İhsan Fazlıoğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İhsan Fazlıoğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Kasım 2017 Perşembe

Hâlimizle yüzleşme ve öze kavuşma çabası

Her şeyin gittikçe makinalaştığı, mekanikleştiği, manasını kaybederek maddeleştiği, monotonlaşarak sıkıcı bir hal aldığı ve yetmezmiş gibi tüm bunlar, duygu ve düşünlerin dahi vitrinde sergilenebilme potansiyellerinin önemsendiği; plazalarla, lüks markalarla bezeli bir çağın içindeyiz. İnsanın pusulasını kaybettiği bu çağda, bir harita arayışının içinde olması gerektiği, bu yönsüzlüğün içinde bir yöne dönmesi gerektiği bu zamanda bulunmaz bir fırsat İhsan Fazlıoğlu'nun Kendini Bulmak kitabı.

Kitabın kapağını açtığınız ilk andan itibaren bir mağaranın en dar ucundan gittikçe genişleyen dehlizlerle dışarıya çıktığınızı hissedebiliyorsunuz. Kitapta yer alan denemelerin büyük çoğunluğunu edebiyat dergilerindeki daha önce yayımlanan yazılarıyla ve bir kısmını da konferans ve seminerlerde yaptığı konuşmaların düzenlenmiş haliyle oluşturan yazar denemeleri kendilik bilinci, bilgi ve kimlik olacak şekilde üç ana başlıkta toplamış.

Bir şeyin bulunabilmesi için evvela kaybedilmesi gerekir zira henüz kaybedilmemiş bir şeyin bulunma ihtiyacı doğurması mümkün değil. Var olan bir kaybın peşine düştüğünüz ilk sayfasından itibaren her okunan denemenin sonunda adeta bir yap-boz gibi kaybettiğimiz parçaların farkına varabiliyoruz. Ama bunun için kitabın oldukça sakin bir kafa ve ortamda okunması gerekiyor çünkü oldukça yoğun bir şekilde kaleme alınmış, bir kitaptan daha çok bir okulu andırıyor. Kitapta ağırlıklı olarak ene kavramı, yani dış dünyadan daha çok bireyin içinde yer alan dünyanın, özünün, sahip olması gereken şuurun resmi çıkarılıyor meydana. Ve ortaya çıkan resmede kendilik bilinci ismini veriyor İhsan Fazlıoğlu. Kelimelerin lafız ve mefhum gibi iki farklı aşamasının olduğunu vurgulayan yazar lafzın sadece sözcüğün anlamını verirken mefhumun sözcüğün suretini, özünü yansıttığını söylüyor. Sanırım sırf bu yüzdende birçok kelimeyi günlük konuşma dilimize çevirme şansı varken asıl haliyle bırakıyor ki kelimenin özü zarar görmesin.

İnsan ölümden sonrasının varlığını hissedip bilincinde olduğu sürece belli çizgiler sınırlar arasında geçirir hayatını. Hak yemenin fenalığını bilir, israfın külfetini bilir daha önemlisi emredilen(üzerine vazife verilen) şeyleri ve yaklaşmaması gereken sınırların farkında olur. İnanan insansın yani amen-tu(ben iman ettim) diyebilen müslümanın şehrinde de gözlemleyebiliriz bu sınırları: Helal ve haramın belirlediği çizgilerin arasında kalmış bir güzide ahenktir ve bu yüzdende içinde barındırdığı yaşayışın somutluğunu ve sertliğini bu iki kavramın yansımasından elde edilir. İşte İhsan Fazlıoğlu kitabında modernizm adıyla dünyanın insanı sahip olduğu anlamdan temizlemek istediğini fakat bunun zorluğunu bildikleri için öncelikle insan için ölümü önemsiz kılarak ölüm sonrasının hesabını unutturmak amacında olduğunu söylüyor. Bir yola yön tayinini nasıl ki varacağı nokta yaptırıyorsa, yaşamada istikametini yaşamdan sonrası (akıbeti) kazandırır diye geçiyor kitabın satır aralarında. Yol varacak noktasız nasıl bir anlam kaybına uğruyor ve anlamsızlaşıyorsa yaşamda akıbeti yani ölümünün anlamı elinden alındığı zaman öylece bir kayıp olur. Bir akaide sahip misiniz? Bir amen-tu nüz var mı? Buna benzeyen sorularla okurun şuurunu açık tutmayı hedefliyor yazar. Kitabın içinde Taftazani'nin ve Hocazade’nin Hz. Ali’ye nispetle dile getirdikleri şöyle bir tespit var ki paylaşılmazsa olmaz: İnsan üç şeyin peşinde koşar: Nereden-in bilgisi, nerede-nin bilgisi ve nereye-nin bilgisi… (sf. 26) İşte insanın anlamını elinden çekip alabilmek için evvela bu üçlünün parçalanması gerektiğini bilen modern dünya bütün kozlarını insanın köken ve son kavramlarındaki şuurunu yıkmak üzere oynuyor.

Bir cuma hutbesinde duymuştum: "Bizler, bilginin hikmetle buluştuğu, ilmin irfanla yoğrulduğu, âlimin ahlâkla bezendiği bir medeniyetin mensuplarıyız. Medeniyetimizde ilim, aklın ibadeti olarak görülür. İlim, en başta eşyanın hakikatini, varlığın gaye ve hikmetini anlamaya çalışmaktır.". İlimde ancak bilgiyle olur ve bu yüzden bilgiyle alakalı kitapta oldukça önemli atıflara yer veriliyor. Sahip olunan bilgi kişiyi kendisinden ve rabbinden uzaklaştırmamalıdır. Bilgi insanı ancak hikmete taşımalıdır. Pirim Yunus Emre'nin de dediği gibi: "İlim ilim bilmektir / ilim kendini bilmektir.". Yani ortaya çıkan sonuç şu ki kendilik bilincine sahip olmak yolunun bir kısmı da bilgiden geçmektedir. Ayrıca kitapta ele alınan kimlik konusunda da oldukça mühim konulara değinilmiş durumda. Dünyada söz sahibi olmak istediğimiz aşikar bir gerçekken özellikle şu günler de baskın şekilde baskısını hissettiğimiz mütehakkim yani yabancı devletler bunu bir şekilde kabul etmeye yanaşıyorlar o da bizleri özümüzden vazgeçirerek. Bu kesinlikle kabul edilemez bir şey olduğunu bildiğimiz için kılavuzumuz özümüzle söz sahibi olabilmek olmalıdır.

Immanuel Kant’ın da söylediği gibi "makineden fazla bir şey olan insan…" olarak yolumuza devam edebilmemiz için ayağımıza takılan bu modern çağ putlarını aşıp bir an önce halimizle yüzleşip özümüze kavuşmamız gerekmektedir. Kendini bulmanın bu meşakkatli ve uzun yolunda İhsan Fazlıoğlu'nun kitabın takdiminde belirttiği şekilde başarılı şekilde yola koyulmak yolu yurt tutmak ‘yoldaki hataları doğrularına azık kılmak ile mümkündür.’

Hüseyin Yılmaz
h.yilmaz9438@gmail.com

1 Haziran 2016 Çarşamba

İstikameti olan kitaplar

Sakallı Celal "Meşrutiyeti getirdik olmadı, cumhuriyeti kurduk olmadı. Biraz ciddiyete ne dersiniz?". Ne yazık ki Sakallı Celal namıyla maruf Celal Yalınız’ın vefat ettiği 1962’den beri Türkiye’nin Gayrı Safi Ciddiyet Hasılası’nda ciddi bir artış gözlemleyemedik. Daha da kötüsü Sakallı Celal’in işaret ettiği eksikliği ciddiye alan insanlar da azınlıkta kaldı. Bir gün Türkiye’de ciddiyeti mümkün kılmak için emek veren isimlerden biri de çalışmalarını felsefe-bilim tarihi ile matematik tarihi ve felsefesi üzerinde yoğunlaştıran İhsan Fazlıoğlu’dur. Geçtiğimiz yıllarda Fuzulî’nin "Işk imiş her ne var Âlem’de/İlm bir kîl ü kâl imiş ancak" beytinden ilhamla yaptığı konuşmayı Fuzulî Ne Demek İstedi? adıyla kitaplaştıran İhsan Fazlıoğlu’nun hem bu kitabının yeni baskısı hem de Akıllı Türk Makul Tarih, Kendini Aramak ve Kayıp Halka adlı üç yeni kitabı okurlarıyla buluştu.

Kitaplardan Akıllı Türk Makul Tarih ve Kendini Aramak; İhsan Fazlıoğlu’nun bir dönem yayınlanan Anlayış dergisinde yer alan yazılarından müteşekkil. Kayıp Halka’da albaşlığında ifade ettiği üzere "İslam-Türk Felsefe Bilim Tarihinin Anlam Küresi"ni konu edinen büyük resmi göstermeye çalışan ve akademik disiplin içinde kaleme alınmış makalelere yer veren Fazlıoğlu, Anlayış dergisi içinse bu büyük kürenin nasıl inşa edilebileceğinin yol haritasını çizen denemeler kaleme almış.

Bu iki kitap için İhsan Fazlıoğlu’nun kendisine mesele edindiği önceliklerle tanışma kılavuzu demek çok da aykırı olmaz. Fazlıoğlu’nun hem felsefi hem de tarihi boyutlarıyla tarttığı/tartıştığı meselelerde kullandığı bazı anahtar kavramlarla ve niçin bu kavramları kendisi için anahtar olarak seçtiğine ilişkin bilgiye bu yazılardan ulaşabiliyoruz. "İnsan kavramına sahip olmadığı şeyi göremez." tespitiyle kör noktalarımıza işaret eden Fazlıoğlu kavramların anlamlarına geriye doğru giderek ve soyağacını inşa ederek ulaşıyor. "Yorum doğru anlamaktan daha çok, yanlış anlamamak için verilen bir uğraşıdır." cümlesini kendisine düstur edinen Fazlıoğlu’nun kavram haritasından bazı paftalarına göz atmak bile onun ciddiyetine dair işaretleri farketmek için yeterli. Mesela Akıllı Türk ve Makul Tarih kitabında yer alan yazıların omurgasını teşkil eden tarih bu kavramlardan biri. Tarihin sadece ibret alınacak değil gelecek idraki inşa etmek amacıyla kuvvet alınacak/devşirelecek bir zemin olduğunu ifade eden Fazlıoğlu, buna karşılık Türkiye’de tarihin makul olmaktan ziyade ya mitolojik bir söylenti ya da psikolojik bir avuntu olduğunu bu yüzden de idrak ve davranış haline gelmediğini vurguluyor ve şu ihtarda bulunuyor: "Tarihi olmayanın koruyacak hiçbir şeyi yoktur; vatanı bile…"

Tarih kelimesi ile birlikte Türk kelimesini de anmamız gerekiyor. G. Postel’in ikna edilemezse icbar edilmesi, icbar da edilmezse imha edilmesi gerektiğini söylediği Türkler, tarih algıları üzerinden yenilmişlerdir zira. Fazlıoğlu’nun kan birliğine değil can birliğine dayalı olduğunu vurguladığı olduğu Türklükle ilgili en veciz tespitleri ise Biz Türkler Koyunluğumuzu Geri İstiyoruz başlıklı yazıda toplanmış. O kadar kendimize yabancılaşmışız ki koyun sürüsü olmayı bir hakaret telakki ediyoruz. Halbuki geleneksel metinlerde bu bir övgü/övünç vesilesi idi. Yaşadığımız anlam ve değer erozyonunun boyutlarını sadece bu yazı üzerinden bile kolayca farkedebiliriz. Yaşanan erozyonun müsebbiblerini ise Fazlıoğlu’nun şu satırlarından okumak mümkün: "Ülkemizde, milletimize uşak olmayı öğretene aydın denir; bunun bir üst makamında da uluslararası şöhrete sahip, Türk bilgini olmayı becerememiş bilim adamları/kadınları yer alırlar."

Akıllı Türk Makul Tarih’in son iki yazısı iki merhum Turgut Cansever’e ve Şakir Kocabaş’a vefa niteliği taşıyor. Ancak hamasi vefa yazıları değil Fazlıoğlu’nun kaleme aldıkları. Kitap boyunca işlenen Akıllı Türk’ün ve makul tarihin ete kemiğe bürünmüş hallerinin mümessilliği yapabilecek şahsiyetleri görmüş oluyoruz.

Kendini Aramak ise bir başka kitabın adını referans vererek özetlenebilir. İsmet Özel’in Neyi Kaybettiğini Hatırla adlı kitabının ismindeki espri bu kitabın ruhuyla akraba. İnsan olmanın anlamından başlayan Fazlıoğlu, "Bir insanın yeryüzünde başına gelebilecek en büyük musibet anlamlandırma yetisini kaybetmektir." tespitinden hareketle bütünüyle evreni teşkil eden doğumla ecel arasındaki hayatta insanın anlam ve emniyet arayışındaki istikametine ve istikametsizliğine dikkat çekiyor. İhsan Fazlıoğlu’nun "Hayatı bir birey olarak ve estetik yaşamak kadim medeniyetimizin şiarıdır. Bu nedenle hakkıyla yaşamak bir cesaret işidir. Nehr'in, yarmak, ikiye bölmek kökünden, köprü anlamındaki cisr'in de cesaretle aynı kökten geldiği dikkat alındığında nasıl ki bir nehri köprüden geçmek bir cesaret işiyse, doğum ile ölümün ikiye ayırdığı hayatı yaşamak da o kadar cesaret işidir. Her bir kişi köprüden tek başına (ferdiyet) geçer; ancak bu geçiş alelade değil, insan olmalığa yakışır bir biçimde estetik olmalıdır: Şuurlu hayat." cümleleri zannediyorum ki Kendini Aramak ifadesindeki kendilik bilgisinin ve arayışının hedef ve derinliği hakkında ipuçları sunabilir.

Kendini Aramak’ın bir boyutu da siyaset. Siyasi bir manifestodan, angajmandan ziyade siyasetin bizatihi kendisinden bahsetmeyi tercih ediyor Fazlıoğlu. Akılda, ilimde ve ibadette tatil olmaz düsturundan hareket eden Fazlıoğlu için "Özü olmayanın sözü, sözü olmayanın hakikati, hakikati olmayanın siyaseti olmaz. Çünkü siyaset bir milletin varlık duyuşudur."

Aklın kayıp, vicdanın metruk olduğu bir çağda yaşadığımıza dikkat çeken Fazlıoğlu’nun sahicilikten yoksun yapay tarih ve medeniyet perspektifinin çıkmazlarına işaret ettiği tespiterin derinlemesine tartılması ve tartışılması gerektiğini düşünüyorum. Bu da en az İhsan Fazlıoğlu kadar mesai vermeyi gerektiriyor elbette. İhsan Fazlıoğlu’nun kitaplaşmayı bekleyen pek çok çalışması var. Umulur ki onlar için de fazla beklemek zorunda kalmayız.

Sakallı Celal ile başladığımız sözü onun bir başka aforizması ile tamama erdirelim: "Türkiye'de aydın geçinenler Doğu'ya doğru seyreden bir geminin güvertesinde Batı yönünde koşturarak Batılılaştıklarını sanırlar." Sakallı Celal’in aforizmasının kapsama alanına girmeyen kıymetlerimizin de olduğunu görmek için İhsan Fazlıoğlu’nun kitapları iyi bir başlangıç noktası olabilir.

Suavi Kemal Yazgıç
twitter.com/suavikemal

17 Şubat 2016 Çarşamba

Fuzulî'nin dediğinden biz ne anladık?

"Sanat, başlangıçta zanaatle başlar. Temrin yaptırır. Hocanız size kendi rengini ve esprisini giydirir. Onun verdiği temrinleri yaparsınız ve icazetinizi alırsınız. Eğer siz hâlâ bir yerlere doğru yürümek istiyorsanız; İsmail Dede Efendi gibi veya Fuzuli, Galip gibi; o yürüyeceğiniz yer Cemal bahçeleridir. Allah’ın güzelliklerinden bir güzellik kapmak isterseniz Necip Fazıl Bey gibi, “Ver cüceye onun olsun şairlik, benim gözüm yüce sanatkârlıkta” demelisiniz."
- Sadettin Ökten

Fuzûlî'nin "Işk imiş her ne vâr âlemde / ilm bir kîl ü kâl imiş ancak" beyti gerek internet ortamında, gerek günlük konuşmalarda ve hatta yazı çalışmalarında sıkça atıf yapılan bir beyit. Buradaki ışk, âlem, ilm ve kîl ü kâl kavramlarının çok gelişigüzel, içini/dışını bilmeden kullanıldığını düşünen İhsan Fazlıoğlu; bu kavramların hakiki anlamlarına ulaşabilmek için evvela o dönemin entelektüel birikimine gitmek gerektiğini söyler ve beytin peşine düşer. Yazar; yola "basit bir anlama merakı" ile çıktığını söylese de dönemin kaynaklarına indikçe mefhum ve temsil düzeyinde Osmanlı entelektüel hayatını çözümleme konusunda önemli tespitlere ulaşır. "Paketin içini açtığımızda" der Fazlıoğlu, "çok farklı entelektüel çizgileri" tespit etmiştir. Dolayısıyla kadim kültürümüzün anlaşılması için bir yöntem geliştirilip geliştirilemeyeceği düşüncesiyle uğraşmıştır. Tüm bunlara, Fuzûlî'nin beyti gibi nice beyitlerin ardından gitmek sebep olabilir. Mühim olan yazarın da sıkça vurgu yaptığı gibi düşünceye, düşünülmesi gereken yerden başlanmasıdır.

Klasik döneme ait bir beyti, paragrafı anlamak nasıl mümkündür, mümkün müdür, ne tür noktalara dikkat edilmesi gerekir, nasıl bir yol takip edilmesi lâzım gibi mevzuların da öğrenebileceği kitap aslında altı yazının bir araya gelmesiyle oluşuyor. Bu yazılar da çeşitli sempozyumlarda sunulan bildirilerden ve makale çalışmalarından meydana geliyor. Papersense Yayınları'nın İhsan Fazlıoğlu Kitaplığı, var olan ciddiyetine, ciddiyet katmış. Kitabın çıktığı günden kısa bir süre sonra yeni baskı yapması konusunda Fazlıoğlu "Maksad hasıl olmuştur" demiştir ve özellikle gençlerin meseleyi gayet iyi anladıklarını düşünmektedir. Öte yandan "Fuzulî Ne Demek İstedi?" bir konuşma kitabı. Yazarın 10 Aralık 2009 tarihinde Bilim ve Sanat Vakfı'ndaki seminerle beraber Montreal'de birkaç yoldaşıyla birlikte yaptığı okumaların neticesi.

Bu tip çalışmaların şairlerin düşünce dünyasını daha iyi kavramak için birer vesile olduğu açıktır. Dolayısıyla bu çalışmaların artması gerekiyor. Yunus Emre, Niyâzî-i Mısrî ve Hz. Mevlânâ gibi büyük isimlerin de beyitleri incelenmelidir. Zira Fazlıoğlu Türk düşüncesini keşfetmek için bunun bir ihtiyaç değil zaruret olduğunu da vurgulamıştır. Böylelikle dönemin kozmonolojisi, teolojisi ve kozmogonisinin yanı sıra dönemin astroloji ve psikoloji dünyası da kendini belirgin kılacaktır.

Kitapta ilk olarak "ilm" üzerine gidiyor Fazlıoğlu. Kavram olarak ilmi açıkladıktan sonra kadim kaynakların eşliğinde Fuzûlî'nin "bilgisiz şiir" üzerine yorumlarıyla beraber yine şairin "Doğru olan, akıl sahibi kişinin, yaratılışı konusunda düşünmesi; fıtratının kökenini araştırması; mebde/geliş ve mead/dönüşteki durumunu/hâlini idrâk etmesi; iyi ve kötü yolu birbirinden ayırmasıdır." tespitine yanaşıyor. İkinci olarak "ışk"inceleniyor. "İnsanın yaratılışında, Kâlû: Belâda [Elestu bi-iRabbi-kum?; Kâlû: Belâ], Tanrı, insana, kendisini muhatab alma lutfunda bulunarak (ki lütuf'a ilişkin her şey Cemâl'dendir; Kayserî, Resâil, s. 40), cemâlinden ışkı kalbine; soru sorarak da ilmi aklına bahşetmiştir" diyerek başlıyor Fazlıoğlu ve başta Horasan sûfileri tarafından başlatılan ışk vurgusu üzerine gidiyor. Burada Bâyezid-i Bistâmi, Cüneyd-i Bağdâdi, Hallâc-ı Mansûr, Ebu'l-Hasan Harakânî, Ebû Saîd b. Ebi'l-Hayr, Kuşeyrî ve Hucvirî gibi ve Ahmed Gazâlî, Ebû Hamid Gazâlî, Sühreverdi, Hemedânî, Sühreverdî, Ahmed-el-Belhî, Feriduddin Attâr, Necmeddin-i Daye Râzî, gibi büyüklerin kattıklarıyla beraber bilhassa büyük ârif İbn Arabî'nin "İslâm, ışk dinidir" yorumuna Celâleddin Rûmî'nin aklî olan irfanî bir yaklaşım geliştirdiğini belirtiyor. Bilhassa 20. yüzyılın başına kadar gelen ışk çalışmaları, Fusûsu'l-Hikem Tercüme ve Şerhi'yle ciddi bir katkı sunan Ahmed Avni Konuk'la beraber ülkemizde daima ciddiyetini korumuştur. İlk iki kavram ilm'i ve ışk kapsamında İhsan Fazlıoğlu şu şekilde bir tespit yapar: "Kıyıda olan, Okyanus hakkında ancak ve ancak bir zann'a, bir kanaate sahip olabilir; kendisine değil. Işk ise tersidir; çünkü, Işk, İlm gibi kıyıda durup Okyanus'u betimlemez, tanımlamaz, açıklamaz, kavramaz; Okyanus'a dalar, O'nu yaşar. Kısaca, hâlde olur; kâl etmez."

İlm konusuna Davûd Kayserî ile dalıp Tehânevî ile çıkan Fazlıoğlu nihayet Fuzulî'ye başvurur ve "ermek, evlenmek, eğlenmek" başlığında önemli bir neticeyi okuyucuya sunar: "Beşerî ışk, Zât'tan başlayan, esma ve sıfattan geçerek âsârda tecelli eden mahabbetin, eril-dişil düzleminde ortaya çıkmasıdır. Yine buradan başlayarak, geriye doğru Zât'a delâlet eden, götüren, hatta insanı kemâle erdiden bir mâ-cerâdır."

Üçüncü kavram "âlem"dir. İhsan Fazlıoğlu "İlm tanımı dikkate alındığında, tek tek alâmetlerin toplamı, tek büyük bir alâmet olarak, Tanrı'ya delâlet eder ve bu anlamda Âlem'dir" diyerek camilerin ortasında bulunan gök-kubbeyi temsil eden büyük kubbe ile minarelerin tepesinde bulunan hilâle alem denilmesini de bu delâlete bir misal olarak verir. Yol boyunca okuyucusunu kavramların içini delik deşik etmeden bir yere varılamayacağı konusunda dolaylı yoldan uyarılarda bulunarak götüren Fazlıoğlu, "Eğer âlem'i, Ahmedî'nin "Âlem, ilm ü ameldir" beytindeki gibi tanımlarsak, beytin anlamı, hiç şüphesiz, daha ilginç bir hâl alır. O zaman, bir öncekiyle bağlantılı olarak, ışk, ilim ve ameli birlikte içerdiğinden, âlem'de anlamlı olanın ilim ve amel olduğu; tek başına -kuru bir- ilmin, başka bir deyişle amelsiz ilmin bir anlam ifade etmeyeceği söylenebilir; yani amelsiz ilim, kîl ü kâldir; tersine ışk, belirli bir tarz ilmi elde etmek ve ona göre eylemektir; ilim ve amelimizin birlikteliği de âlem denilen bütünü var-kılar." yorumuyla insan=âlem eşitliğine de işaret ederek "Işk imiş her ne var Âlem'de / İlm bir kîl ü kâl imiş ancak." beytine en hakikatli, haklı yerden bakar, baktırır.

"Kîl ü Kâl", Fuzûlî'nin bu meşhur beytinde "içi" en çok merak edilen kavramdır. Günümüzde dedikodu, laf ebeliği, boş söz, gevezelik" gibi yorumlarla açıklanmaya çalışılan kîl ü kâl hususunda İhsan Fazlıoğlu "beytin işkenceden geçirilirken en çok canı yanan bölümü" der ve bir terim olduğunun fark edil(e)mediğini söyler. Bir Osmanlı aydınlanmacısı(!) olarak Fuzûlî'nin sıklıkla karşısına konan Kâtip Çelebi, ilm üzerine şu ifadede bulunmuştur: İlm, bir düstur üzre kîl ü kâldir. Sadece bu ifade bile terimi "dedikodu" olarak yorumlamamaya kafi olsa da Fazlıoğlu nazarî metinlerin rehberliğinde kulaç atmaya başlar. Heyecanı üst seviyede bırakmak adına kitabın "Beyit Gölünde Yüzmek" adlı bu ilk bölümünü oluşturan kavramlar üzerine yazmayı bitirmek isterim.

İkinci bölümde "İbn Sînâ: Gölün Kaynağına Ulaşmak", üçüncü bölümde "Nereye: Saâdete mi, Selâmete mi?", dördüncü bölümde "Başka Göller, Başka Dertler" ve sonuç bölümünde "Madde ile Mânâ Denizi" gibi son derece ilginç, derin mevzuları irdeleyen İhsan Fazlıoğlu aslında bu kitabıyla; kadim beyitlerin nasıl okunup anlaşılması gerektiğine dair kuvvetli bir giriş kitabı yazmış oluyor.

İnsanı "çıkış(mebde) ile dönüş(mead) arasında, bu-ara-da bulunan bir var-olan" olarak tanımlayan Fazlıoğlu, büyük şair Fuzûlî'nin  ara'yı bir şiir(nazm) olarak görüp Şâir'ini(Nâzım) aramaya koyulduğunu belirtir. Bu arayışta ise şairin şiiri ona yoldaş olmuştur. Zaten Fuzûlî de "O'nu bilmek için yola koyuldum" demiştir.

Bizlere okul sıralarında Su Kasidesi'nin bir naat olduğunu kimse söylemedi. Maalesef birçok şeyi de aynı böyle, geç keşfettik. Bunun için hamd ederken, yüzümüzü ve gönlümüzü kadime doğru çevirdiğimizde bizi nice şifaların beklediğini de göreceğiz. Şairlerin sunduğu şifaya ve ettikleri dualara kulak vermek lâzım. Yoksa aşktan yoksun kalacağız. Aşksız olmadığı gibi meşksiz olmuyor zira aşk olmadan da meşk olmaz. Fuzulî de hiçbir şeyi aşksız yapmamış, hiçbir yola aşksız revan olmamıştır. Büyük şairin "Aşk derdiyle hoşem el çek ilacımdan tabîb / kılma derman kim helakim zehr-i dermanındadır" beytini hatırda tutarken bir taraftan da Rıza Tevfik'in "Hastayım, yalnızım, seni yanımda / sanıp da bahtiyar ölmek isterim / mahmûr-ı hülyayım câm-ı lebinden / kanıp da bahtiyar ölmek isterim" şiirini dinleme isteği gelmesi de aşktan değil mi? Lemi Atlı merhum hicâz bestelemiştir, buyurun.

Ülkemizin işini ciddiyetle yapan nadir ilim adamlarından biri olan İhsan Fazlıoğlu'nun bu çok kıymeti eseri, tıpkı kendisinin dediği gibi "Yorum doğru anlamaktan daha çok, yanlış anlamamak için verilen bir uğraşıdır" cümlesinin ispatı gibi. Çünkü yorulmayan, yorumlayamaz.

Şairlerin ne dediklerini anlamak için onların dertleriyle dertlenmemiz gerekiyor. Allah dertsiz bırakmasın. Kitabı okurken en dertlendiğim an, Fazlıoğlu'nun kendi yaklaşımını bir renk ve espri olarak okuyucuya da giydirme gayretidir. Böylece "yüce sanatkârlığı" kavramak daha mümkün oluyor, daha anlamlı oluyor. Zaten anlamak da, anlaşarak mümkündür. Mevlana Hazretlerinin "Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguları paylaşanlar anlaşırlar/anlaşabilirler" nasihatini akılda tutarak, son sözü İhsan Fazlıoğlu'na bırakalım: "İngilizceyi yabancı dil olarak öğrenen bir kişinin bir İngiliz'i, İngilizce kültür ortamında yetişen bir İngiliz gibi anlayamayacağı aşikârdır. Yalnızca canlı konuşmayı değil, herhangi bir kültür ortamında üretilen bir metni dahi hakkıyla anlamak, hakkında konuşmak, nüfuz etmek, büyük oranda o kültür ortamını yaşamayı zorunlu kılar. Dikkat edilirse şiir gibi edebî değeri yüksek duygu yüklü metinleri anlamanın simge değeri kazanmış terimlerle kaleme alınmış metinlerden daha zor olması iş bu durumdan kaynaklanır. Bir şeyin hakkında konuşmak, o şeyin hakikatini konuşmak, bir şeyi hakkıyla anlamak o şeyin hakikatini anlamaktır."

Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf