve Şilili şair Pablo Neruda'nın 100. yoğum yıl dönümü dolayısıyla, Neruda'nın şiirlerini Türkçeye kazandırdığı için kendisine 2004 yılında Şili Cumhurbaşkanlığı Özel Şeref Madalyası verildi.

Bu kadar dolu bir şiir geçmişi olunca, Hilmi Yavuz'u takip etmek, okumak ve şiirleri üzerinden ödevler çıkarmak da bizim görevimiz oluyor.

Yağız Gönüler
twitter.com/YagizGonuler

17 Ekim 2012 Çarşamba

Kalbi olanın, hüznü de vardır

"Mesleğimiz hüzündür, meşrebimiz...
Derin yaprağı acıların ve küllerin
Akarsuyun alnında bir sırma kemerin
Kalb ve sevde işçiliğiyle
Dokuyup yere serdiği
Tütünü ve kuşatmayı
Bilenin ve bilmeyenin."

Devir, kalbî duyguların tükendiği bir devir. Artık insanlar sadece bitkisel yağlardan uzak durarak bitkisel yaşamdan korunabileceklerini sanıyorlar. Oysa kalp sadece biyolojik bir organ değil, insanın baştan ayağa kadar duruşunun da ifadesidir. Hüzün ise bir kalbe sahip olduğunu bilenlere mahsustur. Bir kalp, sadece kan değil duyguları da dağıtır tüm vücuda. İnsan kanla olduğu kadar, duygularıyla da yaşar. İşte tüm bunların farkında olan ruhlar için Hilmi Yavuz'un 1989 yılında Can Yayınları'ndan basılan ve şimdilerde bulunması biraz zor kitaplarından, toplu şiirlerini barındıran "Hüzün Ki En Çok Yakışandır Bize"yi önermek isterim.


"Hüzün ki en çok yakışandır bize

Belki de en çok anladığımız...
Biz ki sessiz ve yağız
Bir yazın yumağını çözerek

Ve ölümü bir kepenek gibi örtüp üstümüze..."

76. yaşını geride bırakan Hilmi Yavuz, acemisinden tecrübelisine tüm şairlerin bir ödev gibi okuması gereken şairlerden hiç şüphesiz. Bu eserinde daha önce "Bakış Kuşu", "Bedreddin Üzerine Şiirler", "Doğu Şiirleri", "Mustafa Suphi Üzerine Şiirler", "Yaz Şiirleri", "Gizemli Şiirler" ve "Zaman Şiirleri" adı altında kitap olarak yayınlanan tüm şiirlerini bulmak mümkün. Bulmak için biraz uğraşmanız gerekebilir, ancak hem kütüphaneniz hem de kalbiniz değerli bir eser sahibi olacaktır.

"Kalbim, sevdalara sığmayan kalbim
Bir dağı içeriyor geçerken..."


Hilmi Yavuz için "dil beğenisi en yüksek şairlerimizden biri" diyordu Cemal Süreya. Onun için "şiirini bilinçle yazan, bunun için de ne yaptığını bilen bir şair" diyen isim ise Fethi Naci idi. Adnan Binyazır ise son noktayı "şiir, bir dil olayı olduğuna göre, Türk şiirinin dilini yaratmada Hilmi Yavuz'un emekleri az değildir" diyerek koymuştu.

"Zaman, bendim!..
Ben şiiri bir yaz gününden öğrendim
Ve aşklar o ilk şiirden arta kalandı..."


Giderken şunu da söylemek isterim, Can Yayınları bu toplu şiirleri artık basmıyor. Lakin Yapı Kredi Yayınları, "Büyü'sün, Yaz!" adı altında Hilmi Yavuz'un toplu şiirlerini şubat 2006'dan beri basıyor. Kitap, eylül 2012'de 5.baskısı yapmıştı. Bilgilerinize diyor, bu kitapla birlikte kalbinize ve hüznünüze "edebi" anlamda da sahip çıkmanızı diliyorum.

Yağız Gönüler
twitter.com/YagizGonuler