8 Aralık 2017 Cuma

Hangi İsrailiyyat?

Din, insanın hem dünyasını hem de ahiretini imar etmesi için vardır. Bunun için de başlıca yol inanmak olarak ele alınır fakat işin özüne baktığımızda bunun en geçerli yolunun anlamak, daha geniş bir çerçevede söylersek, anlayarak inanmak, anlayarak yaşamak olduğunu görürüz. Zira anlamak farkında olmayı, bilmeyi, öğrenmeyi, çaba sarf etmeyi, ortaya irade ve emek koymayı gerektirir. Gerçek anlamda yaşamak da ancak böylesi bir eylem ve duyguyla ortaya konulabilir. Bunun dışında, taklitçi bir anlayışla hareket etmek ise dini, inanmayı ve anlamayı ciddiye almamak anlamına gelecektir. Bu satırlardan elbette inanmak kavramı küçümsenmemekte, aksine anlamak kavramının değerinin hakkının verilmesinin gereği vurgulanmaktadır. İnanmak bir yazgı ise anlamak bir seçimdir, inanmak bir zorunluluk ise anlamak bir sorumluluktur. Yazgı zorunluluk, seçim sorumluluk doğurur.

İnsanlık tarihine baktığımızda anlamak olgusu inanmak olgusuyla ile at başı gider ve -ne yazık ki- çoğu zaman birbirine zıt gibi gözükür ya da öyle aksettirilir. Meseleye inanmak tarafından bakan birçok ilim, irfan ehli tarafından, inanmak için anlamanın gerekmediği daha doğrusu yetkin olmadığı, tersinden söyleyişle yetersiz olduğu dolayısıyla inanmanın akıl odaklı olmak yerine kalp temelli olduğu üzerine basa basa söylenir. Bir gelişim aşaması olarak tanımlanan bu sürecin sonunda ‘gerçek’ anlama gerçekleşecektir! Diğer yandan bu mistik tutum sözünü ettiği aşamaları ne kadar geçtiği, ne kadar başarılı olduğu toplumsal ve tarihsel hafıza ile malumdur. İnanmanın akıl yerine salt kalp odaklı olduğunu düşüncesinin bir mantık hatası üzerine inşa edildiğinin idrakine varılmak ise elbette istenilmez. Oysa ilahi olana teslimiyeti dibine kadar ortaya koyduğunu düşünen bu tutum tarafından ileri sürülenlerin bir karşılığı olması için öncelikle anlamak icap etmesi gerekir. Tarihsel açıdan bakıldığında din alanında dirsek çürütmüş kişiler için kendileri veya kendilerinin dışındakiler tarafından dinin sözcüsüymüş gibi davranmaları bir ‘hak’ görülmüştür. İlahi metnin anlaşılmasından ziyade inanılması bağlamında otorite olmak gibi bir ayrıcalığa kavuşmuş olan bu kişiler, inanmanın kendilerinin anlattıkları şekilde anlaşılması gerektiğini hatta inanılmasının yeterli olduğu ve anlaşılmasına bir gerek olmadığını belirtmişlerdir. Oysa uygulanabilmesi için bu basit sözcük dizilimi bile anlaşılmaya muhtaçtır.

Din ve inançların tümü gibi İslam ve dolayısıyla İslam’ın kaynağı olarak kabul edilen Kur’an ve sünnet ile bir anlamda onların açılımı olan tefsir ve hadisler de bundan nasibini almıştır. Bu yazının amacı elbette bu kavramları karşılaştırmak, kıran kırana analiz etmek, kavga ettirerek birini diğerine yedirmek değildir. Müntesibi olmam hasebiyle bir talebesi olmaya cehdettiğim İslam dinini ve kültürünü tanımak, öğrenmek, bilmek ve anlamak ve yaşamak isteğimin bir sonucu olarak İslam’ı bu kavramlardan ayrı düşünemem. Dolayısıyla İslam dininden tecrit edemeyeceğimiz bu kavramlar tarih boyunca -ve bugün devam ettirildiği şekilde- yeterince kavga ettirildiğini düşünmekteyim. Kaldı ki görünüşe göre bu kavga gelecekte de sürecektir. Dikkat çekmek istediğim nokta, din, anlayarak inanmayı mı, inanmak için anlamaya ihtiyaç duymamayı mı önceler meselesidir. Bu durum ise salt bu kitap değerlendirmesi yazısını aşmakla birlikte bağımsız bir aşamayı içerir.

Bu kısa girizgâhtan sonra, sözü edilen aşamaya bir katkı olması dileğiyle, değerlendirmede bulunacağım kitabın künye ve içeriğine geçebiliriz. Son yıllarda inanç ve tefekkür ekseninde önemli bir boşluğu doldurduğunu basımını üstlendiği kitaplarla kanıtlayan OTTO Yayınları tarafından yayınlanan ve orijinal ismi "el-İsrailiyyat fi’t-Tefsir ve’l-Hadis" olan eser hadis profesörü olan Enbiya Yıldırım tarafından Türkçeye, "Tefsir ve Hadiste İsrailiyyat" olarak tercüme edilmiş. Kitap, Mısır doğumlu ve el-Ezher Üniversitesi’nde doktorasını yaptıktan sonra farklı Arap ülkelerindeki üniversitelerde tefsir ve hadis dersleri vermiş olan Muhammed Hüseyin Ez-Zehebi’ye (1915-1977) ait. Kitabın başındaki yazar ile ilgili bilgilendirmeden hâlâ çözümlenememiş bir cinayete kurban gittiğini anlıyoruz. Bize göre yazarla ilgili bir diğer önemli bilgi ise Hanefi mezhebine mensup olduğunun belirtilmesidir. Zira kitaptaki yazara ait karşılaştırma ve yorumları değerlendirirken bu değininin önemli olduğunu kanaatindeyim.

İki yüz sekiz sayfadan oluşan eser giriş ve sonuç kısmı hariç altı bölümden oluşuyor. İlk bölümde israiliyyat kavramının kökeni ve anlamına dair izahla başlanarak israiliyyatın İslam literatürüne nasıl girdiğine ve akide üzerindeki tehlikelerinin neler olabileceğine değiniliyor. İkinci bölümde israiliyyatı rivayet etmenin İslami açıdan ne anlama gelebileceğini değerlendiren müellif üçüncü bölümde israiliyyat rivayet etmede öne çıkan isimlere, dördüncü bölümde ise tefsirlerde geçen israiliyyat rivayetlerinden örneklere yer veriyor. Son derece kısa tutulan ve gereken önemin verilmediği izlenimi oluşturan son iki bölümden beşinci bölümde (üç sayfa) tefsirlerde yer verilen israiliyyat için müfessirlerin mazeretlerine değinirken altıncı bölümü (bir sayfa) daha da kısa tutan müellif hadis kitaplarındaki israiliyyat ile ilgili düşüncelerine ver veriyor. Sonuç bölümünde ise müfessirlerin tefsir hazırlarken dikkat etmesi gerekenlerin neler olabileceğine dair düşüncelerini aktaran yazar mevcut israiliyyatın ve etkisinin ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlerle ilgili tüm Müslüman ülkelerine çağrıda bulunarak çözüm önerileri sunuyor.

Konu itibariyle oldukça kapsamlı olduğunu düşündüren eser kitabın sonlarına doğru biraz hayal kırıklığına neden oluyor diyebiliriz. İsimlendirmede tefsir ve hadislerde bulunan israiliyyat olarak verilmiş fakat eserde daha çok tefsirlerde yer verilen israiliyyat örneklerine değinilerek konuyla ilgili hadis alanı çok fazla ele alınmamış olduğu görülüyor. Oysa daha ilk sayfalarda dinin kaynakları konusunda tipik Sünni, gelenekselci bakış açısıyla birinci temel kaynağın Kur’an’ın olduğunu belirtikten sonra ikinci bir kaynak olarak hadisi zikreden müellif bu sözlerini aynı görüşü savunanların ortaya koyduğu ayetleri aynı şekilde yorumlayarak ve yine aynı grupların öne sürdüğü hadislerle destekleme çabasına giriyor. Ayrıca müellifin ‘sahih hadisin’ Vahiy olduğu yönündeki görüşü hadis ile ilgili görüşlerinin özeti olarak belirtmek isterim. Kitap içinde çok fazla çelişkiye düşen yazar, hadis konusunda bir yandan içinde oldukça fazla israilliyyat barındırdığını söylerken bir yandan da hadislerin -başta Buhari olmak üzere- önde gelen muhaddisler tarafından israiliyyattan büyük oranda temizlendiğini belirtiyor. Hemen arkasından hadislerin daha da temizlenmesi gerektiğinin altını çizerek ve birçok yerde güvenilir İslam büyükleri adına hadis uydurulduğunu ekliyor. Hadis konusunu iddiasının temel delillerinden ve dayanaklarından birisi olarak belirleyen yazarın, konu üzerine çok durmadan geçiştirdiği görülüyor. Açıkçası bir konuya bu denli önem veren bir bilim insanının bu konuyu daha çok ele almasının bir gereklilik olduğunu düşünüyorum. Zira kitabın geneli içinde yer yer değinilen hadis konusu yazar tarafından yüklenen misyon itibariyle yetersiz kalıyor. İslami düşüncenin pek çok ileri gelenin yaptığı gibi müellif de Müslümanların iç karartıcı durumunun başlıca müsebbibi olarak düşman belirleme kolaycılığına girişiyor. Müslümanların iman ve ilim dünyasına kastetmiş sapıklardan dem vurduktan sonra bazı Müslümanların da bu sapıkların oyunlarına geldiğini ve zaaflarına yenik düştüklerini belirttiği tutumunu eser boyunca görmek mümkün. Müslüman âlimlerinin bu duruma müdahale ettiğinin altına çizen yazar israiliyyat konusunda gerekli uyarı ve düzenlemelerin yapılmasını rağmen yine de israiliyyatın engellenemediğini belirtiyor. Ne yazık ki Müslümanların neden bu kadar pasif, zaaflı ve kandırılmaya müsait olduğuyla ilgili hiçbir açılıma yer vermiyor yazar.

Kitapta, göçler ve savaşlar nedeniyle farklı kültürlerin karşılaşması ve etkileşime girmesi tefsir ve hadislerde yer alan israiliyyatın sebepleri arasında gösteriliyor. Bu etkileşimin kökenlerinin Cahiliye Dönemi’ne dayandığı ve sonraki dönemde de artarak devam ettiği, Arap-Yahudi etkileşiminin yanı sıra diğer inançlar, toplumlar ve kültürlerle de bu etkileşimin olduğu ama Arap-Yahudi etkileşiminin daha fazla olmasının İsrailiyyat olarak adlandırılmasına neden olduğunun altı çiziliyor. Özellikle Cahiliye Dönemi sonrası Müslümanlığı seçen Yahudi din adamlarının bu konuda etkisinin çok fazla olduğu belirtilerek kelam, tefsir, hadis ve tarih gibi disiplinlerin çok fazla etki altına girdiğine değiniliyor. Bunu engellemek için Müslüman âlimler tarafından farklı yöntemler geliştirildiği ama yeterince başarılı olunamadığı da ekleniyor.

İsrailiyyatın yayılmasındaki bir başka sebep de insanların hikâye tarzı anlatılan şeylere olan ilgi ve merakı olduğu belirtiliyor. Ayrıca, özellikle bazı müfessirlerin Kur’an’da yer alan ama detayına yer verilmeyen kıssaların detaylarını öğrenmek için israiliyyata başvurduğunun altı çiziliyor. Müellifin en bariz çelişkilerinden biri de bu durum ile ilgili. Örneğin, aynı düzeydeki israiliyyatın kullanımında olur verdiği müfessirlerin israiliyyatı ele alma biçimini müspet karşılarken onaylamadığı müfessirlerin israiliyyatı ele alış biçimini zararlı buluyor. Müspet bulduğu müfessirler için hüsnü zanda bulunarak din açısından sorunlu yanları olsa bile gerçeği öğrenme ve aktarma gayreti olarak açıklayabiliyor. Oysa menfi bulduğu müfessirlerin aynı şekildeki aktarımını direkt reddediyor. Birçok yerde israiliyyatın hurafe kaynağı olduğunu belirtmesine rağmen müellif, hadise atıfla anlatılmasında mahsur görmediğinin altını çiziyor. İlgili hadis doğrultusunca belirlenen yönteme göre dine uygun olanların alınacağı, uygun olmayanların reddedileceği, dinin bir şey demediklerine karşı suskun kalınacağını belirten yazar ne yazık ki bu belirlemenin ölçütünü, sınırlarını, yöntemini ortaya koymuyor. Bu ve benzeri açılımlarında müellifin ortaya koyduğu görüşler üzerinde bağlı olduğu mezhebi yapı ve fikri geleneğin etkisi olduğu açıkça görülüyor. Müellif birçok defa gereksiz ve din adına faydası olmayan detay olarak belirttiği israiliyyat için yine birçok defa Kur’an’da yer alan kıssaların detayını ve hakikatini öğrenmek ve aktarmak isteyen müfessirlerin başvurduğu yol olarak tanımlıyor. Yazar burada düştüğü çelişkiyi, eğer bu detaylara ihtiyaç olsaydı Kur’an’da yer verileceğini ekleyerek adeta taçlandırıyor.

Yukarıda da değinildiği gibi hadisten ziyade tefsir alanındaki israiliyyatı ele alan kitap için genel bir değerlendirme yapmak gerekirse, fazlaca tekrara ve çelişkili açılımlara yer veren müellifin kafası hayli karışık gibi. Konuya ve olaylara pek gerçekçi olmayan romantik, duygusal, korumacı ve savunmacı bir bakış açısıyla yaklaşıyor. İsrailiyyat konusunda hadisi tefsirden daha temiz bulmasını muhaddislerin titiz çalışmasına yoruyor lakin yine de temizlenmesi gerektiğini belirtmesine karşın Vahiy’den sonra en sağlam kaynağın hadis olduğunu da görüşlerine ekliyor. Ve belki de en ilginci, belirli bir dönemi kutsayan tipik gelenekselci bakış açısıyla meseleleri kişiselleştirmekten geri durmayarak savunduğu düşüncenin önemli saydığı isimleri koruma ve aklama yolunu seçiyor. Yazarın yöntemine dair teknik açıdan en önemli tespitlerden birisi de, konuları fikir temelinde ele almaktan ziyade meseleyi kişiselleştirerek boğuyor oluşu diyebiliriz. Birçok defa israiliyyatın hakkında ‘sakıncalı ve zararlı olan din için işe yaramayan detaylar’ değerlendirmesi yapmasının yanında israiliyyatın aktarılmasının gerçeği ve Kur’an’daki kıssaları anlamayı sağladığını belirterek tasvip ettiği rivayetçiler için yol açıyor.

Bu kadar olumsuz eleştiriden sonra kitapta hiç mi iyi bir şey yok denilebilir. Elbette öyle olmadığını, verilen emek ve çabayı yadsımadığımı söylemek isterim. Tam aksine eseri son derece değerli ve faydalı bulmamın kanıtı olarak hakkında değerlendirme yazmaya çalıştığımı belirterek İslam tarihi ve kültürü açısından belirli bir bakış açısının fotoğrafını çekme açısından oldukça fazla istifade ettiğimi söylemeliyim. Zira eleştirinin sınırları içerisinde üslubumun daha iyiyi bulma adına bir sorgulama ve yöntem olarak değerlendirilmesi gerektiğine inanıyorum. Sonuç itibariyle yer yer tefsirlerde gördüğümüz israiliyyattan örnekler bulunan eseri konuya ilgisi olanların merakla okuyacağına ve kitabın birikimlerine katkı sağlayacağına eminim.

Mevlüt Altıntop
twitter.com/mvlt_ltntp

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder