23 Haziran 2017 Cuma

Modern topuklara geçirilen post

Postmodernizm, mimaride, edebiyatta, eşyada hatta kılık kıyafette bile nüvelerini göstermeyi başarmış çok yönlü bir fenomendir. Etrafımıza bu bilinçle baktığımızda, her alanda bu dönemin örneklerine sıkça rastlayabilmemiz mümkün.

Konuyu daha etraflıca ele almak gerekirse, dikkatimizi günlük yaşama odaklamamız gerekmekte. İzlerken farkında olmadığımız fakat okuması yapıldığında tam bir post modern gösterisi olan filmler, sinemayı işgal etmiş durumdadır. Mesela Lâl Gece filminin yönetmeni Reis Çelik, Anadolu’nun bağrını sızlatan, toplumun “töre” yarasını farklı bir yorum kullanarak seyirciye sunmuştur. Filmin tam olarak nerede çekildiğini ve karakterlerin isimlerini bilmemekle birlikte, izleyici, zihninde somutlaştıramadığı hikâyeyi anlamlandırmaya çalışır. Yönetmen, Anadolu’da bir yerde, herkesin başından geçmesi muhtemel olan bir gerçeği post modern döneme münhasır bir şekilde ele almıştır. Sinemanın yanı sıra müzik video kliplerinde de bu döneme özgü özellikleri görmek mümkün. Animasyonun yoğun kullanımı, zaman mefhumundan uzak, üç boyutlu, soyut, birbirinden kopuk gibi gözüken ama bir ilişkisi olan konuların farklı işlenişi, post-modern tadında, izleyiciye sunulmuştur.

Modern çağın sonrası olan fakat modernizimden (tamamen) ayrı düşünemeyeceğimiz bu dönem, edebiyat alanında Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar adlı romanında zirveye çıkmıştır. Tutunamayanlar, birtakım somut olayların soyut gerçeklikle iç içe geçirilmiş halidir. Atay, okurundan bu karmaşayı çözmesini ya da anlamlandırmasını beklemez, o, tüm bu olan bitenin (yani hikâyenin ve kahramanların) tek bir gerçekten yola çıktığını okuruna aktarmayı ister. Zaman yine doğrusal olmayan bir biçimde göze çarpar.

Göz zevkimizi okşayan mimari de ise alışılmışın dışında tasarlanan minareleriyle camiler de bu dönemden nasibini almıştır. Sınırlarıyla birlikte çizilmiş, birbirinden bağımsız öğelerin oluşturduğu bir tasarımdan oluşan binalar, bu çağın hala etkin olduğunu gözler önüne sermektedir. Şehir hayatının bizzat kurucusu olan insan, zamanla mimarı olduğu bu yaşamdan rahatsız olup bıkkınlığını dile getirmiştir. Şehrin gündelik yaşantısından şikâyet edip insanların saygısızlığından dem vurmaya başlamıştır. Doğaya bir özlemi vardır artık ve tabiata dönmeyi arzu etmektedir: Köy yaşamının zor şartlarını (gerçekliğini) düşünmeksizin, kırsal yaşantıyı özler ve kafasında kurgular.

Özellikle Yaşar Çabuklu’nun isabetli gözlemleriyle kaleme aldığı “Postmodern Toplumdan Kesitler” adlı kitabında, modernite sonrası dönemde meydana gelen değişimler, karşılaştırmalı olarak incelenmiştir. Bu kitaptan hareketle; modern toplumun insanı ile post modern toplumun insanının doğaya karşı bakış açıları öncelik olarak işlenerek, tutumları arasında bir değerlendirmeye varılmıştır.

Modern toplumda yaşayan bireyin, doğa ile ilişkisi zıtlık içerisinde olup, tabiatla iç içe olmak daha çok kırsal kesimde yaşayan kişilere ait bir özellikmiş gibi aktarılmıştır. Mesela Sport Utility Vehicle (SUV) -Land, Range Rover- türündeki araçlar, önceleri sadece kırsal alanlarda çoğunluk olarak kullanılırken, neo-liberalizmin gelişip, yeni orta sınıfın oluşmasıyla, kent kültüründe de rağbet görmüştür. Yani modern dönemden post modern döneme geçiş sürecinde otomotiv sektörü de büyük ölçüde evrilmiştir, Arabalardaki kadınsı inceliklerin egemen olduğu modern anlayış, post modern zamanda yerini artık daha erkeksi ve güç göstergesi olan SUV tipli araçlara bırakmıştır: SUV hem ekonomik değeri hem de kaba görünüşüyle yollardaki güç göstergesini simgelemektedir. Öyle ki SUV’lar haşin motoruyla, diğer otomobillere nazaran devasa büyüklüğüyle, tehditkâr tavrıyla, yollardaki tek hâkimin kendisi olduğunun sinyalini verir. Saldırgan görüntüsüyle, kendi şeridine geçenlere karşı bir savaş aracı olarak kendisini gösterir. Fizik olarak böyle görünse de, içi güvenli, konforlu, lüks bir korunağa benzemektedir. Yollardaki kontrolü tekeline alan bu araçlar, önceliğin kendilerinde olmasını istediklerinden dolayı bencildirler. Reklamlarda görünenin aksine, SUV’un sınır tanımayan ve yok etmeye meyilli bir doğası vardır; hâlbuki o, bizlere doğaya yüce bir değer atfediyormuş gibi yansıtılır.

Zamanla, SUV’lar erkeksi özelliğini yitirmiştir. Bir takım bağımsız girişimci eylemleri ve sektörün çalışan kadını da ön plana çıkarmasıyla SUV’lar kadınsı bir tasarıma kavuşmuştur. Gün geçtikte bu tip araçları kullanan kadınların sayısı artmış ve kendisine güvenen, özgürlüğünü elde etmiş bir kadın fenomeni toplumda yerini almıştır.

Söz konusu kadın ve bağımsızlığı olunca, yine değişen zaman şartlarına göre ayakkabı sektöründe de topuklar, modern ve post modern etkiye maruz kalmıştır. Kibar görünümüyle genellikle modernizmin ayakkabısı olan stiletto, yollardaki şıklığın ve narinliğin göstergesidir. Dönem itibariyle post modernliğe geçtiğimizde, SUV araçlarının ayakkabı modellerindeki karşılığı tam olarak traktör topuklu ayakkabıya denk gelir. Traktör topuklar görüntü olarak tıpkı SUV’lar gibi kaba, büyük, kalın ve kendi cinsinden olmayana geçit vermeyen bir türdür. SUV otoyolun, traktör topuk da yayaların iktidarına işaret eder. Traktör topuğu giyen kişinin özgüveni tamdır ve düşme riski az olduğundan, özellikle stiletto giyen kişiye göre daha az kaygılıdır (çünkü ince topuğu tercih eden kadınlar, sürekli bir tedirginlik hali içerisindedir). Bu aşırı stres ve anksiyete giderek güçsüzlüğe dönüşür. Ama traktör topuk bu duruma mahal vermez, o, güç değişimini asla kabul etmez. Fakat SUV’un ve traktör topuğun kazalarının da (kendilerine yüklenen misyon gereği) şiddeti büyük olur.

Sonuç olarak, doğa ve dünya hep bir aracın ya da eşyanın içinde izleniyor aslında. Ve insan, nesnesi olduğu bu doğaya bir özne gibi hükmetmeye çalışıyor. Tüm bu anlatılanlar, insanın tabiata tahakküm isteğinin ispatı olarak karşımıza çıkmakta ve bir dönem adı altında gözler önüne serilmektedir.

Betül Rana Uludoğan
twitter.com/_naze_nin
* Bu yazı daha evvel felsefehayat.net'te yayımlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder