Haşim Şahin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Haşim Şahin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Haziran 2020 Salı

Beylikten imparatorluğa geçişin manevî aktörleri

"Kim ne bilür bizi nice soydanuz
Ne zerrece oddan ne hod sudanuz
Bizim meftûnumuz mârifet söyler
Biz Horasan mülkündeki boydanuz."

- Abdal Mûsâ

"Urum abdalları gelir dost deyi
Eğnimize aba hırka post deyi
Hastaları gelir derman isteyi
Sağlar gelir şahım Abdal Mûsâ'ya.
"
- Kaygusuz Abdal

Osmanlı İmparatorluğu'nun kuruluş sürecine dair metinleri okurken en çok duyduğumuz isim Âşıkpaşazâde'dir. Bilgiler onun takipçileri vesilesiyle bugünlere ulaşmış olsa da hâlâ o döneme dair ortaya çıkmayanlar hem tarihçileri hem de tarih okuyucusunu şüphesiz tetikliyor. Öte yandan, belki tarihimizin en renkli sayfalarını içeren menâkıbnâmeler de tarihe yalnızca savaşlar ve savaşanlar penceresinden bakmamamız için ortada duruyor. Kimileri bu menâkıbnâmelerdeki bilgileri 'kesin' kabul ederek tarihi ona göre kurguluyor. Kimileriyse hiç önemsemiyor zira evliya-velî gerçeğini Şamanist kavramlarla ve mitlerle tabiri caizse elden geçirerek öteliyor. Oysa kuruluş sürecinden bahsetmek istiyorsak üç zümrenin ne yapıp ettiğini belirgin şekilde konuşmamız gerekiyor. Dervişler ve Sufi Çevreler kitabında Osmanlı'nın klasik çağında yaşamış tasavvufî şahsiyetleri yeniden hatırlatan Haşim Şahin, Mart 2020'de Yapı Kredi Yayınları tarafından neşredilen Dervişler, Fakihler, Gaziler adlı çalışmasıyla bu kez Osmanlı'nın erken dönemindeki dinî zümrelere derli toplu bakmamızı sağlıyor.

Bu üç zümreden ilki dervişler... Selçuklu döneminden itibaren Anadolu topraklarında kendilerini yoğun biçimde hissettiren tasavvuf ekolleri; özellikle tekkeler ve sohbet halkaları vasıtasıyla İslâm'ın yayılmasının yanı sıra insanların inançlarıyla aralarındaki 'sıkıntıları' gidermek, güzel ahlakı ve iyiliği (fütüvvet) yaygınlaştırmak için en kritik rolü oynamıştır. Bilhassa 13. yüzyıl; Muhyiddin İbnü’l-Arabî ve Sadreddin Konevî etkisiyle 'altın çağı'nı yaşamış, onların öğretileri günümüze dâhi damgasını vurmuştur. Tasavvuf mektebinin talebesi olan dervişler ve onların velîleri, Osmanlı'nın kuruluş sürecinde gerek beyleri gerekse halkı, şahsiyetlerinde sırlanan manevî hâllerle etkilemiştir. Haşim Şahin, çalışmasının bu öz bölümünde okuyucuya şu sırlı zâtları olabildiğince teferruatıyla takdim ediyor: Şeyh Edebalı, Kumral Abdal, Geyikli Baba, Abdal Mûsâ, Abdal Murad, Karaca Ahmed, Dûğlu Baba, Postinpûş Baba (Mehmed Hammârî), Emir Sultan, Somuncu Baba (Şeyh Hamidüddin Aksarâyî), Abdal Mehmed.

İkinci zümre fakihler. Kelime olarak “bilmek, bir şeyi iyi anlamak, bir konuda derin bilgi sahibi olmak” anlamlarına geliyor. "Fakihler gittikleri bölgelerde mensubu oldukları mezhebin gereklerini yaydıkları gibi, bazen iki ülke arasında elçilik vazifesiyle görevlendirilebiliyor, bazen de hükümdarların yanında savaşlara da katılabiliyorlardı. Mensup olduğu mezhebin gereklerini yayma konusunda en faal olan fakihler Nizamiye Medresesi'nden yetişenlerdi." diyen Haşim Şahin; Dursun Fakih'ten Süleyman Çelebi'ye kadar birçok fakih hakkında bilgi verdikten Davûd-ı Kayserî, Tâceddin Kürdî, Alâeddin Ali Esved ve Molla Fenârî gibi oldukça önemli ve hem hükümdarlara hem de halka önemli hizmetler sunmuş mutasavvıf müderrislerden de bahsediyor.

Üçüncü zümre Osmanlı'nın kuruluş ideolojisinin en dikkat çeken zümresi, gaziler. TDV İslâm Ansiklopedisi'ndeki yazdığı maddede Abdülkadir Özcan "Gazi" kelimesi için (çoğulu guzât, guzzâ, guziy) "hücum etmek, savaşmak, yağmalamak; din uğrunda cihad etmek” mânasına gelen gazânın (gazve) ism-i fâili olup savaşta başarı kazanan kumandanlara, hatta hükümdarlara şeref unvanı olarak verilmiştir" diyor. Gazi, din uğruna savaşanlara verilen bir isim olarak tarihin en çetin sayfalarında en sık rastlanan kelime olarak yer alıyor. Üstelik Osmanlı İmparatorluğu'nun ilk kurucusu olarak kabul edilen ismin de hemen yanına ekleniyor: Osman Gazi... Haşim Şahin, Halil İnalcık'a göre de gaza ve yerleşmenin Osmanlı fetihlerindeki temel motivasyon olduğunu hatırlatıyor. Osman Gazi'nin en fazla tercih edilen beylerden biri olmasının sebebi ise akınlarda elde edilen ganimetleri gazileri arasında paylaştırması. İmparatorluk için hem devletin başındaki zâtın hem de onun yanındakilerin ne kadar savaşçı olduğu her dönem ciddiyetini korumuş. "Cengâverlik ruhu ve ganimet propagandası" ile gaza heyecanı her zaman diri tutulmuş ve böylece beylikten imparatorluğa doğru yürüyen sürecin siyasî hedefi tayin olunmuş.

Dervişler, Fakihler, Gaziler'in en lezzetli bölümlerinden biri ikinci bölümü. Burada ilk Osmanlı sultanlarının dini yaşantıları, dinî zümrelerle ilişkileri, tarikatların yapılanmaları, sultanların vakıfları ve yaptırdıkları kurumlar yer alıyor. Dolayısıyla Ertuğrul Gazi ve Osman Gazi devirlerinden Yıldırım Bayezid dönemi de dahil olmak üzere kritik yıllarda dini zümrelerle olan ilişkiler ve yayılma stratejilerinde ne gibi roller üstlendikleri net biçimde görülebiliyor. Haşim Şahin, kitabın son bölümünde dinî zümrelerin işlevlerine ve faaliyet gösterdikleri kurumlara yer ayırmış. Böylece Osmanlı'nın kuruluş sürecinde savaşanların ardında kalanları boş bırakmayan ve onlara bir anlamda manevî güç sağlayan kimselerin eylemleri de belirginleşmiş oluyor. Diğer yandan istimalet politikası, ihtida olayları, imar ve yerleşim konusunda katkılar incelenirken ribâtların, hankâhların, kervansarayların, zaviyelerin, tekkelerin, camilerin ve medreselerin özellikle 1500'lü yılların başına doğru iyice zenginleştiği görülüyor.

"Sufiler Türklerin İslam dinini kabul ettikleri dönemden itibaren toplumun en önemli kesimlerinden birisini temsil etmişlerdir. Osmanlı sufiliğinin altyapısı ucu Horasan'a kadar uzanan geniş bir arka plana sahiptir. Gerek Büyük Selçuklu, gerekse Anadolu Selçuklu devirlerinde sufiler son derece faal olmuş, merkezî iktidarla yakın ilişkiler kurmuşlardır. Osmanlı Devleti'nin kuruluşunda bu zümrenin etkisi Şeyh Edebalı'nın şahsında adeta kuruluşun en temel dinamiklerinden birisi hâline getirilmeye çalışılmıştır. Bilhassa, devletlerin kuruluşunda bir mit olarak sürekli karşılaşılan efsanevî rüya hadisesi bu gayretin kronik yazarları tarafından ne kadar benimsendiğini açık bir şekilde ortaya koyar."

Haşim Şahin'in Dervişler, Fakihler, Gaziler çalışmasıyla Osmanlı'nın hem en merak edilen hem de bu meraka karşın oldukça 'sırlı' kalan kritik bir dönemi, tüm meraklılar için kolay anlaşılır bir dille analiz ediyor. Son olarak, bu çalışmanın yanına Feridun M. Emecen'in Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluş ve Yükseliş Tarihi (1300-1600) ve Ahmet Demirhan'ın 'Kuruluş Sarmalı'ndan Kurtulmak: Osmanlı ve Hâkimiyet Telakkileri adlı kitapları da eklenirse okuyucunun ciddi verim alacağını düşünüyorum, naçizane.

Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf

19 Haziran 2017 Pazartesi

Kökten dala bir inşanın serüveni

Bugün düğünde dernekte, adaklarda, hayırlı işlerin evvelinde ahirinde ziyaret edilen evliyaların, erenlerin kabirlerinin olduğu Anadolu, bir zamanlar bu topraklara yerleşmek isteyen cengâver dervişlerin gözü pekliği ile hem madden hem manen fethedilmişti. Üzerinde yaşadığımız bu kültürel ve dini mirası Dede Garkın, Kızıl Deli, Yahşı Fakih, Evrenesoğlu, Otman Baba gibi ismini bildiğimiz veya bilmediğimiz nice alpler, erenler, gaziler, dervişler inşa etmişlerdi. Gül alıp, gül satan, gülü gülle tartan Anadolu’nun maddi ve manevi mimarlarının belli başlılarının ele alındığı Dervişler ve Sufi Çevreler isimli kitap, Kitap Yayınevi tarafından okurun beğenisine sunuldu.

Dervişler ve Sufi Çevreler, Sakarya Üniversitesi tarih bölümünde akademisyen olarak görev yapan Doç Dr. Haşim Şahin’in çeşitli tarihlerde yayımladığı makalelerinin bir araya getirilmesinden oluşuyor. Kitapta özellikle Anadolu’nun Türkleşme ve İslamlaşma sürecinde tarikatların, abdalların, dervişlerin bu sürece doğrudan ve dolaylı katkıları anlatılıyor.

İki bölümden oluşan kitabın ilk bölümünde tarihî bir kaynak olarak Menâkıbnâmeler ve Vilâyetnâmenlerin neden ve niçin kullanılması gerektiğinin altı çiziliyor. İkinci bölümde Vefailik, Nakişibendilik, Bayramilik ve Melamilik tarikatları ile bu tarikatların önemli aktörlerinin “Anadolu İslamı’nın” oluşum seyrindeki rolleri akademik bir üslupla ele alınıyor.

Dervişler ve Sufi Çevreler kitabında, gaza ve cihat anlayışıyla iç içe geçen derviş anlayışının temel dinamikleri, dervişlerin hayata bakışları, gündelik yaşamları, inançları ve dini ritüelleri inceleniyor. Kitapta, kurtlara koyun emanet etme, kış ayında ağaçtan meyve toplama, geyik veya şahin kılığına girme, havada uçma gibi olağanüstü durumların tarikatların niteliğinin anlaşılmasında önemli olduğu vurgulanıyor. Kaşı kirpiği yoluk kalender meşrep dervişlerden, ellerinde bir asa olduğu halde çobanlık yapan ve kendisini kurtarıcı olarak gören vefai şeyhine, ziraat ve esnaflığı överek halk içinde hakla olmayı şiar edinen Bayramiliğe kadar tarikat yapılanmalarının Anadolu’da dini zeminin inşasındaki etkisi açıklanıyor. Vahdet-i vücut, kutbiyyet, pir, ulûhiyet, cezbe gibi temel kavramların tarikat yapılanmalarındaki anlamları ile bu kavramlara verilen ehemmiyetin tarikatların birbirinden ayrışmasındaki belirleyici rolü konuya aşina olmayan okura rehberlik ediyor. Böylece okur tarikatlara göre farklılaşan uygulamaların dini, sosyal ve siyasal bağlamdaki simgesel karşılıklarını öğrenme şansını buluyor.

Şahin, Horasan, Dımaşk, Tebriz, Bağdat gibi şehirlerarasında dolaşarak seyr ü süluğunu tamamlayan dervişlerin Anadolu’da ve Balkanlar’daki fetih hareketlerine katılarak yeni İslam beldeleri açma teşebbüsleriyle gerçekleşen İslam’ın kültürlerarası yolculuğuna dikkat çekiyor. Bu yolculukta sınırların bugünkü gibi toplumları birbirinden ayırmadığı bir dünyada ilim öğrenmek adına diyar diyar gezen sonra da öğrendiği ilmi kurduğu bir dergâhla yayan dervişlerin birbirleriyle kurdukları temasın izlerini de takip etmek mümkün. Hacı Bayram Veli’nin, Şeyh Şücâeddin Veli’yi, Şeyh Bedrettin’in halk arasında Somuncu Baba olarak bilinen Şeyh Hamîdüddîn Aksarâyî’yi, Hacı Bektaş Veli’nin Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’yi ziyaretleri bu duruma örnek olarak gösterilebilir.

Kitap aynı zamanda tarikatların ve sufi çevrelerin siyasal iktidarla olan münasebetlerini de ortaya koyuyor. Örneğin Timur’un, Şeyh Şücâeddin Veli’ye gönderdiği hediyelerin Şeyh tarafından kabul edilmemesini veya Geyikli Baba’ya Orhan Gazi’nin iki yük şarap ve iki yük rakı göndermesi ve Geyikli Baba’nın “Bizim dergâhımızdan giren rakı bal, şarap yağ olur” diyerek bir kazana koydurup sultana geri göndermesinin dini ve siyasi iktidar mücadelesi bağlamında nasıl okunması gerektiğinin ipuçlarını içeriyor. Gerek Selçuklu gerekse Osmanlı’da siyasal iktidarla dönem dönem karşı karşıya gelen sufi çevrelerin, iktidara en yakın oldukları noktada bile her dem gözetim altında tutulmalarına karşın geliştirdikleri gizlenme-korunma refleksleri okura sosyolojik okuma imkânı tanıyor.

Köklerini Suriye, İran, Irak gibi topraklardan alan dallarıyla Anadolu ve Balkanlar’a uzanan tarikatların ve sufi çevrelerin serüvenini okuyacağınız bu kitap, bugünkü dini ve toplumsal dokumuzu anlamada referans olmayı vaat ediyor.

Nur Efşan Gür
nurnurefsan@gmail.com