Hay bin Yakzan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hay bin Yakzan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Mart 2016 Pazartesi

İki filozof yazar, bir büyük roman ve bunların öyküsü

Hay bin Yakzan, sadece İslam Doğu edebiyatı içindeki eşsiz yeri ile değil dünya edebiyatı üzerindeki etkisiyle de dünya kültür tarihinin en önemli eserlerinden biridir. Birçok versiyonu bulunan bu güçlü anlatının en önemlileri ise İbn Sina ve İbn Tüfeyl’e ait olanlar… İki eser de felsefi öykü olarak kaleme alınmıştır ve Doğuda felsefi öykü yazma geleneğinin temeli bu Salaman ve Absal hikâyesidir. İbn Sina bu tarzda hikaye yazmış ilk kişi kabul edilmektedir.

Hüseyin bin İshak’ın (ö 873) Yunanca’dan çevirdiği, Absal ile Salaman öyküsündeki alegori anlatım tekniği İbn Sina tarafından öyküleştirilerek, daha sonra bir anlatı geleneğine dönüşmüştür. İbn Tüfeyl’in (ö.1186) Hay bin Yakzan öyküsü geleneğin en ünlü yapıtıdır. Sühverdi’nin (ö.1191) El Gurbetü’l Garabiyye'si; İbnü’n Nefis’in (ö.1288) El Risaletül-Kamiliyye fi’s Siyeri’n–Nebeviye’si ve Molla Camii’nin (ö. 1492) Salaman ve Absal yapıtları, bu geleneğin diğer önemli örnekleridir.

Hayy, Allah’ın isimlerinden biridir ve diri, canlı anlamına gelir. Yakzan ise uyanık, dikkatli, gözü açık anlamlarına sahiptir. Soyut felsefi kavramların somut kişi nesne ve olaylarla temsil edildiği bu tür hikayeler, bir yandan somuttan soyuta yönelerek düşünmeye alışmış insan zihni için anlama imkanı sağlamakta, diğer taraftan işaret edilen fikri, kavram düzeyinden imaj düzeyine indirerek felsefi görüşler ışığında, yeni bir te’vil imkanı sunmaktadır.

Hay bin Yakzan’dan esinlenerek yazılan kitapların ortak noktası, belli bir felsefi aydınlanma öğretisine dayanmalarıdır. Söz konusu felsefi aydınlanma öğretisi, kişinin melekelerinden, duyularından yola çıkarak, yaratıcı-dünya-insan ilişkilerine dair temel felsefi hakikatlere ulaşabileceği ön kabulüne dayanır.

M. Şerefeddin Yaltkaya ile Babanzade Reşid’in Arapçadan çevirdiği ve N. Ahmet Özalp’in yayına hazırladığı; Yapı Kredi Yayınları’nca basılan İbn Sina ve İbn Tufeyl’in Hay bin Yakzan kitabı 170 sayfadan oluşuyor.

Kitap, yazarların, çevirmenlerin ve yayına hazırlayanların kısa tanıtımından sonra N. Ahmet Özalp’in kısa bir sunuşu ile başlamakta, Şerefeddin Yaltkaya’nın İbn Sina’ın Hay bin Yakzan’ı ile ilgili verdiği bilgiler ve yaptığı zengin değerlendirmelerle devam etmektedir. İbn Sina’nın Hak bin Yakzan eseri, hemen bu bölümü takip etmektedir.

Bu edisyondaki ilk Hay Bin Yakzan’ın yazarı İbn Sina, 980 yılında Buhara’da doğmuş ve 1037’de Hamedan’da ölmüştür. En büyük İslam bilginleri arasında yer alan İbn Sina hem bir filozof hem de bir hekimdir. İbn Sina, İslam düşünce dünyasında Farabi ile başlayan Aristotalesci geleneğin en önemli ismidir. Onun en önemli iki eseri, kapsamlı bir felsefe ve bilim anksiklopedisi olan Kitabü’ş - Şifa ile hem Doğu’da, hem Batı’da, tıp alanında, uzun yıllar boyunca tek başvuru kaynağı olan el Kanun fi’t Tıb kitabıdır. Diğer önemli yapıtları arasında Kitab fi’s Siyaset Risale fi’l aşk, Hay bin Yakzan, el Hediyye isimli eserleri sayılabilir.

İbn Sina’nın Hay bin Yakzan eseri, bir gün arkadaşları ile gezintiye çıkan bir filozofu konu ederek başlar. Bahsi geçen filozof, burada ‘gösterişli, sevimli ve muhteşem bir ihtiyar’ görür. Bu adam, ilerlemiş yaşına rağmen, şaşılacak kadar dinçtir. Filozof, bu adam ile tanışarak adının Hay bin Yakzan olduğunu öğrenir. Hay bin Yakzan, ona, evrenleri gezdiğini, tüm gerçekliği kavradığını ve her nesneyi bildiğini söyler. Bunun üzerine, filozof ile yaşlı adam, ilmi meseleler hakkında derin bir sohbete başlarlar.

Bu sohbetin ilk konusu, feraset ilmidir. Hay bin Yakzan, feraset ilminin, insanları tanımada ve onlara karşı takınılacak doğru tavıra ulaşmada çok önemli bir yol gösterici olduğunu söyler. Bu ilmin ışığında filozofa verdiği ilk tavsiye, kendisine ayak bağı olan arkadaşlardan kurtulmasıdır. Bunun yanı sıra Hay, insan tabiatına ve hasta tabiatlı insanların özelliklerine dair kimi bilgileri aktarmakta ve bu tabiatlarında çeşitli hastalıklar bulunan insanlarla baş etmenin yollarına dair tavsiyeler vermektedir.

Hay, “kendisi gibi yolculuk etmenin” metodunu soran filozofa, bunun filozof ve arkadaşları için mümkün olmadığını söyler. Bunun ancak tek başına kalmakla mümkün olabileceğini söyleyen ve eserde olgun, dinç görünüşlü bir erkek olarak portreleştirilen Hay Bin Yakzan, filozofun sorusuna cevap olarak, kendi yolculuğunu ve gördüklerini anlatmaya başlar.

Hay, yerin üst ve göğün altında bulunan sınır, biri mağribin arkasında ve diğeri meşrik yönünde bulunan (iki) batı sınırı olmak üzere üç sınır olduğunu anlatır. Bu sınırların özellikleri, bu sınırlarda bulunan ülkeler, iklimleri ve insanları oldukça sembolik, bir anlamda da masalsı bir dil ile ortaya konur. Son bölümde gitmesi zor, ulaşması meşakkatli bir yerden ve bu bölgenin yöneticisinden bahsedilerek bu bölgenin insanlarının olağanüstü, güzel özellikleri övgüyle anlatılır. Övgüden en büyük payı alan, bu bölgenin yöneticisidir. Hay’ın son sözü, filozof istediği takdirde, kendisini ona ulaştırabileceği vaadidir.

N. Ahmet Özalp’in hazırlayarak, okuyucuya takdim ettiği Hay bin Yakzan kitabının diğer bölümünde, Özalp’in İbn Tufeyl ve Hay bin Yakzan Üzerine kaleme aldığı yazısında gerek İbn Tufeyl’e gerekse eserine dair önemli bilgiler yer almaktadır. İbn Tufeyl, 1105’te Gırnata yakınlarında Vadiü-l Aş'ta doğmuş, 1185’te Marakeş’te ölmüştür. İbn Tufeyl, bilgiye insanın sezgisel manada keşfettiği bir şey olarak yaklaşan İşrakilik felsefesinin Endülüs’teki en önemli temsilcilerindendir. İbn Tufeyl, özellikle tıp, felsefe ve astronomi konularına odaklanmıştır. Günümüze ulaşan en önemli eseri, 14. yüzyıldan itibaren tüm dillere çevrilen ve Daniel Defoe’yu Robinson Crusoe eserinde derinden etkileyen Hay bin Yakzan ya da diğer adıyla Esrarü’l Hikmeti’l Meşrikiye’dir.

Özalp’in kapsamlı değerlendirmelerini, İbn Tufeyl’in Hay bin Yakzan eseri izler. İbn Tufeyl’in eserindeki Giriş bölümünden sonra Hay bin Yakzan’ın hikayesi yer alır. Hikayenin birinci bölümünde, Hay bin Yakzan’ın doğumuna dair iki varsayım yer alır. İlk varsayıma göre, Hay, bir orta kuşak adasında, organik özellikler kazanmış, tüm elementleri muhteşem bir biçimde dengelenmiş bir çamurdan meydana gelmiştir. İkinci varsayım ise komşu adadaki hükümdarın kız kardeşinin yaptığı gizli bir evlilik sonucu dünyaya gelmiştir ve ardından annesi tarafından bir sandığa konulmuş, sandık bu adaya ulaşmıştır.

İkinci bölüm, bir ceylanın Hay’ı bularak onu büyütmesine ayrılmıştır. Bir gün anne ceylan ölür. Hay’ın soru sormasına sebep olan olay, çok sevdiği annesi ceylanı kaybetmedisir. Bu noktadan sonra Hay’ın çeşitli akıl yürütmeleri ve gözlemlerine dayarak sahip olduğu bilgiler ışığında ölümü anlama çabasına yer verilmiştir. Hay’ın bizi canlı kılan şeyin ne olduğunu anlamanın peşine düşer. Ateşi farketmesi, alet yapmaya başlaması ise devam eden yolculuğunun parçalarıdır.

Üçüncü bölümde, günlük hayat pratiklerini belirli düzene sokmayı başaran Hay’ın, varlığın özüne doğru yaptığı yolculuk konu edilir.

Dördüncü bölümde, artık Hay, ruh ve neslere dair yaptığı akıl yürütmelerle birlikte astronomik gözlemlere de başlamıştır.Tüm duyulara ve akla dayalı pratiklerden sonra Hay, bir yaratıcı zorunlu olduğu çıkarımına ulaşır. Bu, herşeyi yaratarak, aleme mükemmel bir düzen veren mutlak ve tek yaratıcıdır.

Beşinci bölüm, insanın gerçekliği ve mutluluğu, insanın mutluluğu, eylemin üç aşaması, eylemin nasıl gerçekleştirilebileceği konularıhakkında Hay’ın kattettiği mesafeler detaylı olarak ele alınmıştır.

Altıncı bölüm, Hay’ın kendisi gibi bir insanla yani Absal ile ilk karşılaşmasını, bir peygamber olarak Absal’ı tanımasını ve kabul etmesini, Hay’ın insanlara hakikati anlatmak arzusu ile Absal’ın eski adasına gitmeleri ve burada Hay ile Salaman’ın karşılaşmalarını detaylarıyla anlatır. Bu bölümde Hay, insanların kendi istek ve arzularına kapılarak hayatlarını geçirdikleri gerçeği ile yüzleşir. Hikayenin sonunda Hay ve Absal’ın, Salaman ve arkadaşlarıyla vedalaşarak adalarına döndüklerine, Hay’ın kendi yöntemlerini izleyerek yine eski makamlarına eriştiğine ve Absal’ın da Hay’ın yöntemlerini izleyerek yüksek makamlara çıktığı belirtilerek, hikayeye mutlu bir son verilir.

Son Söz’de İbn Tufeyl, herkese açıklanmayan önemli hikmet ve sırların anlatıldığının, bu bilgileri herkesin anlayamayacağının altını çizer.

Gerek İbn Sina’nın gerek İbn Tufeyl’in Hay bin Yakzan’ı hem hikayesi hem etkileriyle oldukça ilginçtir. Bir hikmet ve hakikat yolculuğunun hikayesi olması yanında, insan-doğa, insan-insan ve insan-Tanrı ilişkilerini ele almasıyla da dikkat çekici bir eserdir. Farabi’nin El Medinet’ül Fazıla eserinden sonra Doğu’da öne çıkan, insan eli değmemiş tabiatta fıtri akıl ile nelerin ortaya çıkarabileceğini ortaya koyan, en önemli ütopya örneğidir. Anlaşılacağı üzere, oldukça geniş bir alan ve coğrafyada etkilere sahip bu eseri, mukayeseli yorum ve yaklaşımıyla yeniden basan N.Ahmet Özalp’a teşekkür ediyoruz.

Hüseyin Sefa Ak
twitter.com/huseyinsafaak