Haldun Taner etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Haldun Taner etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Ekim 2023 Pazartesi

Bir düzyazı ustasının yaşayan gözlemleri

Ferhan Şensoy, hocası Haldun Taner'den öğrendiklerini anlatıyor: Ben her gün yirmi sayfa yazarım oğlum. Sabah altıda kalkarım, daktiloyu balkona atarım, yirmi sayfa yazarım. Hocam yirmi sayfa çok ciddi, aklınıza bir şey gelmezse ne yaparsınız? Gördüğümü yazarım. Altı buçuk vapuru beş dakika geç geçti. Martılar uçtu. Manzarayı yazarım. Çocukları alacak okul minibüsü geldi. Bu yirmi sayfanın hepsini kullanmak zorunda değilsin. Belki bir gün bir işe yarar, içinden bir paragraf alırsın. Atabilirsin. Ama nasıl bir marangoz sabah dükkanını açıp çalışmaya başlıyorsa, sen de dükkanı açıp yazacaksın.

Birkaç günde peş peşe iki Haldun Taner kitabı bitirdim. Hatıralarını, hassasiyetlerini, tanıdıklarını, eski zamanları, İstanbul'u, İstanbul Türkçesini, insanı, eğitimi ne kadar sevdiğini gördüm. Ama en çok da dedim, bu adam her gün yazmış olmalı. Her detaya bu kadar güzel hakim olmak, üstelik mizahı elden bırakmamak, bunu yaparken çok kıymetli bilgiler aktarmak anca her gün idman yapmakla mümkün.

Tuncay Birkan’ın hazırladığı Tek İnsanın Değeri, Haldun Taner'in 1955-1986 yılları arasında yazdığı, çeşitli gazete ve dergilerde yer almış yazılarından oluşuyor. Kitabın adı, yazıların merkezinde ne olduğunu da söylüyor okuyucuya. Denemenin konusu sanat, siyaset ya da toplumsal hadiseler olsa bile merkezde daima insan var. Adil, hakkaniyetli, samimi bir yaşamın gerekleriyle birlikte, devletle insan arasındaki ilişkinin nasıl olması gerektiğine dair güncelliğini hiç kaybetmemiş yazılar bunlar. Zaten en şaşırtıcı olan taraf da bu. Haldun Taner, insanların birbirlerine selam vermemesinden, belediyenin bir türlü rayına oturtamadığı hizmetlerden, sokakların kirinden, entelektüel kapasitemizden, insanın bir türlü ortaya koyamadığı potansiyelinden, siyasetçilerin vaatlerinden ve hayal kırıklıklarından, Türkçenin giderek ortadan kayboluşundan bahsederken kendinizi geçmişte değil tam da bugünün ortasında buluyorsunuz. Taner, bir yazısından çocuk yetiştirmek ve çocuk psikolojisi üzerine döktürürken, bir başkasında intihar hakkındaki fikirlerini koyuyor ortaya:

"Yazmakta olduğum bir oyunun kahramanı karşısındakine, 'N'olur, bana beni düşündürme' diyor. 'İnsan kendine acımaya başladı mı, bu işin dibi yoktur.' İntihardan uzak olmanın en büyük panzehiri galiba bir oyalantısı olmaktır. Ama önemli, ama önemsiz... Mesele elindeki işe kendini verebilmektir. André Gide 'Yazmasam intihar ederdim' der. Bu herkes için geçerlidir. Bir işin peşinde olan insan kolayca hayatına kıymaz, zayıf bünyeli, hastalıklı Marcel Proust canını dişine takıp o koca romanını yazarken kendini hayata bağlamış, ölümden uzaklaştırmış oluyordu. Bitirdiği gün oda hizmetçisine, 'Artık ölebilirim' deyişi edebiyat değildir. Gerçekten de kısa bir süre sonra öldü. Jean-Jacques Rousseau'nun reçetesi de ilginçtir. İntihar etmeyi kafasına koyan bir gence 'Güzel bir hareket yap, sonra kendini öldür' demiş. Güzel hareketin verdiği doyum onu yeniden hayata bağlamış. Bacon, intiharı düşünene matematikle uğraşmayı öğutlüyor. Diderot ise, rizikolu, tehlikeli eylemleri salık veriyor."

Çok boyutlu, çok farklı bakış açılarına sahip ve tüm bunların dışında dili fevkalade kullanan bir usta var karşımızda. Aynı şaşırtıcılık ve güncellik 1971-1985 yıllarının gazete yazılarından oluşan Koyma Akıl Oyma Akıl'da da var. Ama her şeyden önce o şunları gözlemlemek çok etkileyiciydi: İnsanın sabırsızlığı, üzerimize dayatılan mutluluk problemi, insanın eşyayla ve en çok da parayla olan sınavı, sohbet etmenin ve dinlemenin önemi, bir erdem olarak çalışmak, geçmiş romantizminden uzak durmak ama mutlaka geçmişten yararlanmak, bugünü yarına bağlayacak hizmetlerde bulunmak, her şeyi okuldan beklememek, kişiliğin gelişimi için şahsi meziyetlerinden erken yaşta fark edilmesi ve sonra bunların üzerine gidilmesi, şanstan ziyade çabaya inanmak, bu topraklara hizmeti geçmiş insanları unutmamak, Türkçeye daimi önem, her zaman moralin yüksek ve meşgalenin aktif olması gerekliliği. Haliyle Haldun Taner'in düzyazılarını kültürden sanata, psikolojiden tarihe kadar birçok alandan yararlanıyor, okurun elde etmesi gereken doyumu tam yerinde yakalıyorsunuz.

Sizce de şu cümleler yaşamıyor mu hâlâ aramızda?

"Bir ayet, 'Selamlanıyorsanız siz daha candan karşılık verin' der. Eskiden tenhaca bir yolda karşılaşan iki din kardeşi 'selamün aleyküm, aleyküm selam' diye selamlaşırlardı. Selam, gergin yüzü gevşetir. Dudağı gülümsetir, göze parıltı, içe ferahlık verir. İnsanı afra tafradan uzaklaştırır, tevazua yöneltir. Otomatikleştiği için artık pek farkında değilizdir ama, vedalaşırken karşımızdakine 'Allahaısmarladık' diye en büyük sevgiyi, ilgiyi ve itibarı gösteririz. O da bizi dünyada başka hiçbir millette olmayan apaydınlık dört hece ile uğurlar: Güle güle."

Bu büyük insanları hatırlamak için onların yazdıklarını ve düşüncelerini iyi kavramamız lazım. Bu da önemli bir mesai istiyor. Haldun Taner'in şu sözüyle bitirmek isterim: "Kendisine büyük hizmeti dokunmuş insanları unutmak, bir toplumun yozlaştığını belgeler. Kadirbilirlik, uygarlığın şaşmaz koşullarından biri."

Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf

10 Ağustos 2015 Pazartesi

Hayatın orta yerinden yazmak

Batılı edebiyat akımlarını tasvip etmemiş, insan sevgisiyle yoğrulmuş satırlarında kendi dönemini mizahî bir yaklaşımla bize yansıtmış Haldun Taner. Öykülerinde yüzyıl sonra bile hayatın güzelliğini vurgulayışı, onun klasik bir öykücü olduğunu gösterir nitelikte. Yapı Kredi Yayınları tarafından yeniden basılan üç kitabından birisi, Şişhane’ye Yağmur Yağıyordu. Bu öykü kitabı yazarın doğumunun yüzüncü yılı anısına düşünülmüş bir baskısı ile karşımızda. Diğer kitapları ise, Koyma Akıl, Oyma Akıl (2015), Keşanlı Ali Destanı (2015).

İnsana, insanın hallerine dair ipuçlarını vermekten kaçınmayan Taner, her kesimden okuruna samimi bir biçimde seslenmeyi başarmış. Dikkate değer bir ayrıntı da, bu baskıda yüz yıl sonra okunup anlaşılabilecek sözcüklerin seçiminin iyi yapılması, dipnotlara yer verilmesi. Sadeleştirmede özenli davranıldığını açıkça söyleyebiliriz. Özellikle yabancı kökenli ve günümüzde artık kullanılmayan sözcüklerin yazımında sözlüğe başvurulduğu ve de mümkün olduğunca bu güne uyarlandığını görüyoruz.

Dokuz akıcı, keyifli öykü mevcut bu kitapta. Atatürk Galatasaray’da adlı öyküsünde bin dokuz yüz otuzlu yıllarda öğrencilerin Atatürk’e bakışı, onun hakkındaki düşünceleri bir sınıf ziyareti üzerinden anlatılmış. Atatürk’ün duruşu, bakışı üzerine bazı tespitlerde bulunmuş yazar. Mesela bakışları bir öğrenci üzerinde nasıl bir etki bırakır? Cevabı bu öyküde mevcut: “Bu gözler bir yere bakıyor ama baktığı şeyden çok daha gerileri, çok daha derinleri görüyor gibi idiler.

Çoğu kimsenin göremeyeceği yerden baktığı için, sadeliği şatafata, yaşamı bilgiye tercih etmiştir. Kurgudaki ince detaylarla öykülerini işlemiş. Daha çok yalınlığın, sevecenliğin, ironinin var olduğunu söyleyebiliriz öykülerinde. Satırlar arasında gezerken kurgusal derinliği görmemek mümkün değil. Sokağa, kahvelere, hayvanlara aşinadır. O sadece meramını anlatmak derdiyle öykü yazmış, herkes tarafından anlaşılmayı yeğlemiştir. Fazladan bir şey beklememiştir, olduğu gibi anlattığı öykülerinde.

Ottan süte kadar yazarın muhayyilesinde resmi geçit yapan ne kadar nesne varsa, başarılı bir çerçevede yansıtılmış. Anlaşılır, net bir resim okurun muhayyilesinde belirmektedir bence. Memeli Hayvanlar adlı öyküsünde insan-hayvan arasındaki aynı gibi görünen ama esasında farklılıklarımızı hatırlatmış, muzip bir dille hitap etmiştir okuruna. Bir insana, hayvana davrandığınız gibi, davranırsanız toplumun gözünde neye dönüşeceğinizi, karakter üzerinden akıcı bir dille anlatır. İbretlik bir öyküdür.

Bir Amerikalı fotoğrafçının makinasında objektif yerine at gözlüğü kullanması üzerine yazılmış bir öykü, atlara dair. Bizdeki at arabalarının o dönemde hâlâ kullanıldığı düşünülürse, neler yaşanmış diye merak edenler için yazılmış bir öykü. Atların otomobillerle olan imtihanını bir atın ağzından öğrenmek mümkün. Bazen Şişhane’de yük çeken bir atın ne düşündüğünü, aynaya bakışını aktarır yazar:

"Hamalın biri, sırtına koca bir ayna vurmuş götürüyordu. İşte Kalender kendi hayalini bu aynada gördü. Tabii, bu hayali gerçekte olduğundan -yahut bizim gördüğümüzden- daha büyük olarak gördü."

Eğlenceli diyaloglarla, 1950’li yılların sokağına dair zengin ipuçları bulmak mümkün.

At olalım, insan olalım, ihtiyarlığı kolay kolay üstümüze konduramayız. “Ben hep oyum” dersin. “Temizlik işleri kadrosuna ilk girdiğim zamanki kıvrak küheylanım.” dersin. Günler geçer, yıllar geçer, Şişhane’nin çöpleri bitmez, o dumanlı gençlik çağı duman misali erir biter.

Taner’in öykülerinde kullandığı uzun, keyifli diyaloglar onun usta bir oyun yazarı olduğunu bize hatırlatıverir. Eczanenin Akşam Müşterileri adlı öyküsü, yine farklı şahısları bize resmeder. Ellili yıllarda insanların yeniliğe olan temkinli, mesafeli duruşunu “Meşeye armut tutar mı?” diyaloğu üzerinden karakterlerine söyletiverir. Fasarya ise bir mahalle delikanlısının başından geçenler, mizah elden bırakılmadan coşkun bir dille anlatılmış. Kedilerin marifetleri üzerine yazılmış güzel bir öykü daha, Fraulein Haubold’un Kedisi’nde ise, yine o yıllarda bir pansiyondaki olup bitenleri anlatmış.

"Ama ne oldu sonra? Dünya onlara da kalmadı. Kime kalmış bu dünya? Hepsi gidecek hepsi. Kralı da, milyoneri de. Dünyayı ben yarattım sananlar… Burnu Kafdağı’nda su içenler…” Boş gazoz şişelerini sandığa istifleyen kahveci: “Bir sen kalacaksın” diye mırıldandı. “Sen hepsini ekip son tura kaldın işte. Sevin de kimseye söyleme.

İstanbul’a dair, o henüz bozulmamış tabiatını koklayabildiğimiz satırlar ise, bugün öykü okurları için altın değerinde:

"Bilir misiniz bazen kendimi ne kadar yalnız hissediyorum” dedi. “Böyle anlarda İstanbul geliyor gözümün önüne, Fındıklı’daki konak, Çamlıca’daki köşkün bahçesi, Üvez ağaçları, taflanlar… Dalına salıncak kurduğum ihtiyar çınar. Bütün çocukluğumun geçtiği yerler. Hele akşamları bir poyraz çıkar Karadeniz’den, kekik kokulu serin…"

Tadımlık kekik kokulu satırların devamını merak edenlere kitabı bitirmelerini salık veriyorum.

Meral Afacan Bayrak
twitter.com/tarcnckmaz