28 Ocak 2014 Salı

Sıradan olanı sorgulamak isteyenlere

Galîz Kahraman, İhsan Oktay Anar’ın, her zamanki gibi hevesle beklenen ve beklendiğinden erken bir vakitte çıkan, yeni romanı. İhsan Oktay sevenler, külliyatını okuyanlar için bir önceki kitabı Yedinci Gün, bir değişimi işaret ediyordu. Galîz Kahraman, işte bu değişimi apaçık ortaya koyuyor. Anar’ın diğer kitaplarına göre, daha bugünde, daha eleştirel ve daha “gerçekçi” bir kitap Galîz Kahraman.

İhsan Oktay, Kasımpaşalı bir galîz (kaba ve çirkin, iğrenç manalarını taşıyor) kahramanın, İdris Amil Hazretleri'nin izinden sıradanlığı resmediyor. Kaba, yalancı ve fırsatçı anti-kahramanımız İdris Amil, insanoğluğunun en sıradan, en saf halinin sembolü ve hatta Yedinci Gün’de müjdelenen mükemmel insanın karşılığı olarak karşımıza çıkıyor.

Bununla birlikte İdris Âmil Hazretlerine lâyık olduğu önemi ve kıymeti az da olsa verebilecek kadar ilim sahibi şahıslar da yok değildi. İşte bunlardan biri, reisicumhurun davetlisi olarak trene binmiş bir antropologdu. Bu adamcağızın, nedendir bilinmez, arka vagonda hava almak için dışarı çıkarken gözleri Efendimiz’e kenetlenmişti. Adam gerisin geri döndü ve neden sonra elinde bir çanta ile gelip, candarmalann arasında bekleyen İdris Âmil Hazretleri’nin tam karşısına oturdu. Çantasını açıp bir fotoğraf çıkarmış, bir bu resme ve bir de Efendimiz’e bakıyordu. Ardından fotoğrafı İdris Âmil Hazretleri’ne gösterdi. Fotoğraftaki şahıs, Efendimiz’in bizzat kendisiydi! Dili döndüğü kadarıyla anlattığına bakılırsa, antropolog o güne kadar 10.000 kişinin fotoğraflarını tek tek çekmiş, sonra da negatifleri üst üste koyarak hepsini aynı anda, agrandizörde bir fotoğraf kâğıdına basmıştı. Çünkü adamın muradı, cümle âlemin en ortalaması olan "Mükemmel İnsan"ı bulmak idi. Bu insan da, Efendimiz’in aynısıydı. Antropolog bu insan türüne, ‘Homo Innosens’ adını vermişti. İşte bu insan türünün yeryüzünde bir tek örneği vardı.". İdris Amil’in toplumda yer edinme çabasını seyrederken, edebiyatçılara, sanatçılara, bilim insanlarına, hırsızlara ve olabildiğince “sıradan” insanlara rastlıyoruz her sayfada. Anar, edebiyattan bilime, sanattan sosyolojiye her konuda, bugüne kadar hiç yapmadığı kadar açık bir şekilde, eleştirilerini dile getirmiş.

Asırlardır sultanlar ve führerler tarafından idare edilmiş memlekette Hakikat, ahalinin reyine ve uzlaşmasına dayanıyordu; öyle ki Hakikat, başta hakim sınıf olmak üzere herkesin işine gelmeliydi. Uzlaşmaya dayalı demokrasi varsa Hakikat despot, uzlaşmaya dayalı Hakikat varsa rejim despot olmaktaydı. Bu nedenle memlekette Hakikat mutlak değil, örfi idi. Hatta daha fazlası, hukuhi idi de… Hakikat diye kabul edilen şeye dil uzatmanın cezası hapisti. Çünkü hakikat birçok kişinin işine gelmeli, bir işe yaramalıydı.”. Özellikle edebiyat dünyasına ve sözde “aydın-entelektüellerimize” ilişkin gözler önüne serdikleri tekrar okunmalı, üzerlerine ciddi düşünülmeli.

Anlaşılan bu tür şahısların her biri, lügatteki kelimeleri torbaya doldurmuş, rastgele çekere cümleler kuruyorlardı. Cümlenin anlam taşıması için, özne, yüklem, nesne ve tümlecin olması kâfi görünüyordu. Fakat anlamın tamamlanması için cümlenin devrik olması şarttı. Çünkü edebiyatta devrim yapmanın başka çaresi yok gibiydi.”. Ve elbette, gündeme göndermeleri… İdris Amil’in Kasımpaşalı olması bile başlı başlına bir gönderme mi acaba diye düşünüyor insan okurken. Kültürel ve toplumsal yozlaşma, yüceltilen vasatizm ve yitirdiğimiz onca değer, akıcı, düşündürücü ve eleştirel bir dille anlatılıyor.

Otomobilde geri dönerlerken, Muhtar’ın adamının şaplattığı tokatlara rağmen Efendimiz, girdiği evin sahibinin belediyede tanıdığı olan bir inşaat müteahhidi olduğunu, tarihî hamamı yakmadığı takdirde kendisini polise teslim etmekle tehdit ettiğini boş yere anlatmaya çalıştı. Dediğine bakılırsa, birçok meslektaşının aksine, onlar kadar dürüst olmayan müteahhit, yanan hamamın arsasına iş hanı yapacak ve parayı vuracak, aynı zamanda memleketin iktisadî durumunu bu sayede az buçuk düzeltecekti. Gerçi müteahhidin manevî tarafı güçlüydü. Çünkü Uhud’dan Ridaniye’ye kadar yapılan bütün dinî harpleri biliyordu. îllâ ve lâkin, ruhuna pek uygun olarak, askerî tarihi bilmesine rağmen galiba sanat tarihinden epey habersizdi. 400 senelik hamamı belki de bu yüzden gözden çıkarmış olmalıydı.

Hırsızlık mesleğinde haysiyetsizliğe yer yoktu. Namzetlerin saf temiz, gönlü tok, mütevazı ve mümkünse dindarca olması tercih edilirdi… Her hırsızın icra-yı faaliyet eyleyeceği mahalleler belliydi.

Galîz Kahraman, sıradan olanı, normal kabul ettiklerimizi ve bugünümüzü sorgulamak isteyenlere iyi gelecek bir kitap. Yüzeysel gibi görünüp katman katman açılan bir hikaye, derin ironi ve keskin mizahla şifa niyetine okunabilir.

"Bütün zamanların kahramanı olan bir insanın hikayesidir bu. … Sıradanlığın üst insanıdır o. Asilliğiyle asilleşememesi umrunda bile değildir. Onun umrunda olan tek şey, sadece ve sadece kendini algılamak, kendi küçük âlemine sığan kainatı kabul etmektir. Çünkü bilmektedir ki, gerçek bilgelik de zaten budur."

Merve Uzun
twitter.com/merveuzun

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder