Ahmet Yaşar Ocak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ahmet Yaşar Ocak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Nisan 2024 Pazar

Usta bir tarihçinin hayatı ve yol haritası

Anadolu Selçukluları ve Osmanlı klasik dönemi toplum, kültür, din ve tasavvuf tarihi, Alevilik ve Bektaşilik üzerine çalışmalarıyla tanınan Prof. Dr. Ahmet Yaşar Ocak’ın Tarihçinin Yolculuğu isimli yeni kitabı raflarda yerini aldı. Kendisiyle muhtelif vesilelerle yapılan röportajlardan oluşan ve Halil Solak tarafından yayına hazırlanan kitap, hem hocanın akademik hayatında gerçekleştirdiği çalışmaların ana hatlarını hem de entelektüel bir bilim adamı olarak portresini ortaya koyuyor.

Anadolu Selçukluları ve Osmanlı tarihinin orta ve yeniçağlarda kültür, din, zihniyet boyutlarına ilgi duyduğunu, araştırma konularını Babailer İsyanı, Alevilik ve Bektaşiliğin İslâm öncesi inanç temelleri, Osmanlı toplumunda zındıklar ve mülhidler, İslâm-Türk inançlarında Hızır-İlyas kültü gibi ülkemizde çok az çalışılan alanlardan seçtiğini ifade eden Prof. Ocak: "Türkiye’de merhum Fuat Köprülü ve Abdülbaki Gölpınarlı’nın açtıkları, kısaca Anadolu’nun İslâmlaşması tarihi diyebileceğimiz alanla ilgileniyorum. Ama onların seviyesinin benim için çok yükseklerde olduğunu itiraf etmeliyim. Şeyh Bedreddin’e atfedilen şu sözle kendimi anlatabilirim: Ben de halimce Bedreddinem!" diyor.

Türk tarihçiliğinin en önemli problemlerinden biri olan ifrat ve tefrite kaçmanın sakıncaları üzerinde de duran Ahmet Yaşar Ocak, genç tarihçilere ve araştırmacılara şu öneride bulunuyor: Tarihi şahsiyet ve olayları idealize ederek, adeta kutsallaştırarak roman yazmaktan, dizi yahut film çekmekten kurtulup tarihin gerçekleriyle karşılaştığımızda, onlardan korkmadan yüzleşmeyi (yüzleşme adına karalamayı kastetmiyorum) ve gerçekleri korkmadan, ürkmeden öğrenmemiz ve kabul etmemiz gerekiyor.

Kitapta Ocak’ın akademik hayatı konu edilirken hocaları ve meslektaşlarının (Nejat Göyünç, Tayyip Gökbilgin, Iréne Mélikoff, Jean-Paul Roux, Kemal Karpat, Halil İnalcık) çeşitli vesilelerle kendisine gönderdiği mektuplara da yer veriliyor.

Tarihçiliği sadece bir meslek olmanın ötesinde hayat tarzı olarak benimseyen Ocak, araştırma konularını nasıl belirlediğini şöyle anlatıyor: “Ben reenkarnasyona inanmam ama 10 kere daha dünyaya gelsem yine aynı mesleği yapardım yani tarihçi olurdum hiç tereddütsüz. Mesleğimi çok seviyorum. Türkiye’de tarihçilerin pek el atmadığı, sıradan, alışılmış tarihsel konuların dışında ve bir sorun olarak “halının altına süpürülmüş” konuların üzerine gitmeyi seviyorum.

Hamasi veya retçi bir tarih perspektifi yerine sağlam ve gerçekçi bir tarih bilincinin ehemmiyetini belirten yazar, kaynakların kullanımı, eleştirel bakış açısı, arşiv ve kütüphanelerin işlevi, disiplinler arası çalışmanın önemi, tarih yazımı, yöntemi gibi konulara dair öğrencilere, araştırmacılara ve tarih meraklılarına kısa ve özlü reçeteler sunuyor.

Ömrünü ilmi çalışmalara vakfeden Ahmet Yaşar Ocak kitapta tarih bilimi üzerine çalışmalar yapan genç araştırmacılara çeşitli tavsiyelerde bulunarak tarihçinin çalışma tarzı ve yöntemlerine temas ediyor. Tarihçiyim diyebilmek için olmazsa olmaz bazı şartların olduğunu belirtiyor. Bilimsel merak, yılmadan problemin peşine düşmek, kullanılacak kaynakları rahatça okuyup anlayacak, değerlendirecek kadar alana hâkim olmak, üzerinde çalışılan alanın kaynak dillerine, terminoloji ve problemlerine aşina olmak, Arapça ve Farsçaya, bunu yanı sıra mutlaka Osmanlı Türkçesine ve paleografyasına vakıf olmak, yabancı dil bilmek ve literatürü takip etmek gerektiğinin altını çiziyor.

Akademik geleneğin inşası bakımından bilimsel terbiyenin önemini özellikle vurgulayan Ocak, genç tarihçilerin zaman zaman kibirli ve hırslı davrandıklarını ve kendilerinden öncekilerin alana katkılarının hakkını teslim etmeyerek görmezden geldikleri belirterek bunun gerçek bilimsel bir tavır olmadığını söylüyor. Kendisinin de hocaları Fuat Köprülü ve Abdülbaki Gölpınarlı ile birebir örtüşmeyen fikir ve kanaatlere sahip olduğunu hatta Köprülü’nün farkına bile varmadığı bir tarikat hakkında uzunca bir makale kaleme aldığını ifade ederek buna rağmen her zaman onları hocaları olarak görüp haklarını teslim ettiğini kaydediyor.

Kitap ayrıca daima güncelliğini koruyan “Türklerin İslâmlaşma Serüveni”, “İslâm ve Siyaset”, “İslâmofobi”, “Alevîlik-Bektaşîlik”, “Resmî Tarih-Alternatif Tarih ikiliği” gibi meselelere de ışık tutuyor. İslam öncesi ve sonrası inanç motifleri, ilk büyük mutasavvıflar, Selçuklulardan Osmanlılara tevarüs eden sufi geleneğin Anadolu’daki temelleri, öğretileri ve etkileri kitabın ikinci kısmında ele alınıyor. Dede Korkut ve hikayelerinin kaynağı, Hacı Bektaş-ı Veli’nin eserleri ve Makalat, Bektaşilik ve Yesevilik geleneği, Hacı Bektaş-ı Veli, Mevlâna ve Yunus Emre arasındaki ilişki nasıldı gibi sorulara cevap veriliyor.

Hülasa Tarihçinin Yolculuğu soğuk bir metodoloji kitabından ziyade usta bir tarihçinin hayatı ve ilgi alanlarından yola çıkarak tecrübelerini aktardığı bir yol haritası niteliği taşıyor.

Rüveyda Okumuş
twitter.com/ruveyda_okumus

2 Mart 2018 Cuma

Anadolu sosyo-kültürel tarihine geniş bir bakış

Günümüzün önemli Orta Çağ Tarihi ve tasavvuf araştırmacılarından Doç. Haşim Şahin, Arı Kovanına Çomak Sokmak kitabında Prof. Ahmet Yaşar Ocak için şöyle der: “Her ne kadar tevazu gösterip kendisi kabul etmek istemese de, M. Fuad Köprülü ile başlayıp, Abdülbaki Gölpınarlı ve İrene Melikoff ile devam eden çizginin dördüncü halkası olduğu muhakkaktır.

Ahmet Yaşar Ocak, Türkiye tasavvuf tarihi, Osmanlı ve Selçuklu zihniyet dünyası, mistik cereyanlar ve şahsiyetler, menâkıbnâmeler, çeşitli tarikatların hâl tercümeleri gibi önemli konulara bir ivme kazandırmıştı. Sadece siyasi konuları işleyen tarih ortamına inat, Ocak hep "Ötekiler" diye tabir edilenleri seçti kendine. Kimi zaman Anadolu kırsal kesimi ve geçmiş inanç tortularını hâlen barındıran halk yığınları, kimi zaman kitabi İslamı bilen yüksek zümre tasavvuf erbabı, bazen marjinal Kalenderiler, bazen Babailer ve Melamiler konu oldu ona, bazen ise Anadolu halk söylencelerinin Gazi Alperenleri...

Bernard Lewis, “Başka milletlerden daha fazla Türklerin benliğine nüfuz etmesine rağmen İslam’ın Türkler tarafından kabulünün Türk tarihçilerinin neredeyse anlaşılmaz derece lâkayt kaldıkları konulardan biri olması, çok düşündürücü ve dikkat çekicidir” der. Prof. Ocak ise adeta bu görüşü tersine çevirmek, sosyal bilim alanındaki emekleme durumunu yok etmek için her zaman üreten, çeşitli problemler ortaya koyan ve bunları metodoloji ile çözmeye çalışan bir bilim adamı olma yolunu seçmiştir. Kitabın ilk bölümünde yazar, Orta Çağ Türk tarihi araştırmalarının gerektiği kadar ilgi görmediğinden bahseder. Bunun sebebi olarak da Osmanlı tarihinin daha kolay bir alt yapı gerektirmesi inancını gösterir. Türklerin İslamı kabul süreci ve sonrasındaki siyasal, toplumsal ve kültürel değişimlere de değinir.

Türk inanç hatta belki İslam tarihinin en özel kavramlarından biri olan Kutup, kitabın ilginç bölümlerinden biri. Velayet kurumunun bilimsel bir bakışla, nasıl ortaya çıktığının, hangi teorik çerçevede hangi referansları kullanarak hangi toplumsal ve ideolojik düşünceler tesiriyle nasıl geliştirildiğini, nasıl toplumsal bir kabul gördüğünü bunun tasavvuf çevrelerinde ne tür bir zihniyet dünyası yaratıp toplumsal alanda ne gibi tesirler icra ettiğini pek sorgulamadığımızı, çok önemli kurum olan Velayet kavramını açıklayamadan gerekli analizleri yapmadan toplumsal olayların anlaşılamayacağını aktarır bu bölümde. Çünkü bu bölüm Selçuklu zamanının Babailer isyanını, Kanuni zamanı gibi muhteşem bir çağda Oğlan Şeyh İsmail Maşuki, aynı döneme denk gelen Şah Kalender Çelebi vb. isyanların altında yatan sebeplerin anlatıldığı bölümdür. Hem bu dünyanın hem manevi dünyanın yöneticisi olduğuna inanılan Kut’bun neden Sünni olmayan gruplar arasında militan bir taraftar kazandığı, bu grupların arasında kazandığı militan karakterin nasıl Mehdi kavramıyla örtüştüğü, neticesinde çeşitli sosyal tabanları harekete geçirerek nasıl bir takım olaylara neden olduğunu aktarır. Mehdilik ve mehdici hareketlerin işlendiği bölüm ile Kutb karakteri genişçe ele alınarak; Bu hareketlere neden olanların nasıl bir tarihsel zeminlerinin, arka planlarının olduğu, ne tür bir hareketin içinde oldukları, mitolojik alt yapıları, toplumun içinde bulunduğu durumları, yaptıkları propaganda ve karşı propagandalar, siyası iktidarın tepkisi, nihayetinde hareketin başlatılması ve sona erdirilmesiyle isyana katılan hareketin içinde yaşadığı kırılmalar evrilmeler incelenmektedir.

Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde bazı tarikatların birtakım sebeplerle diğerlerine göre öne çıktıkları görülmektedir bunlardan en eskisi ve her iki devlette de rol oynayanı Vefai tarikatıdır. Kanımca kitabın en önemli bölümlerinden birini oluşturan bu geniş dosya, hem Selçuklu devletini yıkıma götüren gelişmelerden biri olan Babailer kıyamında Baba İlyas’ın bağlı olduğu akımı temsil etmesi, hem de Baba İlyas’ın torunu olup da ilk Osmanlı kroniklerinden birini yazan Aşıkpaşazâde’nin konuyu bu açıdan ilginç hale getirmesi ve Osmanlı kuruluşunda adı geçen Rum Abdallarının etrafında oluşan anlatıları kapsar. Tâci’l Ârifin Seyyid Ebi’l Vefa el-Bağdadi ile teşekkül süreci ve ardılları olan Baba İlyas, Dede Garkın, Hacı Bektaş, Rum Abdalları ile Vefâiye tarikatının serencamı anlatılmaktadır.

Bugün Anadolu’nun önemli ocaklarından biri olan ancak görmezden gelinen Dede Garkın Ocağı ve Hacı Bektaş sonrası kurulan Bektaşi Ocağı ele alınırken, bu ocakların karizmatik dini önderlerinin kişilikleri, bunların hangi sebepler ile Anadolu’da olduğu ve neleri vadettiği gibi birçok problematik üzerinde durulmuş; Ardından gelen bölümlerde Vefailik tarikatı içerisinde kendine yer bulan Dede Garkın gibi 13. yy Anadolusunda bir konargöçer Türkmen grubunun önderi olarak çok önemli roller oynadığı artık anlaşılan ama ne hikmetse çok fazla üzerinde durulmayan mühim şahsiyetin bizlere tekrar portresini çizer.

Türk tasavvuf tarihinin en önemli halkalarından özellikle ikinci ve üçüncü devreleriyle Türk inanç ve tasavvuf tarihimizi derinden etkileyen, Melâmiler hakkında yazılan bölüm de okuru bekliyor. Günümüze en yakın bölümde ise Cumhuriyet’in İslam’ı Yeniden İnşa Sürecinde Son Dönem Osmanlı Ulema ve Sufiyyesi, olarak adlandırılıp bu genç yönetim anlayışına entegre olan veya olamayan, tekkelerin kapanmasıyla yaşanan süreç anlatılıyor.

Nihayetinde ülkenin iki önemli âlimine, özel olarak ayırdığı, Pir olarak lanse ettiği Abdülbaki Gölpınarlı ile Fuad Köprülü’nün ilmi, fikri düşünceleri, Ocak’ın onlara dair düşünceleri ve onun Gölpınarlı hatırasıyla kitap son bulmaktadır.

Ahmet Yaşar Ocak bu kitabıyla, Anadolu sosyo-kültürel tarihine geniş bir açıdan bakan, farklı sorular soran, Devlet, Toplum ve İslam ilişkisi problemini kendine has üslubuyla tarihsel bir çizgi içerisinde anlatarak, okuyucuya sunmuş olmaktadır.

Olgay Söyler
twitter.com/olgaysyler1