Ahmet Özhan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ahmet Özhan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

31 Temmuz 2014 Perşembe

Karşındaki değil, kalbindekidir: Sen

Ben seni sevdim seveli kaynayıp coşdum
Aklımı yağmaya verip fikrimi şaşdım
- Güfte, Beste: Hammâmîzade İsmâil Dede Efendi

Ömrüm seni sevmekle nihâyet bulacaktır
Yalnız senin aşkın ile rûhum solacaktır
- Güfte: Fitnat Sağlık, Beste: Yesârî Asım Arsoy

Hayatın her ânında musikiden uzak olmamız hem mümkün değildir, hem de mümkün olmamalıdır. Biz, doğarken de ölürken de tabiri caizse musikisiz gitmeyiz öte dünyaya. Doğarken kulağımıza okunan ezan da, ölürken ardımızdan okunan mevlid de musikîdir. Düğünlerimizde derneklerimizde daima musikî vardır. Bu, bildiğimiz ve daima görgüsüzlüğüne maruz kaldığımız çalgı çengi havasında değil, bir ahenk içinde olmaktadır. Ahengin bir anlamı da uyumdur. İnsan olmanın temelinde de kendiyle uyumlu, ruhuyla bedeni arasındaki uyumdan haberdar, uydurmadan ve uyuşuk olmadan yaşayan, yaşamaya çalışan bir ahenk yatar. Duyduğu her sesi müzik zannedenlerin şüphesiz "Müzik haramdır!" deyip bir kenara atmalarını da anlamak lâzım. Kulağın işittiği sesi gönül de işitmiyorsa o müzik değildir, sestir. Sesi müzik yapan bir şey vardır, o da ahenktir. Zaten şarkılar da söylenirken sırf ağızla söyleniyorsa şarkı olmaz, belki parça olur. Şarkı gönülle söylenir. Bu yüzden içimizi ısıtan yahut kalbimizi titreten bir ses işittiğimizde derhâl döner bakarız. Bitince de okuyana "Gönlüne sağlık" deriz. Bu minvalde duymakla işitmek arasındaki farka da dikkat etmemiz lâzım. Güzel ses işitilir, yani dikkat kesilerek hissedilir. Fakat sesin iyisi kötüsü, her halükarda duyulur, zira maruz kalınır. İşitme, itaat etmenin de bir vesilesidir. Dolayısıyla "Kulak, ulaktır" sözüne iştirak edebiliriz.

Resûl-i ekrem'in estetik anlayışı üzerine ülkemizde henüz adamakıllı bir şey yazılmadı, belki söylenmiştir. Neden çevresindeki yüzlerce sahabe arasından ezanı Bilâl-i Habeşî'ye okuttuğunu düşünmek lâzım. Neden çevresinde binlerce ashabı arasından Abdullah b. Mes'ûd'a "Oku!" diye buyuruyor. Devam edelim, Abdullah bin Mesud buna cevaben "Ya Resûlallah, Kur'ân size inmişken sizin huzurunuzda nasıl okurum?" diye endişe ettiğinde İslam peygamberi "Benim dinleme zevkim ve keyfim olmasın mı yâ İbn-i Mes'ûd" diye buyurmuştur. İşte bir Muhammedî âşık olan Hazreti Mevlânâ Celâleddîn-î Belhî Rûmî de asırlarca nice insanın gönlüne hitap eden Mesnevi-i Şerif'ine "Dinle" diye başlar. Sandukasının üzerinde de  "Kardeş! Mezarıma defsiz, neysiz, mûsikisiz gelme. Zîrâ Allah meclisinde gamlı durmak yaraşmaz!" yazar ki vasiyeti olarak kabul edilir kimilerince. Bunun yanında rebap sesini cennet kapılarının gıcırtısına benzeten bir Hazreti Mevlânâ'dan bahsediyoruz. Dolayısıyla, ne her sesi müzik zannedelim, ne de her ses aletinden çıkanı şarkı, ki Ömer Tuğrul İnançer hoca da müziğin dışlanması ve kimilerince haram olarak kabul edilmesi hakkında şöyle söylüyor:

"Âletin, paranın, çulun, kılın dini olmaz. İnsanın dini olur. Piyano gâvur da ney Müslüman mı? Hangi kafa söylüyor bunu? “Her şeyi sizin için, sizi kendim için yarattım” diyen bir Allah’ın kuluyuz. Müziğin zatının haram olduğuna dair ayet mi var? Ama müzik aynı zamanda nefsi okşayan, eğlenceye kullanılan, günümüzde bilhassa “show buisness” olarak kullanılan bir şeydir. Kötüye kullanılmış olması zâtını bozar mı? Kâbenin içine put koymakla kâbenin şerefi eksildi mi? Öyleyse müziğin şerefi de eksilmez. Doğduğunda kulağına okunan ezan da, öldüğünde arkandan okunan mevlid de müziktir. Efendim ezan başka, o insan sesi… Sen sadece aletten çıkanı mı müzik zannedersin? En yüksek musikî âleti insan gırtlağıdır. Bunlar boş lâflardır."

Bestesi ve güftesi Muzaffer İlkar'a ait nihâvend bir eser olan "Şarkılar Seni Söyler", gönül perdelerini sonuna kadar açacak, mûsikinin dile geldiği bir kitap. Bu kitapta Ahmet Özhan söylüyor, Ömer Tuğrul İnançer de söylenenin kim olduğunu, yani "Sen"i arıyor. Ararken de bulduruyor. "Aramakla bulunmaz; lakin bulanlar arayanlardır" denmiş, iki isim de söyleşirken aranan ve bulunana gönüllerince hitap ediyor. Çünkü gönlümüzde yer edinmiş en hakiki eserlerde daima "Sen" var, yani "O" var.

"Ömrümün güzel çağı içimdeki bir heves / her güzelin ardından tükendi nefes nefes" derken Mecdinevin Tanrıkorur, öyle bir bestelemiş ki Emin Ongan, sanki hemen ardından Yunus Emre'nin "Ben dost ile dost olmuşam / kimseler dost olmaz bana" ilahisi geliyor kalbe. Bestekârını da anmadan geçmeyelim ki o da Derviş Kânunî Cüneyd Kosal'dır. Dikkat edilirse bizim müziğimizdeki tasavvuf etkisi her akılda kalan, gönüllerde yer edinmiş eserlerde görülecektir. Bu eserleri besteleyenler yahut güftesini yazanlar direkt olarak tasavvufla ilişkisi olan, yahut olmadığı halde hocaları tasavvufla bağlantılı olan kimselerdir. Dolayısıyla kitapta tüm eserlerin neyi tespit ve tespih ettiği apaçık ortaya çıkarken, Türk mûsikisinin de dünya müziklerinden biri değil, başlı başına incelenmesi gereken müzik alanı olduğunu yeniden görüyor, okuyor ve dinliyoruz.

Yine bizim Yunus "Ahd ile vefalar / zevk ile safalar / bu yolda cefalar / çekmeğe kim gelir" diye sorarken, Doğan Ergin vesilesiyle bize dinlemek için nihâvend makamı yardımcı olur. Hemen ardından yine aynı makamdan devam edersek, Seyyid Seyfullah Hazretleri'nin "Bu aşk bir bahr-i ummândır buna hadd ü kenâr olmaz" nutkunu bizlere Yeniköylü Hâdî Bey dinletmiştir. Güftelerimiz ve bestelerimiz, tıpkı dilimiz ve dinimiz gibi birbirini tamamlayan, bizi biz eden şeylerdir. Bu şeyler, öyle şeylerdir ki, Hüseyin Sîret Özsever'in "Geçti sevdalarla ömrüm, ihtiyar oldum bugün" adlı muazzam güftesini Şükrü Tunar'a hüseynî makamında besteletmiştir. Peki neden ihtiyar olmuştur Sîret Bey? Yaşı çok geçkin bir dönemde tasavvufa intisap etmiştir. İşte o zaman "Ak pak olmuş saçlarımda bîkarar oldum bugün" demiştir. Akıllara Necip Fazıl'ın "Tam otuz yıl saatim işlemiş ben durmuşum / gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum" dizelerini getirircesine. Nitekim eserin son dizesi, aslında durumun ayan beyan kanıtıdır: "Bir muhabbet neş'esiyle ilkbahâr oldum bugün / ben huzurunda yer öptüm, tacidâr oldum bugün."

Şarkılar O'nu söylerken, çok da gereği yoktur sözü uzatmanın. Söz de gönül gibi çok uzun bir yoldur. Gönülden gönüle giderse o yol, aşk olur. Aşk olsun. Şarkıların neyi söylediğini bilmek, bilmeye çalışmak, aramak ve bulmak, işte bunlar da hakiki aşkın sorumluluğudur. İnsan olmaya çabalayanın sorumluluğu da dinlemek, en önemlisi de neyi dinlediğini bilmektir. Söylerken de dinlerken de, bilmek...

Yağız Gönüler