Ece Temelkuran etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ece Temelkuran etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Ocak 2015 Cumartesi

Yola çıkmaya karar veren kadınlar

“Hanımlar bu yolculukta öyle hadiseler cereyan edecek ki sersemleyeceksiniz. Sersemlemek iyidir. Zihniniz bulanır, kalbiniz böylece berraklaşır. Yapmanız lazım gelenler ortadan kalkınca, olmamız lazım gelen kadınlar olacaksınız. Etrafınıza bakın göreceksiniz ki hayat bizim nefesimizde."

“Nihayet yola çıkmaya karar verir insan, nereye varacağına değil. Bir yol hikâyesi yazmaya karar verdiğinizde de sonunu muhakkak yol yazar.”

Yola çıkmak gerekti, iyi ya da kötü bir menzile ulaşmak, kaderi yenemesek de ondan kaçmaya çalışmak. Özgürlüğü yeniden elde etmek için bir yola gitmek gerekti; o yoldan dönüş olduğunu bilse de ya da Ödipus gibi bilmese de. Yol, yolcu, yolculuk! Bir istikamet belirlemek, son durağı olmayan bir istikamet. Dünya ise bu yolculuğun bir aşaması. Var olmak, yaşamak, ölüm, tekrar dirilme hepsi bir yolculuktur. İnsanın yolculuğu hiçbir zaman bitmez sadece yenisiyle yer değiştirir. Bazen bir şeye doğrudur bu yolculuk, bazen bir şeyden olur, bazen de bir şey için. Yunus’a göre Hakk’ı içinde arama, İbn-i Arabî’ye göre ilahi isimler arasında intikal yani Maksad’a Tanrı’ya yolculuk. İnsan her daim yolcu!

Düğümlere Üfleyen Kadınlar”da sırlarla dolu bir yolculuğa çıkarıyor okuru dört yaralı kadının yoldaşlığında. Bu dört kadın yaralı, kırılgan filan ama dışarıdan bakınca sonu belirsiz bir yola çıkmaya, kadın dayanışmasını sonuna kadar götürmeye ve birbirlerine çok özellerini açmaya cesaret edebilecek kadar canavar gibi kadınlar. Kadınca bir yol hikâyesine sahip olan roman anaerkil kültün tanrıçalarının, tek tanrılı dinlerin kadına yönelik bütün aşağılamalarına rağmen biçim değiştirerek varlıklarını sürdürmelerini şu sözlerle anlatıyor:

"Bakma sen, kadınlar tanrıçalarını asla terk etmezler. Sadece gizlenmeleri için onlara yeni kostümler dikerler!"

"Fatima, Dido, El kahina, Sibel, Meryem... adına ne dersen. Kadın tanrı kılık değiştirir sadece. Tahmin edersin ki erkek dünyasında hayatta kalmak için kıvrak olmak gerekiyor!"

Kitabın anlatıcısı; romanın yazarı ve ana karakteri Ece Temelkuran’ın kendisi olduğunu düşündüren isimsiz kahraman bir Türk gazeteci-yazar olarak çıkıyor karşımıza. Arap Baharı ülkelerini inceleyen, yakın zamanda işsiz kalmış bu kadın gazeteci, Tunus’ta kaldığı bir otelde, Maryam adlı Mısırlı bir kadın ve Amira adlı Tunuslu bir başka kadınla tanışır. Kaynaşıp beraber kafa çekmeye başlayan bu üçlü, otelin karşısındaki apartmanda balkonda oturmuş demlenen bir yaşlı hanıma kadeh kaldırırlar ve asıl macera bundan sonra başlar. Yaşlı hanım Madam Lilla, bu üç hanımı davet ettiği bir yemekte onları kendi intikam öyküsünün peşinde uzun bir yolculuğa çıkmaya ikna eder. Tunus’tan Libya’ya, oradan da Mısır’a ve Lübnan'a kadar giden, çölleri aşan bu yolcukta dört kadın da sırlarını birbirlerinden saklamaya çalışırlar fakat işler pek de umdukları gibi gitmez.

 "İnsan bir kez bir sınır geçince artık hangi sınırları geçeceğini hiç kestiremiyor. Kaybolduğunuz çöl, sizi bulanla aynı olmuyor..."

"Bırakmak gerek, geride olan her şeyi orada bırakmak gerek… Hayat, şimdi, burada.”

Sağlam bir yol hikâyesine sahip romanın içinde kadına ve yaşama dair her şey var: Aşk, macera, güncel politika, tarih, İslam, mitoloji, kadınların ikilemleri, toplumsal cinsiyet rollerini ve oryantalizm. Bazen bu kavramların hepsi tek bir romanın içinde çok fazla kaçmış gibi dursa da okurken insanın soluğunu kesiyor bazı anlarda. En sık kullanılan bir tabirle “erkek gibi kadınlar” tanımına sahip bu hanımlar buram buram dişilik ve annesiz kız çocuklarının kırılganlığını taşıyor. Kitabın en vurucu ve sıra dışı yanı bu karakterlerin Ortadoğu’nun yarattığı imajla tektipleştirilmemiş Müslüman kadın karakterler olması. Batı’nın gördüğü oryantalizme açıktan savaş açan Temelkuran, “Düğümlere Üfleyen Kadınlar”da belli coğrafyalara dair kitapları ve kadınları okurken karşılaştığımız ve çoğu zaman içselleştirdiğimiz klişelere karşı bombalar yağdırıyor.

Madam Lilla gibi bir kadınla yola çıkmak demek onun bu kadınlar hakkındaki şu görüşlerini de kabul etmek demek: Siz zaten bir parça dünyalarınızdan atılmışsınız, size ailenizde, ülkenizde yer yok, dahası onlar sizden korkuyor (134). Ve bununla didişmek yerine, bu durumu kabul edip hayat denilen maceranın ya da kaderinizi yazma teşebbüslerinizin tadını çıkarmaya bakın. Tüm o masalsı havasına rağmen yasemin kokulu rakılar içen bilge kadınların ve tanrıçaların ağzından müthiş tespitlerle ve altı çizilesi şiirsel söz oyunları, metaforlarla dolu roman kahramanı ve okuru olan kadınlara Dido, El Kahina, Haypatya, Ümmü Gülsüm, Amy Winehouse gibi dünya tarihinin önemli kadın karakterleriyle seslenerek gaz veriyor bazı anlarda.

Son yılların yakın coğrafyadaki siyasi gelişmelerine ve toplumsal olaylarına değinen romanda karakterler de oldukça politize ve aktif eylemciler olarak çıkıyor karşımıza. Ama hikâyenin biraz daha içine girip derinleştikçe anlaşılıyor ki yaşları 30’ları geçen bu kadınlar için devrim sanki bahane âşık olmak, dans etmek, sevişmek şahane. Aşk’ı bulmak ve onu yaşamaktır asıl mesele…

"Bazen rüzgâr esmez. Esmedi mi esmez yıllarca. İnsanı en çok kendini hayal kırıklığına uğratmak mahveder. Bir yandan onların alayı, bir yandan senin kendine biçtiğin başı sonu olmayan eza… Dert dermansızlaşır. Gençken gelir geçer böyle kuraklıklar. Ama ömrün ortasındaysan.” “Aşk bir tereddüt anında gelir hanımlar. Bir küçük tökezleme ve işiniz biter. Yılların tecrübesi, bir ömrün zaferleri, külyutmaz aklın yaş tahtaya basmazlığı… Bir küçük tereddüt anını bekler aşk, kurduğunuz saray devrilir."

Dedik ya yazının başında yola çıkmak gerek, insan her daim yolcu. “Düğümlere Üfleyen Kadınlar” da sağlam bir yol hikâyesi. “Nihayet yola çıkmaya karar verir insan, nereye varacağına değil. Bir yol hikâyesi yazmaya karar verdiğinizde de sonunu mutlaka yol yazar” dediği gibi anlatıcının, herkesin hikâyesi ve yolunun sonu farklı.

"Bilakis ömür çok uzun. Hiç de öyle göz açıp kapayıncaya kadar değil. Fakat tek bir şartı var. Kaderini, gönlünü ferah tutarak seveceksin. Ancak sahiplenilmemiş hayatlar kısadır. Yaşamayı istediğin bir ömürde hep yeterince vakit vardır. Yanlış hikâye yoktur. Siz, kaderiniz ne zahmetli olursa olsun hariçte kalmamaya bakın. Ömür o vakit kısalır işte."

Ahu Akkaya
twitter.com/diviniacomedia