İsmet Özel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İsmet Özel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Kasım 2020 Çarşamba

Çağının yeminli tanığı

Şüphesiz her yazar çağının tanığıdır ancak bakmakla görmek arasındaki derin fark tanık olmakla tanımak arasında da vardır. Tanımak, tanık olunan şeyin zihnen kavranmasıdır. Şayet bir yazar, içinde bulunduğu çağa tanık olmakla birlikte o çağı tanımamışsa çağa dair söyledikleri yüzeysel görüntülerden ibaret kalır. Tanıklıktan tanımaya geçmek ise büyük resme çok daha yukarıdan bakabilmek için yükselmeyi, resmin aslına nüfuz edebilmek için derinlere inmeyi gerektirir. 

İsmet Özel’in, kimilerince sıkça eleştirilen üslubundaki savrukluk işte bu iniş çıkışla izah edilebilir. Aynı metinde toplumun birbirinden çok uzak eğitim, kültür ve zihin dünyalarına sahip bireylerine hitap edebilmek için kendi dil dünyasını oluşturmuş güçlü bir hatip olarak çıkıyor karşımıza İsmet Özel. Onunki bir hitabet dilidir; çünkü topluma söyleyecek sözü vardır. Onunki bir edebî dildir çünkü o, estetik bir duyuşla konuşuyor. “Önce benim söylediğimin de herkesin söylediğine benzer bir lâf olduğu fikrini zihninizden sileceksiniz.” diyerek kendi üslûbuna dair önemli bir ipucu veriyor. 

İsmet Özel’in metin kurma yöntemi, yer yer hikâye anlatma geleneğimizle örtüşüyor. “Kıssadan hisse” çıkarırcasına kendi oluşturduğu örnek hikâyelerden konuyu daha sarih bir şekilde anlamamızı sağlıyor. İnsanların doğru bildikleri yanlışlara dair çok net ve oldukça sert ifadelerle açıklamalar getirerek bir çeşit zihinsel irşat görevini yerine getiriyor. Böyle bakıldığında kalem erbabı, modern bir şeyh gözüyle bakabiliyoruz ona. İsmet Özel, çağını tanımış; Müslümanlar üzerinde oynanan oyunu görmüş ve bu oyunu bozmak için çığlık atan bir meczuptur adeta.

Ve’l-Asr, İsmet Özel’in doksanlı yıllar Türkiye’sinde gündeme ve Müslümanların kadim gündemine dair yazdığı yazılardan müteşekkil. Yazıların ekseriyeti, 1945- 1990 yılları arasında yaşanan askerî, siyasî ve toplumsal olayların Müslümanlar açısından nasıl okunması gerektiğini göstermesi itibariyle önemli. Pek çok yazıda sistemli bir şekilde Müslümanlar üzerine yeni oyunlar oynandığını, Müslümanların bu oyunlar karşısında edilgen kaldığını vurguluyor. Bu milleti millet yapan asli unsur İslam olmasına rağmen toplumsal ve iktisadî hayatın şekillendirilmesinde Müslümanların yok sayılmasına haklı bir karşı duruşun adı oluyor yazar.

Kalabalık, tek başına bir kuvvet teşkil etmez. Kalabalığın kuvvete dönüşmesi şuurla mümkün olabilir. İsmet Özel; “Bir tarağın dişleri gibiyiz. Aynı sapa (hatta aynı sopa) bağlıyız; ama en yakın çevremiz bomboş. Bu boşluk içinde iyi ve kötü oluyoruz, iyileştiriyor ve kötüleştiriyoruz.” derken bu şuura işaret ediyor. Bu sözü Mehmet Akif’e dair anlatılan bir kıssayla birlikte düşünmek daha iyi olabilir: Akif’e, "Üstat ne zaman düzelecek bu ümmetin hali?" dize sorulduğunda; tereddüt etmeden; "Cuma namazına gelen cemaat sabah namazına da geldiği zaman!" der. Cuma namazında safları doldurup camilerin dışına taşan kalabalığa ümmet hüviyeti kazandıracak olan şey, şuurdur. İşte böylesi şuurlu bir kalabalık ciddi bir kuvvet demektir.

İsmet Özel, doksanlı yılların Türkiye’sinde konuşurken günümüz Müslümanlarına yönelik bazı öngörülerde de bulunuyor: “Daha da ilginç olan şu ki Türkiye’deki Müslümanlar şimdiye kadar kendilerinden esirgenen uğraşı alanlarına girmekle daha çok söz geçirme gücüne sahip oldukları zehabına kapılıyorlar. Bir alanda söz geçirdikleri zaman kullanılan yetkinin semeresini bir süre sonra yalnızlık olarak toplayıp toplamayacaklarını düşünmeleri gerek.”. Bu tespiti günümüz Müslümanları için değerlendirdiğimizde çok da isabetsiz olduğunu söyleyemiyoruz. Kamusal alanda ciddi makamlara gelen, ekonomik alanda geniş fırsatlar yakalayan Müslümanların, İslami tavır geliştirmek konusunda ne derece başarılı olduğunu görebiliyoruz. Yazar bu öngörünün ardından bir de uyarı yapıyor: “Rasulullah’ın sünnetinin ihyası bizim diktatör yalnızlığına uğramayacağımızın da bir güvencesi olacaktır.

İsmet Özel’in özellikle vurguladığı bir husus da “bu toprakları vatan kılan unsurun İslamiyet oluşu”dur. Türk tarihi boyunca Anadolu coğrafyasının uğradığı bütün felaketler İslam dininin birleştirici rolüyle atlatılmıştır. Bütün Avrupa birleşip bir yağma niyetiyle üstümüze Haçlı Seferleriyle yürüdüğünde bu toprakları ayağa kaldıran İslam’dır. Moğol İstilasına rağmen küllerinden yeni bir medeniyet kurduran İslam’dır. Birinci Dünya Harbinden sonra işgal edilen Türk topraklarını emperyalist güçlerin elinde oyuncak olmaktan kurtaran İslam’dır. İslamiyet Türk milletini öyle bir harçla yoğurmuştur ki artık Türk’ü Müslüman’dan, Müslüman’ı Türk’ten ayrı tarif etmek mümkün değildir. Bakın bu durumu nasıl izah ediyor İsmet Özel: “Eğer bu toprakları vatan kılan unsur Müslümanlıktan başka bir şey değilse ve bu ülke küçük veya büyük bütün badireleri atlatmak için Müslümanlıktan başka hiçbir toplumsal değere başvuramaz durumdaysa bizler ne dünyadaki Müslümanların bazıları, ne de Türkiye’de bulunan Müslümanların bazılarıyız. Bizler hiçbir açık kapı kalmayınca dahi geçilecek yerin bulunduğunu bilenlerin, herkesin her taraftan geçilebildiğini zannettiği zamanlarda ise sadece bir geçidin emniyet sağladığını bilenlerin varisleriyiz. Eskilerin en eskisinde ne vardı diye merak edenler e; en yeni, yepyeni ne var diye merak edenler de bize baksın.”. Bu değerlendirmeyi yaptıktan sonra Türkiye’de, özellikle dış siyasette güdümlü bir politika izlenmesini eleştiriyor. Bu güdümlü siyasetin esas sebebi olarak da insanımızın benliğini unutmuş olmasını gösteriyor. “Dolayısıyla kendi insicamının, kendi istikrarının ve kendi tesanüdünün şuuruna varmış bir Türkiye dünya sisteminin pençelerinin geçmeyeceği bir siyaset gütme kolaylığına da erebilir” diyerek bunu izah ediyor.

İsmet Özel’in yazılarının ve konferanslarının amacını şu ifadelerden çıkarabiliriz: “Ben tutturdum ülkemizde Müslümanların aralarından ‘güzide bir zümre’ çıkarmaları gerektiğini söylüyorum. Bu zümrenin, bu seçkin kesimin bir zihniyeti olduğu kadar, bir tutumu da temsil etmeleri gerektiğini savunuyorum.”. Bu amaçtan hareketle, İsmet Özel’in bir geleneğin takipçisi olduğunu da söyleyebiliyoruz.

İsmet Özel, cumhuriyetin kuruluşuna ve emperyalist devletlerle kurduğu ilişkiye dair de sert eleştiriler getiriyor: “Türkiye Cumhuriyeti teminatını galiplere verilen sözlere bağladı. Büyük düş kurmayacağına söz verdi. Sözünde hep durdu. Ne var ki sözünde durması yetmedi galiplere. Şimdi yeni şartlara niçin çabuk adapte olmadın diye azarlıyorlar onu. Türkiye Cumhuriyeti verecek cevap bulamayınca inisiyatifi yine galipler alıyor ve “Madem adaptasyonda aksaklık gösteriyorsun, yeni sözler ver bari!” diyorlar. ‘Büyük Düş kurmamak yetmez, büyük düş kurdurmayacağına da söz ver.”. Bu açıklama, ülkemizin Avrupa Birliğiyle, Amerika’yla ya da diğer güç odaklarıyla ilişkisini açıklaması bakımından önemlidir. Ne zaman ki milli bir hükümet kurulmaya çalışılsa ya da milli menfaatlere yönelik bir siyaset yürütülse milletin üzerine tanklar yürütülmek suretiyle bir dizginlemeye gidilmiştir.

Günümüz Müslümanlarına yönelik bir eleştiriyi de cemaatler üzerinden yapıyor yazar. İki taraflı bir değerlendirmeyle hem cemaatlerin ataletine hem de bu cemaatleri finanse eden güçlerin kirli ilişkilerine değiniyor. “Bu güne kadar sofular sadece sofu kalıp mevcudiyetlerini kafir otoritenin belirleyiciliğinden bağımsız kılan tutumu takınmadıkça Müslümanların birliğine matuf öncülüğü üstlenemediler.” diyerek bu yapıların içine düştüğü durumu eleştiriyor. Selçuklularda da Osmanlılarda da tarikatlar iktisadi ve sosyal hayatın düzenlenmesinde aktif rol almışlardır. Devletin ihtiyaç duyduğu hizmet erlerinin yetiştirilmesinde bu yapıların aktif rol üstlendiklerini biliyoruz. Tekke ve dergâhlarda yetişen ustaların yeni fethedilen yerlerin imarında ve irşadında büyük katkıları olmuştur. Bununla beraber bu yapılar kendi kendilerini finanse eden yapılardı. Günümüzde ise cemaatlerin bir kısmının gizli kaynaklarca beslendiklerini ve kısa sürede devletin bekasına ve toplumun ahlakına yönelik zararlı faaliyetlerin odağı olduğunu görüyoruz.

Bütün bu söylediklerimizle beraber çok daha fazlasını da söylüyor İsmet Özel ama sözün özü itibariyle bir karşı çıkışı, bir itirazı dile getiriyor: “Oyun, zilleti kendine yaraşır sayanların oyunudur. Biz bu oyunu bozmak üzere varız. Zorla bozacağız oyunu. Bizim zorumuz şiddet zoruna başvurmakla belirginleşmeyecek. Oyuna katılmadığı halde Müslüman kalma niteliğini gösteren herkes bir zor unsuru olacak dünya sisteminin karşısında.

Erhan Çamurcu
erhan.hoca.55@hotmail.com

3 Ağustos 2020 Pazartesi

Yanlış bilinenleri doğruya çevirme çabası

Şair İsmet Özel’in son yazılarından müteşekkil Dil İle İkrar kitabı, yine TİYO etiketiyle geçtiğimiz aylarda neşredildi. Kitap, İsmet Özel’in İstiklal Marşı Derneği’nin internet portalinde belirli aralıklarla “Dil ile İkrar” serlevhası altında yazdığı metinlerin bir araya getirilmesinden oluşuyor.

Dil İle İkrar, Özel’in ve TİYO’nun hem Latin hem Kur’an harfleriyle neşrettiği dördüncü kitaptır. Desem Öldürürler Demesem Öldüm, Küfrün İhsanı Olmaz, Türk Olamadıysan Oldun Amerikalı kitaplarından sonra neşredilen bu kitap, biçim olarak diğerlerinden bir farklılık içeriyor: Diğer üç kitap, bir tarafta Latin diğer tarafta Kur’an harfleri olmak suretiyle ikiye bölünmüştü. Bunda ise aynı yazı hem Latin hem Kur’an harfleriyle yan yana basılmış. Bu şekilde olması, yazıyı farklı harflerle görmek isteyenler açısından doğal olarak bir kolaylık sağlıyor.

İstiklal Marşı Derneği, bu kitap neşredildikten sonra “Kalp İle Tasdik” adı altında bir panel gerçekleştirdi. Bu panelde bahsedilen konular paralelinde Dil İle İkrar'ı okumak, taşların daha rahat yerine oturmasını sağlayacaktır.

İsmet Özel’in kelimelere ve dile ne kadar önem verdiğini onu takip edenler bilecektir. Gerek dernek bünyesinde yapılan çalışmalar gerek İsmet Özel’in kitaplarında ele aldığı konular elbet sözün önemine ve Türkçeye geliyor. Bu kitabına da sözün önemiyle başlayan şair, kitap boyunca İslâm, kapitalizm-şiir ilişkisi, siyaset, tarih vb. konulardaki görüşlerini dil ile birlikte çerçevelendiriyor: “Neye yönelmiş olursak olalım yön ancak sözle var. Sözü değiştirmeden yönü değiştiremiyoruz. Sözü varlıktan, varlığı sözden tecrit insan gücünün ötesinde. ‘At başı’ ibaresi eşya ile söz arasındaki münasebetin at başı gittiğini ispat ediyor. Sözsüz fiil yok. Oluş demek söze kavuşmak demek. Söze dökmediğimiz takdirde kendi fikirlerimizin ne olduğundan kendimizin de haberi yoktur.” diyen şair, daha önceki zamanlarda belirttiği gibi bir farz-ı kifaye’yi yerine getirme çabasıyla kendi doğrularını, kendi bakış açısını, kendi iman ettiğini Müslümanlara aktarıyor.

İsmet Özel denemelerine bol bol sorular sorarak başlıyor ve okuru bu denemelerle konuya hazırlıyor diyebiliriz. Hemen çoğu kitabında bunu görsek de bu kitapta biraz daha yoğun bir soruya maruz kalıyor okur. Sorunun içinde cevabını da veriyor çoğu zaman ve daha sonra yazının devamında bu cevabı açıklıyor.

Kelimeleri kullanış tarzı, farklı kelimeler ve farklı başlıklar (hem şiir hem de düz yazılarında) konusunda birçok kişiden ayrılan İsmet Özel, kitabı okuyanlara bazı şeylerin gerçek anlamını da gösteriyor. “Şu Allah’ın işine bak”, “Acı patlıcanı kırağı çalmaz”, “Dervişin fikri neyse zikri de odur” gibi kalıplaşmış ifadelerin bilinen anlamlarının dışına çıkan şair, en doğru açıklamaları ikrar etmekten geri durmuyor.

Bu kitap Müslümanlara yazıldı demiştim yukarıda. İsmet Özel’in karşısına küfrü alarak girdiği bu çaba aslında şimdiye kadar yaptıklarından çok farklı değil. Yine de bazı şeyleri dil ile ikrar etmekten bıkmaması açısından oldukça değerli olan bu yazılar, “Müslümanım” diyenlere yol göstermesi açısından da önemli: “Bana ancak işittiğimi ikrara müsait bir dil verilmiştir. Mesuliyetim işittiğime itaat edip etmediğimi kapsar. Hakikatin bu veçhesi itibariyle insanoğlunun ezelden ebede meşruiyet kazanmış bilgi alanını Kur’an-ı Kerim’in nüzulü tayin etti. Hayır, öyle olmadı veya olduysa bile gerçekte Kur’an-ı Kerim’in nüzulü sebebiyle eler olup bittiğinden pek emin değilim diyen herkes kâfirdir.

İsmet Özel, kitabında, Türkçe-İslâm-şiir üçgeninde çok duruyor ve bağ kurduğu ‘şey’lerin birbirinden ayrılamaz olduklarını geniş birikimiyle anlatıyor. Şiir konusunda şimdiye kadar dediklerinin Müslümanlar nezdinde ne kadar dikkate alındığı tartışılır. Fakat, “Allah milletleri dilleri üzerinden yaratır” şiarıyla bir şeyleri açıklayan Özel, Türk milletinin şiirle var olduğunu ve olacağını belki de en yoğun şekilde bu kitapta belirtiyor: “Hıristiyan takviminin 1917’nci senesi Medine müdafaası sebebiyle Türk milletinin emniyetini nerede bulduğunu âyan ettiği senedir. Türk milleti emniyetini şiirde buluyordu. Nasıl? Fahrettin Paşa ‘Ben rıza göstersem bile Küçük Muhammetler sağ kaldıkça yattıkları yer olan Medine’yi terke razı olmaz!’ mantığı güderek tarihte ilk defa ‘Mehmetçik’ ibaresini telâffuz ettiği sebebiyle. Güdülen mantık Türk şiirini olduğu kadar Lisân-ı Türkî’yi de imkân sahasına dâhil eden mantıktır. Unutulmasın ki, divan şairlerini şair kılan birçoğunun sahip olduğu Arapça ve Farsça divanlar değildi. Türkçe divanlarıyla şair oldular. Şairlerin her biri birer Mehmetçik olmağı göze aldığı için Türk edebiyatı vatan sahibi olmanın senedi olarak tezahür etti.

Şair, işlediği konular hakkında malumat verirken meseleyi derinden aktarıyor fakat bu derinliği yazıların boyutlarından anlamıyoruz. Sitede yazdığı yazılardan derleme olan kitaplarında, diğer kitaplarına nazaran daha ağır bir dil ve daha yüksek bir üslûp benimseyen şair, bu kitapta da bu özelliği devam ettiriyor. Birkaç tane denemenin dışında hepsi hakkında, okurun önceden bir bilgi birikiminin olması gerekir. En azından şairin önceki kitaplarından birkaç tane okumuş olması bu kitabı anlamlandırmada oldukça yararlı olacaktır.

Kitaptaki yazılar hafta hafta yazıldığı için, güncel konuların yazılara sirayet etmemesi düşünülemez. Her an her şeyin olabildiği, gündemin hiç boş kalmadığı, hatta aynı gün içinde birden fazla çok önemli şey yaşayan bir ülkede yaşıyoruz. İsmet Özel, asıl konusundan, dilden, Türkçeden, İslâm’dan şaşmadan güncel konuları da anlatmak istedikleri içinde eritiyor. Bunların içinde geçirdiğimiz darbe girişimi, yapılan referandum, ülkemizde gerçekleşen patlamalar, Misak-ı Millî tartışmaları vb. konular yer alıyor. İnsanları -onun ifadesiyle yutturulan dolmalar- bir şeyleri anlatmaya, yanlış bilinenleri doğruya çevirmeye, hayata kendimizi fazla kaptırdığımız için görmediğimiz şeyleri göstermeye çağıran şair, bunları her zaman Türkçe ve Türk vatanı ekseninden gerçekleştiriyor: “Türk toprakları ibaresi sizi rahatsız edebilir. ‘Bu topraklar Türklerin değil, benim!’ diyerek kendinizi Türk toprakları ibaresine itiraz edenler zümresine mensup sayabilirsiniz. Değilseniz aşağıda zikredilecek bir keyfiyetten haberdar olmak sizi içten içe zora sokan bir düğümü çözecek, zenginliğinizi artıracak. Ali Rıza Paşa kabinesinin Misak-ı Millî’yi ilan ettirdiği günlerde müteferrik sakinlerle dopdolu olan Batum, İstanbul, Selânik, İzmir, Urfa, Halep şehirlerindeki umumun istifadesine tahsis edilmiş mahallerde Türkçeden başka dil tekellüm edenler tahfif ve istiskal edilirdi. Çağdaş zihnin çok gerilerine kastla itilmiş bu vakıanın varacağı anlam muhtemel ki, ihtiyaç duyulan sağlamlığın Türklerin milletçe yemin edişi zaferinden doğacak zemin üzre bulunacağı hakikatidir.

Yazıları okuduğumuzda ilk etapta şairin geçmiş kitaplarında bahsettiği konuları tekrarladığı hissine kapılabiliriz; fakat biraz dikkat gösterdiğimizde bahsedilen konuların her yere değil de belli birkaç noktaya yoğunlaştığını ayırt edebiliriz.

Bazı deneme kitaplarında, kitabın özünü yansıtan ve kitabın çekirdeği diyebileceğimiz bir veya birkaç yazı bulunabilir. Bu kitap için -bence- bu yazı “Dilce-Lisânen-Lûgavî” başlıklı yazıdır. Baktığımızda üç kelime de aynı anlama geliyor görünebilir ama İsmet Özel bunları tamamen farklı bir şekilde açıklıyor ve bu da bize anlatmak istediği her şeyin ipucunu veriyor. Bu durumla ilgili Kalp İle Tasdik panelinde Gökhan Göbel’in konuşmasını alıntılamak istiyorum çünkü en doğru ifadenin bu olduğunu düşünüyorum: “Şimdi bu kitapta her yazı müstakil başlı sonlu yazılar fakat kitap çok orijinal bir bütünlük içinde. Kitabın ortasındaki bir yazıdan sonundaki bir yazıya yollar var. İsmet Özel bugüne kadar Türkiye’de yapılmayan bir şey daha yaptı bu kitapta, “dilce lisânen lugavî” diye yazı yazdı. Orada Türk dilinin neye taalluk ettiğini, Türk lisanının neye taalluk ettiğini anlattı. Türk dili ve lisanı arasındaki farkları gösterdi ve Türk lisanı yerine Türklük lisanı dememiz isabetli olacaktır dedi. Böyle bir teklif sundu. Ve orada dilden farklı olarak lisânın kendi adına konuştuğundan bahsetti…

İsmet Özel, uğraşıyor, didiniyor, ortaya bir şeyler koymaya çalışıyor. Maalesef ki onu dinleyenler, ona kulaklarını bile isteye kapatanların yanında devede kulak kalıyor. Fakat bu durum şairi yapmasına inandığı şeyleri yapmaktan alıkoymuyor. Bazen de derdini anlatırken, okurlara satır aralarında dert yanıyor. Bu kitapta da okurla etkileşim halindeyken bazı denemelerde niyetini ve sitemini sarih bir şekilde dile getirmesi bunun kanıtı niteliğinde. Belki de insanlar kalıplarının yıkılmasını kabul edemiyordur ve o yüzden uzaktır İsmet Özel’e. Yine de Dil İle İkrar'ın tarafsız bir gözle okunmasını tavsiye ediyorum. Özel’in kalibresi en yüksek üç dört kitabından biri olarak görüyorum bu kitabı: “Benim dil ile ikrar ettiğim bir vebalden kurtulma teşebbüsünden başka bir şey değildir. Gönlüm son dem denilebilecek bir ömür kesitinde bir daha münasebetsizlik edip son model arabalarını tıkır tıkır yürütenlerin, sigortalı gemilerini hışır hışır yüzdürenlerin işlerine burnumu sokma teşebbüsünde bulunmağı çok isterdi. Ama buna hiç imkân yok. Zira Türk’ün sarahaten âyan olan yalansız beyanının hiçbir müşterisi yok.

Mehmet Akif Öztürk
twitter.com/OzturkMakif10

3 Ocak 2017 Salı

Şaire ne soruldu, şair ne söyledi?

“Sanıyor musun ki, sormadan bir şey öğrenebilirsin. Ve sanıyor musun ki, susup durmakla bilgisizliğin geçer. Yanılıyorsun. Durma sor.”
- Abdülkâdir Geylânî Hz.

“Sorunun konusu değil soru sorabilecek endişelere sahip olmak önemli. İnsanın insanla ilişkisinde karşısındakini nesne olmaktan kurtarması lazım. Sağlıklı, verimli bir ilişki ancak soruyla kurulur.”
- İsmet Özel

Her şeyi anlamak istiyoruz. Dünyada olup biten, ölüm sonrası olacak olan durumları, günlük siyasi olayları, bir şiiri, romanı, karşımızdaki insanı… İnsan olarak -beşer değil- her şeyi anlayıp kendi dünyamızda anlamlandırmak istiyoruz fakat bunu yapmanın birinci kuralı olan soru sorma eylemini yapmıyoruz. Korkuyoruz, bencilliğimize yeniliyoruz, kibrimizden yukarı çıkmıyoruz, sonra da ‘biliyorum’ duygusuna kapılıp bilmediğimizi katmerliyoruz. İnsan olmanın önemli vasıflarından biri olan soru sorma eylemini maalesef ülkece gerçekleştirmiyoruz. Toplum yapımızın da bununla ilgisi çok fazla. Bizde soru soran insan sevilmez. Sorarak, sorgulayarak yaşayanlara bir ‘değişik’ gözüyle bakar okumuşlarımız da okumamışlarımız da. Belli kalıplar dahilinde sorulup alınmış cevaplarla tatmin oluruz. Çünkü büyüklerimize göre daha ilerisine bizim ‘aklımız ermez’. ‘Başımızdakiler’ –her anlamda- düşünmüştür bizim yerimize her şeyi. Biz de başkaları tarafından sorulmuş sorulara verilen veya verilmeye çalışılan cevaplarla hayatımızı devam ettiririz. Modern çağ –özellikle 2000'ler- bilgiye çok kolay ulaşılabilen bir çağ. Bunun getirdiği bir kibir de soru sormamızı engelleyen etkenlerden önemli bir tanesi. Artık internete ulaşamayan kimse kalmadı gibi. Doğru da yanlış da internette. Gençlerimiz soru sormuyor; çünkü saçma sapan sitelerden öğrendikleri bilgileri ‘kutsal’ belleyip her şeyi bildiklerini sanıyorlar. Soru sormayı aşağılık bir durum addedip herkes cevap verme peşine düşüyor. Anlaşmazlıklarımızın, bilgisizliklerimizin birçoğu eksik soru sormaktan ya da hiç soru sormamaktan –BEN bilirim duygusundan- kaynaklanıyor. Okullarımız soru sormayı neredeyse yasaklayan bir eğitim veriyor. Daha ilkokul çağlarında soru sormadan sürekli enformasyona maruz kalan çocuk büyüdüğünde de bunu değiştiremiyor. Neyse ki soru soran muhabirler, gazeteler, dergiler var da bu eksiğimizi gideriyoruz. Daha doğrusu varmış. Artık bunlar da yok. Modern çağ hepsini yedi. Neyse ki bu kitap var elimizde.

Sorulunca Söylenen, İsmet Özel ile 1977-1999 yılları arasında yapılan mülakatları içeriyor. Bu zamanlar arasında önemli görülen birçok gazetenin, derginin ve buralarda çalışan önemli kişilerin İsmet Özel’e yönelttikleri sorularıyla birlikte İsmet Özel’in fikir dünyasına dahil oluyoruz. Birinci baskısını 1989 yılında yapan kitap TİYO’dan ilk olarak 2014 yılında neşredilmiş. 1999’dan 2014’e kadar yeni baskı yapılmadığını görüyoruz. Bunun cevabı İsmet Özel’de; fakat bir okur olarak her yıl baskı yapıp okunması gereken kitaplardan olduğunu düşünüyorum.

Kitapta İsmet Özel’le mülakat yapan yayınlar arasında Hürriyet, Milliyet, Cumhuriyet gibi Türkiye’de bilinen birçok gazete, İslami ya da İslami olmayan birçok dergi mevcut. İsmet Özel’le aynı fikirde olmasa bile İsmet Özel’in ne dediğiyle ilgilenen insanlar şaire birçok soru yöneltmiş ve şairden önemli cevaplar almışlar. İsmet Özel Türkiye’nin en önemli şair ve yazarlarından biri. Durum böyle olunca birçok mülakat kısa soru-cevaplardan çok uzun yazılarla dolu. Bazı sorulara İsmet Özel öyle cevaplar vermiş ki bir deneme konusu olabilecek yazılar çıkmış ortaya. Yanıtlar İsmet Özel’i tanıyanlar için hiç şaşırtıcı değil. Şair lafı eveleyip gevelemeden ne düşünüyorsa ne biliyorsa ortaya koyuyor mülakatlarda.

Mülakatların hepsi belli bir konu üzerinden devam ediyor ama tabi ki özellikle uzun mülakatlarda konu konuyu açıyor ve şairin birçok konudaki fikirlerine vakıf oluyoruz. Kitabın ilk mülakatlarında daha çok ‘şiir nedir ne değildir, gerçeklik ve şiir bağlantısı, Cumhuriyet dönemi Türk şiiri vb.’ gibi teknik konular yer alırken özellikle 1985’ten sonraki mülakatlarda işin içine siyasetin girdiğini görüyoruz. Bazı mülakatlar İsmet Özel’in o dönemde çıkardığı kitaplar üzerine (Bakanlar ve Görenler, Üç Mesele, Tavşanın Randevusu vb.) veya şiirler ve kavramlar üzerine (Of Not Being A Jew, Yahudilik) gerçekleştirilmiş. Fakat şunu görüyoruz ki mülakatların çoğunda edebiyat ve politika bir yerlerden birleşiyor, bu da bize -takribi 1960 ile 1999 arası- zamanın edebi-politik çerçevesini çiziyor. Bunların dışında Müslümanlar ile ilgili hayati tespitleri de buluyoruz bu kitapta Madımak’la ilgili düşünceleri de. Kadın ve aile hakkında çok esaslı mülakatlardan siyasal İslama, Refah Partisi'ne, şairin şiire başlama hikayesine kadar her şey var. Birbirine benzer konulardan tamamen farklı konulardaki mülakatlara kadar konu yelpazesi çok geniş olduğundan bu kitapta İsmet Özel’in hemen her konudaki görüşlerinin mevcut olduğunu düşünüyorum.

Mülakat okumak farklı bir şey. Bir kişinin düzyazısından fikirlerini anlayabiliriz ama bu fikirler hakkındaki detayları mülakatlarda yakalayabiliriz diye düşünüyorum. İsmet Özel’in birçok kitabı mevcut ama şairi hiç okumayan bir insan sadece bu kitabı okusa Özel hakkında etraflı bir fikre sahip olabilir. Bu da kitabın değerini bir kat daha artırıyor. Benim kitapla ilgili tek üzüntüm mülakatların 1999 yılıyla sınırlı kalması. Halbuki İsmet Özel 2000'li yıllarda da mülakat verdi bazı dergi ve gazetelere. Keşke onlar da yer alsaydı da daha kapsamlı bir kitap elimizin altında olsaydı. Neyse ki o mülakatlara tek tek de olsa hala ulaşabiliyoruz.

Yazımı kitaptan şairin İslam’a bağlanması, hümanizm, düşünmek vb. ile ilgili bazı alıntılarıyla bitiriyorum. Bunlar sadece küçük bir kısım. Kitabı okuyanlar bunlardan çok daha fazlasını kitabın içinde bulacaktır. Keyifli değil, fikri açıdan rahatsız edici okumalar dilerim.

İnsan iki şey peşindedir, ya özgürlüğünü arar ya güvenliğini. Aslında birini bulmadan öbürünü sağlaması mümkün değil, özgürlük büyük ölçüde dışa doğru, güvenlik içe doğru bir edimdir. Ben bugün Kur’an’a bağlanmakla varoluşsal güvenliğime kavuştuğum inancındayım. Ancak bu güvenlik noktasından sonradır ki özgürlük elde edilebilir. İslam benim için bir şifadır. Yaralı olmayan veya yarasını tanımayan bu şifadan nasibini alamaz.

Modern çalışma ve yaşama biçimi, insanı bir sene çalıştırıyor ve derhal tatil veriyor. Aslında bu dinin yerine geçmek isteyen yeni bir dinin -hümanizmanın- iddiasıdır. Kendi kutsalını yaratma çabasıdır.

Boyun eğen insanlar köleliği güçlendiriyor, iş kölede bitiyor. Bir gün köle: Hayır ayakkabılarını boyamıyorum dediği anda, fırça kullanmasını beceremeyen efendi çaresiz kalacaktır.

Türkiye’de düşünerek karar verme vakıası ortadan kaldırılmak isteniyor. Düşünerek karar verme ortadan kalkınca yerine ya şartlanarak ya da zorlanarak karar verme geçiyor. Bu ikisini birlikte yapıyorlar. Yani bugün insanlar seçmelerini ya şartlanmalar, ya da mecburiyetleri doğrultusunda kullanıyorlar.

Bir şeyi yeşile boyayınca o İslami olmaz.

..Şimdi araç deyip bazı şeyleri kamufle de edebiliriz. Yani aslında o araçların bizimle olan ilişkisi çok önemlidir. Bu yüzden mesela teknoloji meselesini ciddiye alıyoruz. Çünkü teknoloji nihayet bir amaçtır diyorsa bazıları, hiç de öyle değildir. Teknoloji sonunda insanların hizmetine girmekten ziyade insanları kendi hizmetine sokan bir özellik taşıyabilir. Yani bugün kendi evlerimize bakın, vaktimizin ne kadarı o aletlere hizmetle geçiyor. Onu bir düşünün. Yani o aletler bizim işimizi mi kolaylaştırıyorlar, yoksa biraz da hayatımızı mı belirliyorlar? Yani biz biraz da onlarsız yapamayacak hale mi geliyoruz? Onların dertleri bizim dertlerimiz mi olmaya başlıyor? Onu bir düşünmek lazım.

Mehmet Akif Öztürk
twitter.com/OzturkMakif10

24 Kasım 2016 Perşembe

Sana yaramıyorsa bırak başkasına yarasın

“İnsanı ısıran ve sokan kitaplar okumalıyız. Okuduğumuz kitap bir yumruk indirerek bizi uyandırmıyorsa ne işe yarar?”
- Franz Kafka

“Okuduğunuz bir yapıt sizi fikren yükseltir, içinizi doldurursa onun hakkında hüküm vermek için başka bir kural aramayınız; yapıt iyidir ve usta elinden çıkmıştır.”
- Jean de La Bruyère

Bir hayıflanmayla, sitemle başlamak istiyorum yazıya. Bize okul sıralarında İsmet Özel hiç öğretilmedi. Tanıtılmadı. Ne şiirinden, ne düz yazılarından bahsetti öğretmenlerimiz. Sayfalar dolusu, saatler dolusu başka yazarlar anlatılırken, İsmet Özel’den hep uzak durmuş hocalarımız. ‘Durmuş’ diyorum; çünkü ben İsmet Özel diye bir ismi üniversite yıllarında hasbelkader tanıdım. Uzak durmalarının sebebini ise bu kitabı okuyunca anladım. Üniversite yıllarında şiirleriyle tanıştığım Özel’in düzyazısıyla "Waldo Sen Neden Burada Değilsin" kitabında tanışmıştım fakat itiraf etmeliyim çok anlayamadım. Çünkü yazara çok yabancıydım. Daha sonra İsmet Özel’in katıldığım bir konferansı ve oradan aldığım bu kitap bana İsmet Özel’i hem tanıttı, hem sevdirdi, hem birçok şeyi düşündürttü, hem de yazara büyük saygı duymama neden oldu. Kitabın adı değildi beni ona çeken, çünkü yazarın bütün kitaplarının ismi -şiirlerinin isimleri gibi- oldukça ilgi çekici. Başka bir şeydi ama neydi bilmiyorum.

Burada amacım kitabı tanıtmak, giriş biraz uzun oldu. Fakat benim çok geç tanıdığım bu özel insanın kitaplarıyla bir kişiyi bile erken tanıştırmak benim için çok önemli. O yüzden yazdım yukarıdakileri. Şimdi kitaba geçelim.

Fotoğrafta görünen kitap TİYO’dan çıkmış, benim elimdeki Ekim 2013 baskılı. İsmet Özel’in daha önce farklı yayınevlerinden neşredilen "Taşları Yemek Yasak", "Bakanlar ve Görenler" ve "Surat Asmak Hakkımız" adlı eserlerinin tek kitapta toplanmış hali. Yazar bu üç kitabı birbiri içinde eritmiş, yeni ve uzun denebilecek bir önsözle yeniden yayına hazırlamış. İsmini, sonunda bulunan "Taşları Yemek Yasak" adlı hikayeden alıyor. Eserde büyük çoğunluğu üçer sayfa, toplam 93 tane deneme var. Konuların genel dağılımı Müslümanın dünyadaki yeri, düşünce yapısı, Müslüman olarak yaşayıp bu şekilde kalabilmek, Müslüman bir insanın medeniyet, teknoloji ve modernizme nasıl bakması gerektiği üzerine. Kapitalizme sağlam bir eleştiri de var bu yazılarda, 12 Eylül darbesine de. Kitabın sonlarındaki şu bölümün hem 12 Eylül darbesi hem de Türkiye'nin ahvali üzerine önemli olduğunu düşünüyorum:

"12 Eylül öncesinin bombalı, mitralyözlü dünyasıyla, bugünün gürültüsüz dünyası arasında hakka yönelme, hakkı arama bakımından ne derece fark bulunuyor? Eğer günlük yaşayışımıza sükuneti getirdiklerini iddia edenler bu sükunetle birlikte hakka karşı sağırlığı, insanların irili ufaklı yüzlerce puta bel bağlamaları şartını getirmişlerse, onların gerçekten sükunet getirmekle övünmeye yüzleri olur mu? İnsan ruhunu ateşe yaklaştıran dünya ahvali bombalı ve bombasız olmakla daha iyi veya daha kötü sayılamaz. İnsan satın alınıyorsa bunun dolar veya ruble karşılığı yapılmasının meselenin özünde bir şey değiştirmeyişi gibi bizleri Allah’tan uzaklaştıran ve puthanelere sevkeden rejimin gürültülü veya sakin olması da Müslüman bakımından meselenin özünde değişiklik doğurmadığı bilinmeli.

Her şeyin bir fiyatı vardır. Size huzur verdim diyenler bizden ne aldıklarını da söylesinler. Onların sahte huzurlarıyla avunmadığımızı, çanak yalamaktan hoşnut olmayacağımızı ve surat asmak hakkımız dediğimizi bilsinler."

Beynimi vuran şey bu kitapta yazan şeylerle bize öğretilenler arasında uçurum olduğu gerçeği. Hem kavramlar hem fikriyat düzeyinde. “Bir kitap, içinizdeki donmuş değerleri parçalayacak bir balta olmalıdır” demiş Kafka. Ben bu kitabı okuduğumda kendimden başlayarak dünyayı, ülkemi, bizi idare ettiklerini söyleyenleri iç dünyamda sorgulamaya başladım. Birçok şeyi sorgulamaya başladığım gibi. Bu kitaptan sonra yazarın birçok kitabını okudum. Hepsi hep en mühim meselelerden bahsediyordu, en doğru şekilde ve bize şimdiye kadar öğretilenlerin hep dışında. Hepsinin bende yeri ayrı ama ‘Taşları Yemek Yasak’ daha da ayrı. “Bazı kitapların tadına bakılmalıdır. Diğerleri yutulmalıdır. Ve çok azı da çiğnenip hazmedilmelidir” der Francis Bacon. Bu kitap çiğnenip hazmedilip hatmedilmelidir. Ayrıca İsmet Özel okuyup anlayamayan birçok kişi olduğunu biliyorum. –Bence- bu kitabın dili diğer kitaplarına göre daha yalın. Yazarın bir ifadesi vardı: “Sizi okumaya nereden başlayalım diye soranlara ‘olduğun yerden başla’ diyorum” şeklinde. Olduğu yeri bilmeyenlere benim naçizane tavsiyem Taşları Yemek Yasak’la başlamaları. Sonra zaten gerisi gelecektir diye düşünüyorum.

İnsanın bazen gönlüyle kanıtladığı şeyler vardır. Bir ölçme birimiyle ölçemezsiniz, bilimsel kanıtlayamazsınız, çoğunluk hatta bazen herkes sizin tersinize düşünür ama bilirsiniz ki sizin düşündüğünüz, inandığınız şey doğrudur. İşte, bu kitabı okuyunca İsmet Özel’de hissettiğim bu oldu. "İsmet Özel niçin bu kadar haklı?" diye sordum kendime. Hâlâ soruyorum.

Herkesin onu okuyup bir şeyler öğrenmesini istediğiniz yazarlar vardır. Sanki bir yakınınız gibidir o. Onun hakkında kötü bir söz, dayanaksız iddialar duyunca üzülürsünüz. İsmet Özel o kadar çok okunmalı ki –bence özellikle Taşları Yemek Yasak ve Üç Zor Mesele- bunları diyebilen, ağızlarından iftiralarını eksik etmeyen Türk düşmanları, karşısında daha da büyük bir topluluk bulabilmeli. İsmet Özel bir söyleşisinde “Beni takip eden bir kitlem var. Yeni bir kitabım çıktığında en az 5000 adet satıyor. Onlarla bir bağım var” minvalinde bir şey söylemişti. Bu topluluğun daha görünür olmasını kendimce çok istiyorum. Oğuz Atay’ın "Korkuyu Beklerken" adlı kitabının son hikayesinin son kısmında "Ben buradayım sevgili okuyucum, sen neredesin acaba?" dediği gibi; İsmet Özel burada, hep buradaydı sevgili okuyucu, sen neredesin acaba diyorum ben de.

Yazımı kitabın sonundaki kitaba adını veren ve hikayenin özü olan kısımla bitirmek istiyorum. İsmet Özel’le kalın…

İnsanın taş yemeye ihtiyacı yok diyorsun. Öyleyse şunu düşün: İnsanın ihtiyacı olmadan fazlasını elinde tutması kendisi için taş gibidir. Bu yalnız mallar, servet, güç gibi nesnelerde geçerli değil. Merhamet, şefkat, tevazu gibi şeyler için de böyle. Bilgi için de böyle. Eğer herhangi bir şey insanların istifadesine açıksa ancak istifade edildiği kadar o ‘şey’ olur, o şeyden istifade edilmezse artık o taştır ve gerçekten onu istifadeye konu etmeksizin kullananlar taş yemiş olurlar. Sana yaramıyorsa bırak başkasına yarasın. Sana yaramadığı halde sende olan hem senin hem başkasının aleyhinedir. Taşları yeme, taşları yemek yasak.

Mehmet Akif Öztürk
twitter.com/OzturkMakif10

20 Mayıs 2014 Salı

Ve'l-Asr: İnsan, ziyandadır.

"Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen
Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen."
- Şeyh Galib

"Dünyanın herhangi bir yerinde bir tek insan mahpus ise kendimi asla özgür hissedemem."
- Albert Camus

Hepimiz nankörüz. Sert mi başladım? Eğer yumuşak başlasaydım hepimiz adına nankörlüğe imza atmış olurdum. Nankörlükle başa çıkmamız gerekiyor. Tez zamanda bu tek tipleşmeye, yığınlaşmaya, gamsızlığa, gammazlığa, değersizleşmeye karşı durmamız şart. Tez zamanda kıymetimizin farkına varmak, değerimizi bilmek, anlama ve kavrama meziyetlerimizi ortaya çıkarmamız şart. Tez zamanda, şart. Çünkü hepimize zararda olduğumuz, ziyan olmamamız için dirilişe geçmemiz Kur’an’da bildirilmiş. Kitabı incelemeden önce hatırlayalım:

"Andolsun zamana ki, insan gerçekten ziyan içindedir. Ancak, iman edip de sâlih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler, birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka (Onlar ziyanda değillerdir)."

Asr suresi Mekke-i Mükerreme’de nazil olmuştur ve üç ayettir. İmam-ı Şâfii, Asr suresi hakkında şöyle buyurmuş: “Kur'an-ı Kerimde başka hiç bir sure nâzil olmasaydı, şu pek kısa olan Asr suresi bile, insanların dünya ve âhiret seâdetlerini te'mine yeterdi. Bu sure, Kur'an-i Kerim’in bütün ilimlerini hâvidir (kucaklıyor)".

Kitaptakileri kimi okuyucu şairin şiiri, kimi okuyucu şairin hikâyesi, kimi okuyucu da tatlı sert acı gerçeklerin, kuru kavruk bezendiği metinler olarak okuyabilir. İsmet Özel’in sağlam doğruları ve dertleri arasında kaybolmamak da mümkün değil. Fakat her kayboluşta yeni bir çıkış olduğunu da düşünürsek şunu bulabiliriz: İsmet Özel “Neyi Kaybettiğini Hatırla” derken hatırımıza ara ara düşenleri değil, unutulan yahut unutturularak yok edilen kıymetlerimizi birer birer ok gibi fırlatıyor. Öyle uzaktan da değil. Çok yakından, yakınlarımızdan. Bu bir yakın dövüş de olabilir. Er/hâtun kişi niyetine.

"Sözün özü; anladıklarımızla dost oluruz, ancak dostlarımızı anlarız. Artık anlayamadığımız dostlarımızı kaybederiz. Düşmanlarımızı ise anlamamız mümkün değildir. Onlar anlamadığımız kadar düşmanımızdır. Oysa onları öğrenebiliriz. Onları çok iyi öğrenerek bize verecekleri zararı en aza indirebiliriz."
(Düşmanını Öğren, Dostunu Anla - sf. 51)

Dudaklarını birbirine vura vura “Müslümanım!” diyenlerin farkına var(a)madıkları ve içinde boğuldukları gâvurluklar, küfür sistemini bırakın reddetmeyi adeta buyur eden müminler(?), modernizmin her beze dolanan tarağıyla saçını düzleştirenler, su ısıtıcısına basıp belerken tespih çekmeyi ihmal etmeyenler, mikrodalgada hayatının ısıtan ama bir türlü çözemeyenlere(!) birer darbe. Pazara çıkmayan, pazarlık da yapmayan her kimse, işte onların kitabı Ve’l-Asr. İlk baskısından yıllar geçse de önemini kaybetmeden yine onları bekliyor; okuyucusunu. Yani dertdaşını.

"En doğrusu, gelin birbirimize hakkı tavsiye, sabrı tavsiye edelim demektir; ama kimin tavsiye etmeye ve tavsiye olunmaya liyakat kesbettiğini düşünmekten kendimi alıkoyamıyorum. İçinde yaşadığımız medeniyetin iliklerine kadar işlemiş olan riyanın hepimizi ne ölçüde etkilediğini bir bileydik ne iyi olurdu! Tavsiyeye lâyık olmayışımıza hayıflanmaktan fazlası elimizden gelmiyor diye düşünüyorum. En azından, kendim için gerçek bu. Emeğimi hüsrana boğmaksızın sarf edebileceğim bir alana çekilmeye ne büyük bir hasret duyduğumu bilen bir Allah'ın kulu var mı ki?" (Size Tavsiyem Odur Ki... - sf. 131)

Kitaptaki başlıkların içinde saklı hazineleri siz bulun. Siz kaldırın o sandığı. Kaldıracağınız şey sadece sandığın kapağı olmayacak. Bir yükü omuzlayacak, bir dertlinin derdine ortak olacak, böylece aynı safta aynı şeylere itiraz etmenin ferahına erecekseniz. İsmet Özel'in okuyucusu olmakla, onu anlayan olmak arasındaki farkı bu yazıya konu etmeyelim. Sadece Şûle Yayınları'ndan 2004 yılında yayımlanmış (2. baskı) Cuma Mektupları-10'da yer alan "Bir Zamanlar Bir İsmet Özel Vardı" başlıklı yazıdaki işarete göz dikelim yeter: "Neye emek verdiğimi anlamayan insanların benim adımı ağızlarına almalarından oldum olası büyük bir rahatsızlık duyarım, ilk yazımda dedim ki kitle iletişim araçları vesilesiyle yazı işine giren bir Müslüman’ın vazifesi dikkate değer şeyler yazmak değil yazdıklarıyla dikkatlerin Kur’an-ı Kerîm’de yoğunlaşmasını sağlamaktır."

İnsan tercihleriyle insandır. Ziyan olmamak bir tercih midir, zaruret mi? Kitap, belki de bunun cevabı...

Yağız Gönüler
twitter.com/YagizGonuler
*Bu yazının tamamı Aşkar Dergisi’nin 28. sayısında yayımlanmıştır.

20 Şubat 2014 Perşembe

Son büyük Türk şairinin portresi

"Yaşamak için midesine indirdiği şeyin karşılığını alnının teri ile elde etmeyen bir yurttaş asalak bir varlıktan başka bir şey değildir."
- Jules Romains, Dirilen Şehir

"Bir yerde, bir noktada duramaman:
Seni büyük yapan da bu değil mi?
- Goethe, Doğu-Batı Divanı

Başlarken Mustafa Kutlu'nun sözlerini kullanmak isterim. İsmet Özel son büyük Türk şairidir. Şiiri, Türk sözüdür. Bu yüzden ne sosyalist taraftayken ne de kendi deyimiyle ihtida ettikten, yani Müslüman olduktan sonra şiirlerine bir itiraz dahi olmamıştır. "Türkiye’nin bugün geldiği değil, getirildiği noktada şiirlerimi okuyabilecek narodnik kalmadı" diyerek şiiri bırakmasının ardından bir dönem Halkın Dostları dergisinde yol arkadaşı olan Ataol Behramoğlu şöyle demiştir: "İsmet Özel gerçek bir şairdir. Şiir her zaman onun için ciddi ve varoluşsal bir yaratıdır."

Daha önce İbrahim Tüzer'in oldukça geniş biyografisi "İsmet Özel: Şiire Damıtılmış Hayat"tan daha farklı bir deneme çıkarmış Reşit Güngör Kalkan. Tüzer'in biyografisinde şairin sadece yaşamının değil, şiirlerinin üzerinde de (teknik, üslup vb.) ciddi çalışmalar yer alır. İkincisinde ise tam bir portre denemesi okuruz. Roman tadında akıcılığı, fotoğraflarla zenginleşmiş sayfaları ve belli bir kronolojisi vardır. Önce uzun sayfalar boyunca İsmet Özel'in hayatını başından sonuna kadar ne çok derinlemesine kazıyarak ne de üstünkörü geçerek izleriz. Tam tadındadır. İsmet Özel'in aile, öğrencilik ve edebiyat yaşamını takip ederken aynı o zamanda o dönemlerin genel düşünce dünyasını, edebiyat çevresindeki ilişkileri, siyasi açmazları da öğrenmiş oluyoruz. Şu iki güzel anıyı hemen kitaptan almam icap ediyor:

"1966 Sonbaharı... Zarifoğlu anlatıyor: Bir tek ilginç şey oldu. Rasim'le camın kenarında duruyoruz, içki bardakları ve çörek tepsilerinin uzağındayız. Toplantıyı izlemek için Ankara'dan gelen İsmet Özel yanımızda. Birileri tanıştırdı. İsmet tebrik etti bizi. "Toplantının yıldızıydınız" dedi. Birkaç cümleden sonra "Bizim safımızda olmanızı isterdim" dedi. "Allah korusun" dedim. İsmet Özel'in yanında nursuz bir yüz belirdi. Hâşâ, "Ne karışır" dedi. Ve ben "Yalnız O karışır" dedim. Böyle oldu."

"Mülkiyeliler Birliği'nde de Cemal Süreya ile karşılaştık. Ayrılırken Edip Cansever'e "Size şiirlerimi göndereceğim" dedim. Dediğimi de yaptım. Edip Cansever'den heyecan ve övgü dolu bir mektup aldım. Mektupta diyordu ki "Bize şiirlerini gönderen çok olur, sanma ki herkese böyle sözlerle cevap veririm.". O mektup çok hoşuma gitmişti, hep yanımda taşıyor çıkarıp okuyordum. Böylece, Edip Cansever'le yazışmamız başladı."

Ailesi, 1944'de Kayseri'de doğumu, Siyasal Bilgiler Fakültesi, Fikir Kulüpleri Federasyonu (FKF), Halkın Dostları dergisi, 12 Mart 1971 dönemi, Sosyalizm-İslâm-Türkçülük, İstiklâl Marşı Derneği, şiir kitapları ve yankıları, düzyazılarındaki derinlik, gazete yazarlığı deneyimleri... İsmet Özel'in hayatındaki önemli çizgiler ve kendi çizgileri Reşit Güngör Kalkan'ın bu portre denemesinde bir roman tadıyla akıyor. Okur Kitaplığı'ndan Eylül 2010'da çıkan kitap, İsmet Özel'in anlamaya çalışmak yolunda önemli bir adım. Zira şahsiyetlerin yaşamlarını da iyi bilmek gerekir ki fikirlerinin arkasında neler olduğunu bilebilelim.

Kendi işini kendi görmekten vazgeçmeyen, Kur'an ve sünnet ölçülerini kendine yegane kılavuz belirleyen, temel meselesini ahlak üzerine kuran, emr-i bi'l ma'rûf ve nehy-i anil münker çizgisinden şaşmayan şairden etkilenme konusunda ise Reşit Güngör Kalkan müthiş bir açıklama yapıyor: soylu bir akrabalık kurmak.

Evvel refik, badel tarik. Önce yoldaş, sonra yol. Bu yüzden her yolun başı, dertdaş olmak. İsmet Özel de buna bir hayli değer verir. "Ve'l-Asr"dan:

"Sözün özü; anladıklarımızla dost oluruz, ancak dostlarımızı anlarız. Artık anlayamadığımız dostlarımızı kaybederiz."

Anlamadığımız ne çok şey var. Ve hiç anlamayacağımız. Niyet iyi olunca akıbet de iyi oluyor anlayış hususunda...

Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf

3 Ocak 2014 Cuma

Hadislerde ilham arayanlara

"Bu dünyaya kalmayalım
Fânidir aldanmayalım
Bir iken ayrılmayalım
Gel dosta gidelim gönül."
- Yûnûs Emre

"Bir yaprak kapatıyorum hayatımın nemli taraflarına
Ölümden anlayan, ciddi bir yaprak
Unutulacak diyorum, iyice unutulsun
Neden büyük ırmaklardan bile heyecanlıydı
Karlı bir gece vakti bir dostu uyandırmak."
- İsmet Özel

Şiirin insanı hangi şekillerde etkilediği ve şairin şiiri yazarken neleri gözettiği asırlardır hem okuyucuyu hem de eleştiriciyi muallakta bırakmaktadır. Şiir, yeryüzünde tüm toplumları etkileyen, şekillendiren, tarihe ışık tutan ve tarihle yürüyen, nihâyet şairden de sıyrılabilen sözler bütünüdür. Şiir; kalan, duran, koşan bildiriler zinciridir. Şairin dertlerinin, "güzel sözle söyleme sanatı"yla kavrulmuş hâli şiirdir. Şiirin kendi bir derttir. Peki bu dertler silsilesinin ucunda ne vardır, yahut olmalıdır? Biz bu soruya, bu toprakların akıbetini belirleyenler ve daima belirlemek mükellefiyetini omuzlarında şerefle taşımayı kabul edenler olarak cevap vermeliyiz. Kur'an ve sünnet mirasından başka bir mirası reddedenler olarak. Türklükle Müslümanlığın arasını açanların baş belâsı olarak. Türk şiirinin ortaya çıkışının, küffara vurulan bir darbe olduğunu kavrayarak ve bilerek. Gözeterek ve görerek. Başka türlü bir şiir anlayışı, şiir olmayacaktır. Anlayıştan da oldukça uzak olacaktır. Zira Kur'an, şiirin ve şiirimizin müktesebatını zaten belirlemiştir. Bir tepsi sunmuştur. İkramına vesile olan ve Mekke'de nazil olan Şuarâ Suresi'nin son 4 ayeti şairler üzerinedir:

224. Şairlerinden ardından sapkınlar giderler.
225. Onların her vadide şaşkın şaşkın dolaştıklarını görmez misin?
226. Şüphesiz onlar, yapmadıkları şeyleri söylerler.
227. Ancak iman edip iyi ameller yapanlar, Allah'ı çokça zikredenler, kendilerine zulmedildikten sonra öçlerini alanlar (bu hükmün) dışındadır. Zulmedenler, hangi akıbete uğrayacaklarını bileceklerdir.

İlk olarak kasım 2003'te yayımlanan "Kırk Hadis", İsmet Özel'in radyo konuşmalarının redaksiyonu suretiyle meydana gelmiştir. TİYO Yayıncılık tarafından yapılan yeni edisyonuyla (temmuz 2013) 6. baskısını yapan "Kırk Hadis"te yeni bir önsöz bulunuyor ve kitaptaki hadislerin Arapça metinleri elle rika hattıyla yazılmış olarak okuyucuya sunuluyor. Peki okuyucu "Kırk Hadis"ten ne anladı, ne anlıyor? Bu hâlâ bilinmiyor fakat İsmet Özel kitabın önsözünü bitirirken derdini şu şekilde belirtiyor: "Kimin kime düşman olduğu, kimin kime dostluk gösterdiği ve kimin kimle haşrolunacağı ezelden belli. Ben sadece şu dünya zindanında kötü kokudan rahatsız olan ne kadar insan kaldı ise, onların kendi burunlarında kabahat bulma hatasını işlemelerini güzel bulmadım, nâçizâne."

"Ne kadar daha kazanırsam evi, arabayı değiştiririm?" veya "Aman, bana dokunmayan yılan asırlarca yaşasın!" derdini(?) edinmiş toplulukların içinde öyle veya böyle yaşıyoruz. Yer alıyoruz demiyorum, yaşıyoruz. Bazen el sıkışıyoruz ama anlaşamıyoruz. Selâm veriyoruz karşılığını alamıyoruz. Kabul etmiyoruz. Etmemek için ne yapıyoruz? Şiire müracaat ediyoruz. Haysiyetimizi korumak için şiirin yüzüne sürüyoruz gözlerimizi. Değerimizi düşürmemek için şiiri tercih etmiyoruz, şiiri değer biliyoruz, değerleniyoruz. Kıymetimizin ölçüsünü dizelerde arıyoruz. Buluyoruz. "Bir yanlışlık var!" dediğimizde surat asma hakkımızı kullanıyoruz. İlerleme dediğimiz şey ruh bütünlüğümüzdeyse, bunu şiire borçluyuz. Rahatımızı kaçıran şey şiirse, burada güzellikler buluyoruz. İşte Kırk Hadis; "Bir hadîs-i şerîfin bir şairle ne ilgisi olduğunu, bir hadîsin bir şaire neler ilham etiğini, bir hadîsin bir şaire hangi bakımdan ikramda bulunduğunu öğrenmek hoşunuza gidecekse doğru yere geldiniz" diyor. Evet, geldiğimiz yer doğru. Fakat İsmet Özel hadislerle kurduğu demire şiirleri tespih taneleri gibi dizerek bize bir rahatlık temin etmiyor. Çünkü bu yerin bize sunduğu, rahatlıktan çok, "şimdiye kadar bozulmadan koruyageldiğimiz rahatımıza" musallat olan bir terakki sahasına sokuyor okuyucusunu. Çünkü şairin insanlara çok yakışacağını düşündüğü bir mesele var. Meseleler üstü bir mesele: "Ümit ediyorum ki, benim cür'etkârlığıma şahit olan Müslümanlar bir şekilde dünyanın etrafımıza ördüğü kabalık, anlayışsızlık kozasını kırmak ve ahiret özlemi çeken bir kelebek olmaya özenmek duygusunu edinirler. Ben doğrusu böylesi bir duygunun bütün insanlara çok yakışacağını düşünüyorum."

Kırk Hadis'in içinden birkaç hadis:

"Muhakkak Allahu Teâlâ Hazretleri, sığır cinsinin otları dişleri arasında evirip çevirdikleri gibi tekellüfle konuşan, ağzının içinde dilini dolaştıra dolaştıra belâgat taslayan erkeklere buğzeder."
Ebû Dâvud, Edeb;
Tirmizî, Edeb

"Kıyamet gününde Âdemoğlu şu beş şeyden sorguya çekilmedikçe Rabbinin yanından ayrılamaz: Ömrünü nerede, ne suretle harcadığından, yaptığı işleri ne maksatla yaptığından, malını nereden kazandığından ve nerelere sarf ettiğinden, vücudunu, sıhhatini nerede ve ne surette yıprattığından."
Tirmizî, Kıyâmet

"Zayıflarının hakkı kuvvetlilerinden alınmayan bir millet nasıl temizlenebilir?"
İbn Mâce, Sadakat

"Âdemoğlunun bir vadi altını olsa ikincisini ister. Onun ağzını topraktan başka bir şey doldurmaz. Allah tevbe edenin tevbesini kabul eder."
Buhârî, Rikâk;
Müslim, Zekât

"Sözlerinde ve fiillerinde ileri gidip hadleri aşanlar helâk olmuştur."
Müslim, İlim;
Ebû Dâvud, Sünnet

Hadis, ikram ve ilham. Şairin hem gönlünden hem kaleminden. Tepside önümüze gelen şeylerin rahatımızı kaçıracağı muhakkak. İlhamın ruhumuza katacağı rahatlık sahası ise bize terakki imkânı sağlayacak. Mühim olan o terakkinin elde edilebileceğini keşfetmek, yola çıkmak ve her daim hazır olmak.

Yağız Gönüler
twitter.com/YagizGonuler
*Bu yazının tamamı Aşkar Dergisi’nin 28. sayısında yayımlanmıştır.

19 Eylül 2013 Perşembe

Şairler kadar cesur olmayanlara

"Şiire yorgun olarak başladım. Şiir şiirimdi. Yorgun olarak başladığım şey şiirimdi... Göz önüne gelmeliydim. Şiirim dediğim şey diğer insanların da şiir dedikleri şey olmalıydı. Aranabilecek başarı buradaydı."
- İsmet Özel, Küfrün İhsanı Olmaz, 8 Haziran 2013

İbrahim Tüzer, 2003 yılında başlamış olduğu "İsmet Özel’in Şiirleri Üzerine Bir İnceleme" adlı doktora tezini 2007 yılında bitirdi. Bu tezi, 2008 yılının başlarında Dergâh Yayınları tarafından kitaplaştırıldı. Açılışta bizi İsmet Özel'in bir takrizi karşılıyor. Ardındansa, şairin şiirle damıtılmış hayatında derinlemesine bir yolculuğa çıkıyoruz.

Dört bölümden oluşan kitabın ilk bölümünde İsmet Özel'in hayatı, edebi görüşleri ve yayın faaliyetleri inceleniyor. Aile çevresi, doğumu, bilgilenme süreci, tavırları, kaygıları ve yolculukları bu bölümde dikkatle okunması gerekiyor şairin daha iyi anlaşılabilmesi için. Çünkü sonrasında poetik yolculuk başlıyor, şairliği ve sanatı irdeleniyor. Bölümün sonunda elbette Halkın Dostları dergisi de kendine yer buluyor, oldukça önemli.

"Ölüler beni serinliğe yakıştırmaz
çünkü hiç kimse çıkmak istemez bu mevsimden dışarı
çünkü bitkinliklerini günden saklar ekinler
ekinler çocukların en rahat uykuları."

- Yorgun (1962)

İkinci bölümde şiir kerim denilerek şiir - hayat birlikteliği ve İsmet Özel şiirinin safhaları, bazı şiirlerin eşliğinde inceleniyor. 1954'ten 2006'ya kadar "Geceleyin Bir Koşu", "Evet, İsyan", "Cinayetler Kitabı", "Cellâdıma Gülümserken Çektirdiğim Son Resmin Arkasındaki Satırlar", "Bir Yusuf Masalı", "Of Not Being A Jew" izahlarıyla adeta okuyucu şiire, sanata doyuyor. Bir yandan da şairin nasıl bir mesai harcadığını önce gözleriyle görüyor, sonra da gönlüyle inanıyor.

"Yüzüme bak
ve yüzümü hırpala
yüzümü değiştir, dağlı bir anlatım bırak
sen
her hafta oğlunu leğende yıkayan hayat
yaban, diri memelerinden ısırmak
dudaklarındaki tuzu dudaklarıma almak için
çok oldu tepelere vurdum kendimi
bulutlara karıştım ve karanlık kahvelerde
tıraşı uzamış adamlardan
huylarını öğrendim senin."

- Sevgilim Hayat (1968)

Üçüncü bölümde artık teknikle buluşuyor okuyucu. İsmet Özel şiirlerinin tema, içerik ve yapı bakımından incelenmeleri bu bölümde yer alıyor. Çocukluk, cinsellik, ölüm, şahsi olandan toplumsal olana yöneliş, yalnızlık, arayış ve devam eden devrimci duyarlılıkla birlikte insanın yabancılaşması, şehrin eleştirilmesi deşifre ediliyor İbrahim Tüzer tarafından. Sonrasında yapı bakımından tahlillere geçiliyor ve nazım birimi ve nazım şekilleri elden geçiriliyor. Burası işçiliğin en ağır noktası. Muazzam bir işçilik var bu işin içinde. İş öyle bir iş ki, şairi şiir gibi anlatıyor. Güzel bir iş, son derece içten ve ciddi.

"Benim gövdem yıllar boyu sevmekle tarazlandı
öyle bir çalımlarla gecenin çitlerinden atlardım
bir güneş sayardım kendimi denizin karşısında
çünkü çam kokularına sürtünüp ağırlaşan ruhların
inanmazdım dosyalara sığacağına

gittikçe ışıldardım dükkanlar kararırken
hüznün o beyaz etrafına sakallarım batardı."

- Karlı Bir Gece Vakti Bir Dostu Uyandırmak (1972)

Son bölümde İsmet Özel'in şiirlerindeki dil ve üslûp gayet titiz bir biçimde ve derinlemesine aktarılıyor diris bir akıcılıkla. Bu bölümün üzerine, şiire mesai harcayan herkes özel vakit ayırmalı ve çalışmalı. Köşe bucak şiir, enine boyuna dize. Şair, şiir ve sanat perdeyi öyle bir kapatıyor ki, eliniz kağıda kaleme sarılmak istiyor ama buna cesaret edemiyor aklınız. Vicdanınız ise susuyor, bu büyük şairin karşısında. Ceketinizi ilikliyorsunuz etkisinden çıkana kadar.

İbrahim Tüzer yüzlerce kaynak tarayarak hazırladığı bu eşsiz kitabında, "Şair, sosyalist çevreden kopup Müslüman dünya görüşüne bağlandıktan sonra da varlıkla ilgili problemini halleden bir ben'in sahibi olarak söz konusu 'sahicilik' için 'antikonformist' tavrını devam ettirir. Gerek bireysel gerekse toplumsal kaynaklı olarak devam eden bu tavır, şairin tüm şiir evreninde bir tür şiir yazma dürtüsü olarak belirmektedir. Nitekim bu durum, bugün de içinde bulunduğumuz zaman diliminde şiir yazmaya devam eden şaire kaynaklık etmektir." der. Bu cümleler aslında kitabın yol kılavuzu. Daha önce İsmet Özel okumamış bir kimse için de harita belki de.

"Varsın bende biriksin
durgun suyun sayhası
yumuşatmayı bilen ateş
öğüt sahibi toprak
nasıl olsa geri verecek

benim kılıcımı."
- Cellâdıma Gülümserken Çektirdiğim Son Resmin Arkasındaki Satırlar (1984)

Şiir cesarettir, peki şairler cesur mudur? Kaç şair hayatını şiire damıtmıştır? Okuyalım ve cesaret kazanalım.

*Bu kitap önerimi miladi takvime göre yazdığım tarih 19 Eylül. Bundan tam 69 yıl önce İsmet Özel dünyaya gelmişti. Kendisine tüm gönlümle Allah'tan uzun, sağlıklı ve hayırlı bir ömür diliyorum. 

Yağız Gönüler
twitter.com/YagizGonuler

27 Mayıs 2013 Pazartesi

Hâlimize gülelim mi, somurtalım mı?

"Wer sind wir? Wo kommen wir her? Wohin gehen wir? Was erwarten wir? Was erwartet uns?"
- Ernst Bloch

1885-1977 yılları arasında hatırı sayılır bir ömür yaşamış Alman filozof Ernst Bloch'un sıraladığı soruları Kalın Türk de soruyor: "Biz kimiz? Nereden geliyoruz? Nereye gidiyoruz? Beklentimiz ne? Bizi ne bekliyor?". Peki kitap bu soruların tümüne cevap verebiliyor mu? Elbette hayır. Bunu kimse bir konuşmadan ve nihayet 53 sayfalık bir kitaptan bekleyemez. Bir kitabın boyutunu sayfaları değil, muhteviyatı belirler. Ve: "O boyut olmadan kalınlık da olmuyor". Kim düşünebilirdi ki İzmir'de 1993'de yapılmış bir konuşmanın, aradan tam 20 yıl geçtikten sonra da aynı geçerliliğini koruyabileceğini? Evet İsmet Özel, bu yüzden özel. Ve evet; İsmet Özel, daima.

Kitabın "Temizinci Baskı Önsözü"nde İsmet Özel; "Ne desem? Tereddüt içindeyim. Türklükten söz etmek açacağım. Türklük beni tereddüde sevk ediyor" diyor ve bundan sonra, pek alışık olmadığımız bir biçimde, yalın bir üslupla derdini anlatıyor. Aslında hepimizin derdi. Birçok insanı öyle ve böyle takip ediyoruz. Peki ne olduklarını biliyor muyuz? Onların görüşlerini ezbere söylüyoruz. 20. yüzyılın başından beri süregelen bu hercümerç durum, en nihayetinde bir medeniyet çatışması yaşanmasına sebep oluyor. Zaten kitabın bilhassa son bölümleri, Samuel Huntington'ın "Medeniyetler Çatışması"na sille tokat giriyor. İşte bu tokatların izleri, birlikte okuyalım:

"Bir ben miyim insan dediğimiz varlıkların şahısları ve şahsiyetleri arasındaki mesafenin hergün biraz daha büyümesinden korku duyan, rahatsız olan? Ülkenin bölünmesini dillerinden düşürmeyenler, şahsiyetlerinin bölünmesinden, içinde çırpınarak yaşadıkları, şahsiyet kopuşundan habersizler mi? Hastalıklarını ciddiye almadıklarını ve bu yüzden şifa beklemediklerini görüyorum... İnsanı ruh bütünlüğünden alıkoyan ortama aldırmıyorlar."

Samuel Huntington tezinde, "kimlik arayan ülkeler" diye başlıyor, biz de hasbinallah diyoruz. İsmet Özel de tam bu anda yetişip "Millet olma bilinci, millet nasıl olunur, millet olmanın faydaları nelerdir, olmazsak cehennemin dibinde yerimiz hazır mı?" gibi son derece önemli ve sürekli hatırlatılması gereken bir kavrama el ense çekiyor. Türkiye'deyiz fakat Türkiyeliliğimizde ısrarcı mıyız? Ortada bir tarif yok. Bize kimse millet tarifi yap(a)mamış, dolayısıyla baş edeceğimiz meselenin çapını bilmiyoruz. Dolayısıyla inceliğin de kalınlığın da bir önemi kalmıyor. Peki bu durumda ne şekilde hazırlanacağız ve nasıl davranacağız?

"Nerede olduğumuzu bildiysek, orada olmayı seçmişizdir aynı zamanda. Konu ne olursa olsun cehalet içine gömülüşümüz seçme yapmaya güç yetiremeyişimizin bir sonucudur. Neredeyiz? Olduğumuz yere bir ad verilmemişse ne orada, ne bir başka yerdeyiz."

Neden bu topraklardayız? Sonradan mı geldik? Bunu biz mi seçtik? Neden ve niye? Sonuç? Sorular uzuyor. Ancak bu soruları cevapları için bir ipucu var: Evvel refik, bad'el tarik. Önce yoldaş, sonra yol... Dünya savaşlarında sonra sadece dünya haritası değil, zihin haritaları da değiştirildi. Yoksa değiştirildi mi denmeli?

"XIX. asırdan itibaren dünyadaki bütün kültürler Batı medeniyeti tarafından darbeye maruz bırakılmış, güdükleştirilmiş, üreme organları kesilmiş kültürlerdir. Bu kültürlerin içinde hareket edenler sadece şaşkın şaşkın bakmayı bilirler; uyuşamadıkları için."

Uyumamak için, körleşmemek için -Elias Canetti'nin "Körleşme"sine selâm olsun!-, nereden gelip nereye gittiğimizi bilmek ve bu gidişe müdahale edebilmek için okunacak bir kitap Kalın Türk. Bunları bilmeden geçirilecek her uyku tehlikeli olduğu gibi, bizi de tehlikenin içinden çıkarmayacaktır. Zaten İsmet Özel'in 2007'de kurduğu ve başkanı olduğu İstiklal Marşı Derneği'nin de kuruluş sebebi buydu: Türkiye'nin ve Türklerin varlığının tehlike altında olması.

Yağız Gönüler
twitter.com/YagizGonuler

9 Mart 2013 Cumartesi

Şiir, çene çalmak değildir

Kemalettin Kamu'nun "Çankaya" adlı bir şiiri vardır. Bu şiirde "Kâbe Arap'ın olsun / Çankaya bize yeter" der. Yine aynı şair, İstiklâl Marşı adayı olan bir şiirinde ise "Yeter ey Kâbe'mizi elimizden alanlar / Alıkoymaz bizi yolumuzdan yalanlar" dizesini yazar. Şimdi bu fakir sorar, iki ayrı ve birbirinden uzak fikir bir şairde nasıl buluşur? Bunda menfaat mi vardır samimiyet mi? Bu duruma yalpalamak denirse ayıp, dürüstlük denirse terbiyeli mi olunur?

İşte İsmet Özel şiir denen uğraşıyı öyle bir yorumluyor ki, bu tip durum ve sorularla karşılaşıyor, onlara ciddiyetle yaklaşıyorsunuz.

"İnsanın bütün söyledikleri neyi ne kadar anlayabildiğinin itirafıdır" diyen şair, "Çenebazlık"ta bizi kendi toplantıları arasında bir şiir yolculuğuna çıkarıyor. 1964'ten 2006'ya kadar İsmet Özel'in söyleşilerinden oluşan bu çok değerli yazılar bize açıkça şunu söylüyor: Şiir, varlığımızın tescilidir. Şiir yoksa veya ortadan kaybolduysa, varlığımız da zan altındadır.

"Şiir bir deneyimdir, zihnî bir "maraz" değildir. Şiir adına tehlikeyi göze alamayan birinin şiire yaklaşamayacağını iyi bilmek gerekir."

Meydana çıkmak, otobüsten sonra metroyu kullanıp yürüyen merdivenlerden koşmak değildir. Meydana çıkmak cesaret gerektirir. Her dakika meydana çıkmak ve görünür olmak da samimiyetsizliktir. İsmet Özel, kelâmını ederken meydandan uzak, cesaretinden taviz vermeyen ve arada bir görünüp kaybolan duruşa sahip. Bu yüzden geldiği nokta -durduğu nokta da denilebilir- fikriyle sabittir. Aklını başından kaybetmemiş her okuyucu bunu idrak etmiştir, edebilmelidir.

"Eğer Türk şiirinde bugün bir güdüklük varsa bunun kaynağını genç veya yaşlı Türk şairlerinin çağdaş eleştirel güçlerindeki noksanlıklarda aramanın isabetli olduğu görüşündeyim."

Şair, ortama uyan değil ortamı uyandıran adamdır. İsmet Özel yazığı kitaplarla okuyucularını, yaptığı konuşmalarla da dinleyicileri uyandırmıştır. Okuyup dinlemelerine rağmen hala uyanamamış arkadaşlarda burun tıkanlığı olabilir. Malum, oksijen az geldikçe uykudan uyanmak da ağır olur. Burun, şiir konusunda da çok önemlidir. Robert Graves'e iyi şiiri kötü şiirden nasıl ayırdığı sorulduğunda, "burnumla" diye cevap vermiştir. Çünkü iyi şiir, güzel kokar. İyi şair de öyle.

"Şiir, has bir şairin ürünüyse has bir okuyucuya ulaşır. Ben aforizma şeklinde dile getiriyorum bunu yıllardan beri: Şiir şairin neresinden çıktıysa okuyucunun da orasına ulaşır. Dolayısıyla bütün bu şairlerin ne yaptıklarına dikkatle bakmamız lazım. Çünkü biz İstiklâl Marşı "şiir" olan bir toplumuz. Bugün o şiir de hasıraltı ediliyor."

Çene çalmakla çenebaz olmak aynı şey değildir. İkincisinde maharet ve kuvvet vardır. Ciddiyetin mahsulüdür. Okursanız, daha iyi anlayacaksınız.

Yağız Gönüler
twitter.com/YagizGonuler

27 Şubat 2013 Çarşamba

Bir zihin açıcı olarak İsmet Özel

1944 yılında Söke'li bir polis memurunun altıncı oğlu olarak Kayseri'de doğan İsmet Özel, memleketimizin hem şiir hem de fikir alanında namlusu her daim sıcak bir silah gibi. Fikirlerini kurşun, şiirlerini yara olarak kabul edersek, belki canımızı kurtarabiliriz. Kalemini bir yakın dövüş ustası gibi sert kullanan İsmet Özel'in hem şiirlerinin hem de fikriyâta dayalı yazılarının kafa kurcalayan bir yapısı olduğu kadar, kafa açıcı bir tarafı olduğu da, bu ülkenin başkentinin Ankara olması kadar hakikatli bir durumdur.

"Itrî dinlemekten sıkılan bir adamın Süleymaniye'nin mimarisinden tad alabileceğini mümkün sayamayız. Hâfız Post'a yaklaşamamış olan birisi Doğu medeniyetinin (daha da daraltalım: Osmanlı Medeniyetinin) övgüsünü yapıyorsa ne yaptığından habersiz bir kimsedir şüphesiz."

"Zor Zamanda Konuşmak", ilk baskısı 1984 yılının ocak ayında Çıdam Yayınları tarafından yapılmış bir fikriyât kitabı. Bendeki, 1990 yılının mart ayında yapılan ve bir sahafta bulup aldığım 4. baskısı.

İlginçtir, ilk sayfasında arapça "Bismillahirrahmanirrahim" yazılmış. Ya okuyan bunu yazdı ya da kitabı İsmet Özel bu şekilde imzaladı. Bilmek isterdim, bilmiyorum.

Bu kitap İsmet Özel'in gazete yazılarından oluşuyor dersem çok yavan olur, izah etmek isterim. Bu kitap bir denemeler kitabıdır. Doğu ile batı sorunsallarının karşılaştırmalarından tutun da, bireyin tavrı, aydının zihin yapısı, şu anda yaşadığımız güncel veya geçmiş, gerek konuşma gerekse ifade etme sıkıntılarının sebepleri, müthiş akıcı bir üslupla yazılan önermelerle okuyucunun önüne seriliyor.

"Basit gözlemlerle anlaşılacaktır ki, insanın bağlı olduğu ahenk hangi seviyede ise o insanın düşünme seviyesi de aynı seviye çevresindedir. Bağlı olduğu ahenk dolmuş şarkıları, gazino müziği seviyesinde olan insan dünyayı aynı seviyeden kavrayabilir. Ahengi bayağılaşmış olan millet düşüncesinin yeniden ele geçirilmesi gerektiği düşüncesine ulaşmakta bile güçlük çekecektir. Türkiye'de arabeskin zaferi ile bankerlerin zaferi birbirine paraleldir."

Görüşlerine ister katılın ister katılmayın, İsmet Özel'in zihin açma konusunda öyle bir üstünlüğü vardır ki her yeni veya eski kitabında bunu kesif biçimde fark edersiniz. Kitabı okurken bazen yorulabilirsiniz, sakın okumaktan vazgeçmeyin. Gerçekten kaybınız olur. Çünkü bundan tam 29 yıl önce yazılmış bir kitabın nasıl olur da hala güncel meselelere ışık tutabildiğine hayretli gözlerle ve meraklı zihninizle şahit olacaksınız. Bir el fenerinin pili bitebilir, ama bu, aydınlatma özelliğini yitirdiği anlamına gelmez.

"Yazar kendini okuyucunun kabul edeceği şeyleri söylemekle sınıflandırmış, kendini alkış sağlayacak bir alana hapsetmişse sahte bir yazardır... Eğer okuyucu yazardan okuyucunun istediği türde ve düzeyde bir metin bekliyorsa, aslında o yazıyı okumuyor, teftiş ediyordur."

Meselenin ve kitabın özü şu ki; İsmet Özel okumak bu vatan toprakları için de, bu vatan topraklarında kitap okuyan insanlar için de nimettir. Dolayısıyla kitap için "okumaya değer" dersem terbiyesizlik yaparım. Okunması gerek(t)ir, okuyun. Bir zihne sahip olduğunuzun farkına varmak için, tahayyül gücünüzü artırmak için, nitelikli bir üslubun tadına varmak için okuyun.

Yağız Gönüler
twitter.com/YagizGonuler

25 Şubat 2013 Pazartesi

İsmet Özel'i anlamak isteyenler için kılavuz

"Thoreau, ABD’nin Meksika’ya karşı yürüttüğü emperyalist savaş sırasında konan nüfus başına vergiyi, "ödediği dolar bir adam öldürmek üzere, başka bir adam veya tüfek satın almaya yaramasın" gerekçesiyle vermeyi reddedince bir gece hapiste yattı. Kendisinden ondört yaş büyük olan ve birçok özgürlükçü düşünceyi kendisiyle paylaşan Ralph Waldo Emerson, telâşla arkadaşını görmek üzere onun hücresine girdiğinde aralarında şöyle bir konuşanın cereyan ettiği anlatılır:

- Henry, neden buradasın?
- Waldo, sen neden burada değilsin?"

Kitaptan aktardığım iki dava arkadaşının şu kinaye yüklü konuşmasına bakılırsa öncelikle okunması gereken kitapların İsmet Özel’in Henry, Sen Neden Buradasın 1-2 olduğu düşünülebilir. Ancak hem yazarın Waldo Sen Neden Burada Değilsin kitabını daha önce yazdığı hem de kendisine şu tür soruların yöneltildiği düşünülünce ilk olarak bu kitabın okunması daha yerinde olacaktır:

İsmet Özel neden Mülkiye’de sosyalist öğrencilerden müteşekkil Fikir Kulübüne üye oldu?
Mülkiye’yi neden bıraktı?
Neden İşçi Partisi’ne üye oldu?
Neden Deniz Gezmiş ve arkadaşları asılmasın diye başlatılan imza kampanyasını destekledi?
Neden İslâmcı oldu?
Neden Türkçü oldu?

Bu ve benzeri soruların tümü "Henry, sen neden buradasın?" babındadır. İsmet Özel kitaba "Waldo, Sen Neden Burada Değilsin" ismini vererek kendisine yöneltilen onca "İsmet Özel, neden oradasın" sorusuna adeta cevap vermiş ve biz okuyuculara "siz neden oradasınız?" diye sorarak düşünce dünyamıza bir kama sokmak ve mütecessis tarafımızı uyandırmak istemiştir.

Yukarıda sorulan soruların cevapları birleştirildiği takdirde bir İsmet Özel masalı oluşturulmuş olur. İsmet Özel de zaten bu kitabı kendisi üzerine kurulan bir masalı yıkmak istediği için yazdığını söyler:

"Herkes kendi masalını yıkmalıdır. Ben burada kendi masalımı yıkmaya çabalayacağım. Bunu başarabilirsem hem kendi insanlığım karşısında sahip olduğum sorumluluğun gereğini yerine getirebileceğime hem de başkalarıyla insanca ilişkiler kurmanın zeminine katkıda bulunabileceğime inanıyorum. Benim bu çabamı izleme zahmetine katlanan kişilerin (belki dostların) de kendileri hakkında uydurulmuş masalları yok etme yolunu benimseyeceklerini umuyorum."

İsmet Özel’in masalı ise kısaca şöyledir:

"Bir varmış bir yokmuş. Bir şair İsmet Özel varmış. İyi şiirler yazarmış. Nasıl olmuşsa bu İsmet bir gün komünist olmuş. Derken efendim, bir komünist olarak da iyi şiirler yazmayı başarmış ve hatta böylelikle yıldızı parlamış. Gel zaman git zaman, İsmet Özel’in duyguları, düşünceleri, inançları değişmiş (masalın her varyasyonunda bu değişmenin sebepleri muhtelif) ve Müslümanlığı bir hayat yolu olarak benimsemiş. Ama işe bakın ki adam iyi şiirler yazmaya devam etmiş. Eh, o erdiyse muradına, biz de çıkabiliriz kerevetine."

Her masalın gerçeklik tarafı vardır. Yoksa bir masalın içinde olduğumuzu anlayamayız. Biliyoruz ki gecenin varlığı gündüzün varlığı ile mümkündür. Bu masalın gerçeklik tarafı ise İsmet Özel’in her zaman iyi şiirler yazıyor oluşudur. "Bir şairin düşünce dünyasındaki değişmeleri en iyi şiirlerinden anlayamaz mıyız?" diye bir soru sorabilirsiniz. İsmet Özel de bu soruyu soracağımızı bildiği için bize bir yol çizmiş, masalları yıkmak için:

"Eğer şiir anlatılamayan bir şeyin anlaşılır kılınmasında bir görev üstlenmişse, Kötü Şiirler’den başlayarak yazdıklarım tarih sırasıyla, yani Sevgilime İftira (hayata iftira demektir bu), Kanla Kirlenmiş Evrak, Karlı Bir Gece Vakti, Propaganda, Tahrik, Çözülmüş Bir Sırrın Üzüntüsü, Esenlik Bildirisi, Amentü sırası gözetilerek okunursa yaşadığım geçiş sürecinin işaretleri fark edilebilir."

Ben illaki İsmet Özel ne demek istiyor anlayalım demiyorum. Ancak üzerine konuşulmasın diye hep bir kenara itilmeye çalışılan ancak, şairin bunun için özel bir gayreti de olmamasına rağmen, hep göz önünde bulunan İsmet Özel’in ne demek istediğini anlamamız belki kişisel olarak problemlerimize çözüm üretmeyebilir (sonuçta kaçımız şair hastalığından muzdaribiz?) ancak meselelere bakarken beynimizin kullanılmamaktan ve havalandırılmamaktan rutubetlenmiş ve örümcek ağları ile dolmuş arterlerinin açılması bakımından faydalı olur. Uzun lafın kısası, İsmet Özel cins bir kafadır, okuyucunun kafasını açar ve bu kitabında da neden kafa açtığını anlatmaktadır. Mademki bir masaldan uyanmanın en kolay yolu uyanmaktır, herkesin diline pelesenk olan İsmet Özel masalından uyanmanın yolu da bu kitabı okumaktır.

Muhammed Faruk Özcan

14 Ocak 2013 Pazartesi

Yahudi mi olmayalım, yahut baca temizleyicisi mi olmalıyız?

"Meyva vermeyen bir ağaç kadar
faydasız olsun bu yazdıklarım.
Dallarını meyvasına tamâ edip
kimse taşa tutmasın.
Bu yazdıklarım çok budaklı, çok bükümlü
bir ağaç kadar faydasız olsun.
O zaman marangozlar
kesip biçmeye değer bulmaz böyle bir ağacı.
Dokusu gevşek, gözenekleri geniş, reçinesiz
bir ağaç gibi faydasız olsun bu yazdıklarım.
Odun olmaz bu ağaçtan desinler,
yakmasınlar.
Faydasız olsun, yine de
bir ağaç gibi olsun bu yazdıklarım:
Kökü toprakta;
başı gökyüzüne dönük.
Belki kimse bahçesine dikmez,
şehrin bulvarlarına da sokmazlar onu.
Ama
uzak, kıraç bir ıssızlıkta
bunalmış bir yolcu
dibinde oturacağı,
sırtını dayayacağı bir ağaç buldu diye
ferahlarsa
bu yeter."
(Chuang Tzu'nun peşinden)

Of Not Being A Jew yahut Dela Frayeur D'être Plombier Borgne. Sözü, sözün karşılığına bırakalım:

"Kitabın kapağında İngilizce bir söz var. Arka kapakta da Fransızca bir söz var. İngilizce sözü Türkçeye tercüme etmeye çabalarsak "Yahudi Olmamak Hakkında" diye bir karşılık bulabiliriz Arka kapaktaki Fransızca "De La Frayeur D’etre Plombier Borgne" sözünü Türkçeye tercüme etmeye yeltenirsek orada da şöyle bir şey diyeceğiz: "Şaşı Bir Tesisatçı Olmanın Dehşeti Hakkında".Yani benim kitabımdaki şiirler -iki kapak bahis konusu olunca- "Yahudi Olmamak Hakkında” ile “Şaşı Bir Tesisatçı Olmanın Dehşeti Hakkında” arasına sıkıştırılmış."

Of Not Being A Jew'i yazmak ile ağır bir işin altına girdiğimin farkındayım. 21. yüzyıl dünyasında; yeni düzen, işbirliği, komplo, para, terör, korku gibi kelimelerle düşüp kalkan yahudi dünyasından olmamak ve ölümleri yahut istihdam fazlalığı olarak hurdaya çıkmaları eğilip kalkışlarından olacak olan, sulu, paslı ve şaşı adamların dehşetinden kaçınmak.

Tesisatçı olmak suya, Yahudi olmak ise sabuna dayanmayı bilmekten geçer. Yahudiler bir zamanlar sabun yapılıyordu. Şu an ise kana buladıkları dünyayı sadece sahibi oldukları kozmetik firmalarının ürettiği fondötenler ile bile düzeltebilirler. Hitler'in Yahudilere ''ben size sabun olamazsınız demedim, sabun üretemezsiniz dedim'' demiş olma olasılığı üzerine düşünmek istiyorum.

Şaşı bir tesisatçıyı dehşet olarak önümüze serdiği için "Suya", Yahudi olmamak diyerek ise "Sabuna" dokunmaktan imtina etmiş bir İsmet Özel bekliyorsanız kitabın daha ikinci şiirinden itibaren yanılmaya başlayabilirsiniz. (Birinci şiirin de altta kalır yanı yok.)

"Ben Türk Dediysem Eğer
Türkler dediğimde göndermelerim
Süprüntüleri şırfıntıları hamamoğlanlarını
Kapsadı kapsayacak
Sanıyorsan yanılırsın
Türklük şiir
Türkün eni Türkün boyu
Müslümanlığı kadar
Baksan bulacak mısın
Koskoca İstanbul'da
Nef'î diye bir semt
Ama Bayram Paşa var."

Nef'î ki yerdiğini yermesini bilen, övdüğünü ise gökkubbeye değdiren bir şairdir. Bayram Paşa ile aralarındaki kontrolsüz ilişkiyi anlatacak değilim. İsmet Özel'in bir tarafı, Nef'î'nin bir tarafı olabilir mi? Nef'î'nin bir tarafı diyorum çünkü zannımca İsmet Özel'in, kendisini öve öve göklere çıkarabilecek kimse olmadığı gibi, öve öve göklere çıkarabileceği bir şey olduğunu -en azından- düşünmüyorum. Rüyamda böyle bir şey olduğunu görsem inanabilirim. Nef'î Divan Edebiyatı şairiydi, sözüm ona "sanat için sanat" yapıyordu. Nef'î zaten Bayram Paşa'yı sanat için yeriyordu(!). Yoksa hükümdarın lafını balla bölmek gibi bir derdi yoktu. Bayram Paşa'nın Nef'î'yi astırıp astırmadığı konusunda tarihçilerin mutabık olup olmaması beni zerre kadar ilgilendirmiyor. Nef’î "konjonktür"e ayak uyduramayan bir adamdı. Ayak uyduramadığı için ayağını kaydırdılar. İsmet Özel de konjonktür ile problemleri olan bir adamdır. Acaba bu yüzden mi, "Türkiye’de siyasî üstünlüğünü kafirin ihsanına bağlamayan tek kuruluş İstiklâl Marşı Derneği’dir. Bunun dışında hiçbir resmî yahut gayri resmî kuruluş yoktur" der?

"Yahudi değilsem bile
bende Yahudalık da mı yok-
Kimi öptüm de kurtuldu çarmıha çakılmaktan?"
- Of Not Being A Jew

Nef'î ile Bayram Paşa arasındaki ilişkinin kavranamamasını veya Nef'î'nin astırılıp astırılmadığı konusunda mutabık olunamamasını İsmet Özel'in dediği gibi "Türkiye'de şiir ile toplumun hali arasında ciddi bir irtibat var. Bu irtibatı fark ederek yaşamış insanlar olmadığınızı biliyorum. Türkiye'de şiirle bu milletin hayatiyeti arasında çok doğrudan, sıkı bir bağ var ama büyük sayıda insan bu bağdan habersiz olarak, bu bağa bigâne kalarak ve hatta bu bağı reddederek yaşıyor."

"Bayram Paşa Nef'î'yi, hicvi kaldıramadığı için astırdı" diyerek halk ile şiir arasındaki bu bağı "san'at içi san'at üstâdım" diyerek örselemek isteyenleri yormak istiyorum.

"Evet, ilmektir boynumdaki ama ben
kimsenin kölesi değilim
tarantula yazdılar diye göğsümdeki yaftaya
tarantulaymış benim adım diyecek değilim
tam düşecekken tutunduğum tuğlayı
kendime rabb bellemiyeceğim
razı değilim beni tanımayan tarihe
beni sinesine sarmayan
tabiattan rıza dilenmeyeceğim."
- Of Not Being A Jew

Durmuş Küçükşakalak'ın Milâdî takvim hakkında söylediklerini ben de İsmet Özel için söyleyebilirim:

"Bizim takvimimiz gavurların takviminden 10 gün daha hızlıdır. Biz kendi takvimimize dönersek gavurların bizi yakalaması imkânsızdır."

"Eve dön! Şarkıya dön! Kalbine dön!
Şarkıya dön! Kalbine dön! Eve dön!
Kalbine dön! Eve dön! Şarkıya dön!"
- Of Not Being A Jew

Eve/şarkıya/kalbimize dönersek gavurlar bizi yakalayamayacaktır. Gavurların bizi yakalamaması için kendimize ve geçmişimize sarkıntılık etmemiz gerekecek. İnsanlar, duyduklarını/okuduklarını/öğrendiklerini daha kalıcı kılmak için beyinlerinin içinde oluşturdukları çekmecelerden yardım alırlar. İsmet Özel'i hangi sınıfa dahil edeceksiniz bilemiyorum ama ben onu çekmecemin üzerine koydum. İsmet Özel'i düşürmemek için çekmeceleri daha az açıp kapatıyorum. Diyeceğim o ki kulvar kabul etmeyen insanlara olan ihtiyacımız her geçen gün artıyor. Kapatın çekmecelerinizi, bırakın kafanızın içi dağınık kalsın.

"Bilemem Yahudi değilim
gizli bir yerde genizam yok
bilemem insan nerenin yerlisidir
ömrüm burada
bütün Yahudiler gibi
raflara doğru, çekmecelere
sahanlıklara doğru geçti."
- Of Not Being A Jew

Yahudi olmamak (of not being a jew) için çekmecelerinizi bir kenara bırakın. Albatrosu Baudelaire'den, Yves Bonnefoy'dan semenderi öğrendiğimiz gibi İsmet Özel'den de şiiri öğrenebiliriz. (Dinlemek için: youtube.com/watch?v=rF7YXAWNXmA)

Muhammet Faruk Özcan

29 Ekim 2012 Pazartesi

Şiirin üzerine titreyenlere

"Gençlik yıllarımda omuzları üzerinde kafa taşıyan bir adam olmaya çabaladım; yıllar ilerleyince birçok şey gibi bu alandaki çabalarımın yönü de değişti, şimdilerde "omuzlara" sahip olmaya belki daha bir özeniyorum."

İlk bölümünü 1980'de yazmaya başladığı "Şiir Okuma Kılavuzu"nda bu satırlarla karşılıyor bizi İsmet Özel. Türk şiirinin en özel yürekli şairi. Kitap, şiirin üzerine titremek isteyenler için gerçekten bir kılavuz. Bir sınava hazırlanır gibi okunmalı, okurken ödev yapıyormuş gibi not alınmalı. Öylesine önemli bir kitap şiir üzerine.

"Şiirin yüzünü hiç hiç kimsenin hatırlamadığı bir dünyada, birinin kalkıp şiirin tanınmaya değer bir yüzü olduğunu, ortalıkta dolaşan renkli ve solgun yüzlerce hayaletin yalnızca maskeler olduğunu söylemesi lâzım."

"Şiir, hayatiyeti korumak için ortaya atılır. Yaşanılan bütün çirkinliklere, kötülüklere, haksızlıklara rağmen insanda savunulmaya değer, canlılığını korumaya değer bir şeyler olduğuna içten içe ve kesinlikle inanıldığı zaman şiir serpilir ve çiçek açar."


Kitap iki bölümden oluşuyor. İlk bölümde İsmet Özel'in 1980'de yazdığı "Şiir Okuma Kılavuzu" yer alıyor. Kısa başlıklarla şiirin ne olduğu, nasıl olduğu ve neyi hedefleyebileceği döktürülüyor. İkinci bölüm şair tarafından 1990'da kaleme alınmış. İlkine farklı konu başlıklarında eklemeler yapan daha derinlemesine bir bölüm. Sadece şiir değil, bu tip düz yazılarıyla da dikkat gerektiren bir okuma gerektiriyor İsmet Özel metinleri.

"Şiir okumak ancak hayatlarında şiir için yer açmış insanların önemli ve yararlı bulabileceği, doğrusu ancak onların altından kalkabilecekleri etkinliklerden biridir. Ekmek yemek, pabuç giymek gibi insan etkinliklerini şiir okumakla birlikte anışımın tek sebebi insanların bu işleri yaparken de şiir okurken yaptıkları kadar uyku ve uyuşukluk içinde bulunuşlarındandır."

Şiir; yazımıyla, duygusuyla, ilhamıyla başlı başına özel bir şey. Bir şiir okurken titrenebilirken, şiir üzerine de titremek gerektiğinin farkına varırız. Şiir tüm duyguların kalbidir. Hevesle değil de titizlikle üzerine gidildiğinde bizler için daha fazla anlam ifade edecektir. Bu vesileyle sizleri bu kısa ve öz/el kitabı "titizlikle" okumaya davet ediyorum.

Yağız Gönüler
twitter.com/YagizGonuler

15 Ağustos 2012 Çarşamba

Masal dinleyerek dinlenenlere

Şiir yazmaktan daha çok şiir okuyan biri olarak şunu söyleyebilirim ki; İsmet Özel şiirinde "son darbe" olması, kendisini baştacı yapmıştır. Son darbe, şiirin son dizelerinde İsmet Özel'in bizi perişan etmesidir. Bu perişanlık duygusal anlamda kalbimizi büker, dilimizi suskunlaştırır. İsmet Özel, özel bir şairimizdir. Eskiler, "mümtaz bir şahsiyet" ya da "nev-i şahsına münhasır" derlerdi bu tip durumlarda.

"Belki dilimi çözer, aşkımı başlatırım
Aşk yazılmamış olsa bile adımın üzerine
Adımı aşkın üstüne kendim yazarım."

"Bir Yusuf Masalı"nın ilk baskısı 1999'da yapılmış ve bu ilk baskıdaki 1000 kitap numaralandırmıştır. Kısmetiniz varsa zor bir ihtimal de olsa sahaflarda rastlayabilirsiniz. Kitap şu sıralar 15. baskısını yapmıştır. Her baskıda içi sızlayan şiirler yeniden hareketlendirmiş duygularımızı.

"Sızıyı gideren su
Suyun sızladığını kimseler bilmez."

Kitaptaki bölüm isimler şöyledir; Münacaat, Naat, Sebeb-i Telif, Dibace. Bu da bize Divan Edebiyatı'nı hem edebi hem de musiki anlamındaki güzel eserlerini anımsatır. Kitap bazen tasavvufi anlamda ruh iklimimize bahar ayları yaşatır, bazen de kışın soğukluğunu alnımıza yapıştırır.

"Başkalarının aşklarıyla başlıyor hayatımız
Ve devam ediyor başkalarının hınçlarıyla."

"Halbuki aşk, başka ne olsundu hayatın mazereti
Demedim dilimin ucuna gelen her ne ise
Vay ki gençtim
Ölümle paslanmış buldum sesimi."


Baştan sona bir masal anlatır İsmet Özel bize. Dinlemezseniz, ruhunuzu dinlendiremezsiniz.

Yağız Gönüler
twitter.com/YagizGonuler